Kategoriler

28 Temmuz 2011 Perşembe

BEN BURALARDAYIM. SİZ NERELERDESİNİZ? :)))


      NERGAL Blog




      FAN SAYFASI


╭♥╯








╭♥╯




   










İNDİM HAVUZ BAŞINA, NELER NELER ÇIKTI KARŞIMA :)

Anacım, kim demiş tatil illaki güney sahillerinde, beachlerde, tatil köylerinde, üj – bej yıldızlı otellerde yapılabilir diye? Kim demişse çıksın meydaneee?! Hadi…Hadi?… Halt etmiş!

Bakınız: 
Bildiğin İstanbul…Bildiğin güvenlikli Site + Bildiğin Blok evler + Bildiğin havuz = Bildiğin tatil!

Havuzumuz avuç içi kadar ama olsun… Güzel mi? Güzel!.. 
Üç – beş kulaç atabiliyo musun? Atabiliyosun… 
Cafesi var mı osuruktan da olsa? Var, ivit!... 
Çoluk –çocuk bağırtısı? İllaki!...
Çatır çatır doğurmuş ama hala daş gibi anneler? İvit!.. 
Full makyajı, topuklu terlikleri, kolunda (pardon) kıvırdığı elinin bileğinde marka bi plaj çantası, çapa marka ojeli tırnakları ile küçük kadınlar? Bittabii!.. 
Kırkını devirmiş ama bunu henüz kabullenememiş kokoş ablalar? Yahu, tabii! 
Ağaran kıllarıyla yıllara meydan okuyan karizmatik (!) ihtiyar delikanlılar? A be yes!.. 
“Aşk Yastığı” dedikleri göbecikleriyle hem kendilerini, hem de biz kadınları kandırdığını sanan ve seksi (!) kulaçlar atan adamlar? E, herıld yani!... 
Pekii… “Ciks” teenage abiler? Onlarsız olmaz!... 
Şezlong + şemsiye? Sorulur mu?! 
Güneş? Bildiğin yakanından! 
Rüzgar? Arada bir! 
Cafenin “Osuruktan teyyare, selam söyle o yare”pop müzikleri! Iyy… Fiks!..

E, anacım sorarım size;
 Neyi eksik benim sitemin havuz mevkiinin, tatil mecrasından? Ha?.. Haaa? Hiçbir şeyi işte!  Allahallah ya?!

Tamam… 
Tabii sonuçta bildiğin şehir hayatı yaşanan bir yerleşim yeri olduğundan, havuz saatleri sınırlı! Sabah 09.00 Akşam 20.00  Halbuki sabah yüzmek pek güzeldir havuzda erken erken şöyle 06.00 / 07.00 gibi di mi? Gece havuza girmek de istenebilir halbukisi?!

Gün içinde yukarda saydığım tiplerin hepsi aynı anda bulunmuyor.
Mesela ev kadınları, çoluk çocuk ya sabahtan ya da öğleden sonra gelip bütün gün havuzdalar… Gençlik genelde akşamüstü geliyor ama cafede sürekli takılan tipler de var. Yazık yapacak başka bişeyleri yok demek ki?!… Ben onların yaşında olucam da, piii... 
Akşam 18.00 den sonra, iş dönüşü havuza gelenler var ki bunlar genelde beyler! 
 Anam bunlar; 
“Orlaa burlaa hep benim, aha da bu da ayfon'um, bu da araba anahtarım, aha da bütün bu site, bu ilçe, bu şehir benim bebeem” edasında yürüyo havuz başında. Öyle yayılıyo şezlongda… Töbe töbe...

Günün her saatini deniyorum birer defa. Ancak 10.00 / 16.00 arası “Asla” kategorime giriyor. Anam güneş kafayı yemiş, anında görüntü, kıpkırmızı oluyosun… Tabii istisnalar oluyor, arkadaşlar filan geliyor, o zaman da gölgede kalmak suretiyle idare ediyorum o saatlerde. Çoluk - çocuk az olsun istiyorum geldiğimde lakin henüz öyle bir saate rastlayamadım. Rastlamak isterdim. Rastlamak isterim. İstiyorum. Lütfen!...

Ben aslında iyi bir tatilci değilim. Yani deniz – havuz – güneş – malak gibi yatmak – soğuk bira – gece hayatı vs… bana pek zevk vermiyor. Mesela bütün yaz denize – havuza girmesem aramam… Valla… Öyle bi malım yani! Ben de anlamadım neden? Çok sinir değil mi? İvit. Bence sinir ve gıcık! Ama ben böyleyim anacım... 
Velhasıl çok sıkıcı bir tatilciyim… Onun için bana bura yetiyor da artıyor bile… Şehrin ortasında, tatil beldesinde gibiyim. Koca koca, yüksek yüksek binaları görmezden geliceksin ama. Çevreyi ağaçlandırmışlar Allahtan da, havaya giriyosun bi gıdım da olsa. Yalnız değişik bi duygu da veriyo aynı zamanda. Değişik… Yani… Yani…
Sanki gerçek bir tatil için gerçek bir tatil beldesine gitsem bişey olacak da? Al işte örnek; 

Geçen senelerde bi kankamla 4 günlüğüne güneye bi yere gittik. Otelde kalıcaz. Kankam bir tane küçük boy çekçek’e doldurmuş eşyalarını. Özendim. Pekii ben? 4 bavulla gittim la… Allahım… Tabii bu kendimi eğitmeden önce oluyor. Kaldı ki o kankamın kocası tek bir sırt çantasıyla dünyayı dolaşıyor o da ayrı bir mevzu… Daha da kıskanılası yani… 

Neyse anacım, bavul dediysem çok büyük de değiller tabii canım ama bavul yani nihayetinde… 
Bi tanesinde ayakkabılar var. 
(Tatil boyunca sadece bir tanesini kullandım! E, bütün gün şipidak terlikler ayakta, n'olucak?) 
Bi tanesinde kozmetik neyin var.
 (Kaldı ki makyaj neyin yapmam, habire krem neyin sürünmem!)
 Bi tanesi kıyafet.
 ( Bir elbise, bir pantolon bluzu anca giydim dört günde. Bikiniyle dolaşıyosun ki anacım tatil beldesindesin sonuçta!) 
Bir tanesinde de çanta, aksesuar, takı vs…
 (Ne çantası kullanıcam acaba elin tatil beldesinde? Hayır bi telefonunu bi de cüzdansız paranı koy cebine, bitti. Çok özeniyorum erkeklere o konuda. Hayır ben şehirde bile çanta taşımayı sevmiyorum ki burada takayım koluma? Takayım deyince ben takı da kullanmam ki ya? Manyak ya!)

Neyse… Biz giriş yaptık sabahın köründe otele. E, tabi yol gelmişiz, yorgunuz, uyuycaz.
 Lö dana, tatile gelip uyku mu düşünülür lö sıpa?! Anacım üzüm üzüme baka baka hesabı, kankayı da kendime uydurdum, uyuduk biz.
 Ana… Oldu mu sana akşam saati? Oldu, olmuş!... Gitti mi koca bir gün? Gitti gitmiş!... 
Neyse akşam yemeği için bin bir çeşit kıyafetimin vs.nin arasında seçim yaparak en az bir saat daha harcayarak geceye aktık. 
Ya… Tatil eğlence anlayışı dediğin; 'kusana kadar içme, bolca tanışma-kaynaşma, meşin gibi bi deriyle salına salına alemlere dalma' di mi? Ya, ne demezsiniz?! Barın birine girip, kaldık orda. Elde meyve suları (alkol içemiyok anam, beceremiyok!) bi köşede dikilip dans edenleri, neler neler edenleri izledik durduk... Bolca dedikodu yaptık ahali hakkında... Ve tabii ki ordaki bütün kızlardan daha güzel olduğumuz gerçeğini irdeledik!
Neyse anacım, geceyi de kazasız belasız tamamlayıp sabahı karşıladık.  Deniz kenarında kahvaltı, sonra da hoop  yatak… Tabii sabah uyuduğumuz için kalkmamız yine akşamı buldu. Ve dikkat ikinci gündeyiz! Ve yine dikkat, daha denize ayağımızı sokmamışız!

İkinci günün akşamına uyanıp, alelacele yemeğe indik. E, kaçırıyormuşuz nerdeyse… Acıkmışız da… Yemek rehaveti çöktü tabii sonrasında. Biraz odada dinlenelim de alemlere akalım yine dedik. Çıktık, dinlendik, duş aldık, giyindik ve sonunda dışarı attık kendimizi. Aynı terane… Dans, müzik, şovlar, flörtler, içkiler gırla gidiyor… Ve fakat bu kez bir-iki figür sergiledik dans etme adına... Sonra da otele dönüp uyku performansı sergiledik en fosurfosurundan!

Üçüncü güne zinde ve erkenden uyanmaktı niyetimiz. Amma ve lakin bitkin ve erkenden (!) yattık ya, bi kalktık anacım, saat öğleden sonrayı çeyrek geçiyo… (Kaç oluyosa işte o :)
 Oh… Dolu dolu geçer bu gün diyerek keyiflendik. Ne de olsa akşama vakit varıdı...
Kura çektik, kanka çıktı ve gidip kahvaltılık aldı geldi. Yedik içtik derken mayıştık yine. Kestirelim acık dedik klimanın karşısında üfül üfül… Şekerleme canım, başka bişey değil. 
Şöyle 15-20 dakika… Anacım, nasıl şekerlemeyse artık bi uyandık… Her yer karanlık… 
(pür nur o mevkii mağrip mi yoksa makber mi… Heyttt )
 Anam, apar topar sanki kaçıyormuş gibi geceye yetişmek için koşturduk… Dikkat dikkat, deniz veya havuz kelimesi geçmedi üçüncü günde de farkında mısınız? Tatildeyiz anacım!  Sonra, of işte aynı şeyler gece gece… (Tatilden de "of" diye bahsedilir mi ya?) 
Ne sıkıcı, ne daral, ne boktan, ne alakasız, ne gereksiz, ne fuzuli, ne… ne… ne salak bi tatil yapmışız lan! Ana… Gerçi kankam benim yüzümden uykucu şirin haline dönüştü yazık. Yoksa sudan çıkmayan, ekşın bi hatundur…du… Hahaha…

Anacım dördüncü güne uykusuz ve bitap bi şekilde uyandık üç saatlik uykuyla. Kapıya dayandı ya gitme vakti? Paçalar tutuştu ya? YusufYusuf olduk ya bi bok yapamadan gidicez güzelim belde'den diye? Şekerim biz giydik bi güzel bikinilerimizi, kavrulalım yanalım, foş ve de cos diye kızgın kumlardan serin sulara atlayalım babından indik sahile.
 Vaşşş… Amele dolu ya la, sağım solum diye sobelemeye hazır bekliyolar! Ecnebi cıvırlar memeler fora, “Böyle de yatılmaz ki” dedirtiyolar… Nasıl sıcak, nasıl yapış yapış nemli bi hava… Hayatta yatmam burada malak gibi… Tabii… Daha Türkçe konuşmayı bilmeyen kara yağız (!) delikanlılar, ingilizce şakıyolar  turistik turistik… Ay, çekemem! Kaldırmaz bünye. 
Neyse, kankitoyu da ikna ettim, kokoş kokoş otelimizin havuzuna girmeye gittik salına salına. Ayol havuz hayvan gibi. Kaç gündür hiç dikkat etmemişim. İmkanı yok yüzemem ben burada. Boyumu geçmemesi lazım suyun. Ayakları yere basan bi kadınım ben! Bu durum suda da değişmemeli tabii… Çocuk havuzuna gireyim dedim ama yemedi. Karizmayı çizdirmek var serde… Bi çocuk kapayım, onla oynuyomuş gibi yapayım çaktırmadan diyeceğim ama anasından filan tırsıyorum. Gelir; “Ne yapıyosun çocuğuma dokunma!” dese hakkıdır, haklıdır!
  Kankitoya “Sen kaç kendini kurtar benden cacık olmaz” dedim. O da hazır bekliyomuş, fırladı attı kendini suya seksi seksi… 
E, tabii otel havuzu, ciksler tikiler toplanmış meydane… 
Adamın bi elinde puro, bi elinde viski bardağı lan öğlenin kaynarında?
 “Hayırdır hemşo, beynini mi yedin?” denmez tabii?… Allahın kırosu ya…
 “Para bende bebeğim!” imajı veriyo aklınca… Sığır ya!... 
Kadınceğizin birinin bünyede kurt vardı kesin, bi türlü oturup yatıp dinlemedi yavrum, diri vücutünü gösterebilsin diye. 

Neyse anacım, konuyu değiştireyim… Öğle yemeğinden sonra alışkanlık ve sıcak bizi yatağa sürükledi. Valla… Ama yalnızca bir saat uyuyacaz diye saat kuruyoruz ha?! Son gün ya, kolay mı? Uyuduk ve oscarlık bir performansla zamanında uyandık … Giydik şipidaklarımızı, indik çarşıya… Dolan dolan öldük. Son gün ya, boru mu? Değerlendirmek lazım… 
Gece de atlıycaz otobüsümüze, dönücez memleketimize tabii… Vakit varken, yol henüz uzaktayken, patır patır aksiyonlar yapmak gerekir canım… Hayır koskoca, dolu dolu 4 günümüz vardı ya?! Hayret bişey arkadaş?!… Sen otur, uyu sığır gibi… Son gün, sanki ödül alacak edasıyla koştur dur bikaç saatte… Hayır, bi de dört bavulla gelmişsin be kadın, daha neyine bişeyler ekliyosun kullanmayacakların arasına? Ayrıca mevcut bavullara sığmayacağı için aldıkların, üstüne bi de yeni ufak bi bavulceğiz ekliyosun?! Dördü zor taşıdın zati manyak kadın?! 

O değil de, ben niye bu bi boka benzemeyen tatil gudubetini anlattımdı ki? 
Hım… Havuzdan çıktık yola! İvit… 

Bu gün sabahtan gittimdi. Pek kimse yoktu, sanki kendi evimin havuzundaymışım gibi sakin ve yalnız yüzdüm.  Neyse, pırt demeden anneler ve yaramaz veletleri gelmeye başladı bağıra çağıra. Anacım ne kadar kokoş olursak olalım, özümüz değişmiyo…
Sevmiyorum ya gürültüyü patırtıyı güneşin altında?! Valla… Hayır, ben mi bi değişiğim, yoksa hakkat insanlar çekilir gibi değil mi yahu?
Bazı insanları da sevemiyorum işte n'apayım?… Sevilecek bi tarafları varıdı da biz mi sevmedik anacım? 

Acık 'insan' olun ya... Müsveddekopiler sizi... Sizi gidi semşipaşapaşazındaseşibüzüseşicegiller ya... Dağılın uleynnnnn...


25 Temmuz 2011 Pazartesi

YALNIZLIĞIN MUHALLEBİ KIVAMI'ndan... (Elin Ecnebisi Memleketimi Benden Alıyor!)

...5-Tatilde tanıştığım İngiliz Hugh. Otuz iki yaşında. Türkiye'de yaşıyor bir süredir. Sörf hocası ve İngilizce dersi veriyor. İngiltere'deyken evliymiş, bir oğlu, bir kızı varmış. Ayrılıp, TR.'ye tatile gelmiş. Burayı ve Türkleri çok sevmiş, nesini sevdiyse (!) kalmaya karar vermiş...
Gerçi benimki de laf, anacım sever tabii Cennet gibi ülkeyi. Memleketimin doğası hiçbir yerde yok ona bakarsan da, insanları işi bozuyor o ayrı.
 Bir kere Avrupalısın. İstediğin zaman dönebileceğin bir memleketin var. İstediğin zaman istediğin ülkeye girip çıkabilir, istediğin yerde kalabilirsin. Pasaporttu, vizeydi sorunun yok. Yabancı olduğun için el üstünde tutuluyorsun, bir tarafın ‘altın’dan sanki. Memleketim insanı, bana davrandığından daha iyi davranıyor sana, bir yalamadığı kalıyor. 

Bir ara, Marmaris İçmeler’de tatil yapıyordum da… Bir şey almak için mağazaya girdimdi, hah, ayakkabı alacaktım. ‘Affedersiniz’ diyorum suçlu gibi ezik, ‘Bir şey soracağım’… Yok. ‘Bakar mısınız?’ diyorum, yok. Kibarlığı elden bırakmıyorum yani… Daha Türkçe konuşmaktan aciz kara yağız (!) delikanlı çok meşgul. Tabii… Rus ve İngiliz hatun kişilerle meşgul. Onlar da ayakkabı bakıyor, dolanıyor mağazada. Olacak şey mi yani, onlar varken, ne halt etmeye girip de rahatsız ediyorum insanları, değil mi? Ben parayla almayacağım çünkü ayakkabıyı ve ayrıca müşteri de değilim. Müşteri velinimet de değildir zaten.Ay aklıma geldi de nasıl sinirlendim, oradayken ki halimi hiç düşünmek istemiyorum. Ay, ne kibarlığı ayol dedim, bir güzel okkalı küfredip çıktım.

Bu arada Marmaris ne kötü yapılaşmış yahu? Yüksek ve düzensiz binalarla şehir gibi iyice. Sıkıldımdı.  
Bina deyince, sen elin insanı, ülkeme gelip istediğin gibi ev, arsa, vs. alabiliyorsun hiçbir bürokratik engel olmadan. Hele yazlık kasabalarda, neredeyse beni kovacaksın yerimden yurdumdan.
İstediğin gibi siteye kurulup, başına da ‘Güvenlik’ koyuyorsun… Önündeki denizimi bile sahipleniyorsun ‘Girilmez’ yapıyorsun. Bir Allahın kulu da çıkıp, ‘Hop birader, kimin memleketinde, kime yasak koyuyorsun da sınır çiziyorsun?’ demiyor.
İstediğin gibi içip–sıçıp naralar atıp, anırarak gülebiliyorsun.
Bikininle çarşıda gezebiliyorsun her yandan çıkmış sarkmış etini sergileyerek göz zevkimi bozma pahasına… Hem de benim güzel kadınıma ‘orospu’ gözüyle bakılıp, ayıplanırken!
Yalnız kalmak üzere sorunsuz ev kiralayabiliyor ki bırak kiralamayı, satın alabiliyorken, istediğini çağırıp parti bile verebiliyorsun, benim güzel insanıma ‘burası aile yeri’ denip ayıplanırken!
Daha hangi birini sayayım anacım. Aman, bitmez bu muhabbet...

...... ......... ......... ........... 


     



24 Temmuz 2011 Pazar

YALNIZLIĞIN MUHALLEBİ KIVAMI'ndan... (Ağla Suna'm ağla :)



Öldüğümde de cenazemden sonra çalınmasını istediğim üç parça var birbirinden muhteşem…
Vangelis’den ‘Bon Voyage’, 
Yo-Yo Ma’dan ‘Erbarme Dich’, 
Secret Garden’dan ‘Awakening’…
Bunları dinlerim hemen, hüzünlendiğimde. Şimdi uygun bir zaman. Resmen beni anlatıyorlar. Gözlerim kapalı, yarı uzanır vaziyette oturuyorum. Hiçbir şey düşünmemeye çalışıp, müziğin muhteşem tınısına kaptırıyorum kendimi. Gözyaşlarım pıt pıt düşüyor yanağıma, oradan dudağımın kenarına. Yalıyorum boynuma kadar akıp, gıdıklamasınlar diye beni. Hafifi tuzlu, kıvamında bir tadı var. Ama melodili ağlamaya başladığımda, daha fazla tutamıyorum onları. Boynum sırılsıklam oluyor. Sıvazlıyorum boynumu, gözyaşlarımı yediriyorum tenime. Silmek istemiyorum, hissetmek istiyorum ıslaklığını. Kolay kolay ağlayamıyorum çünkü. Tadını çıkarayım diyorum… Başıma bir sızı giriyor inceden. Ama kalıcı değil. Melodi çoğalıp, beste oluştuğunda gidecek. Rahatlamış olacağım. Awakening’in son notasıyla, ben de kendime geliyor, uyanıyorum…


Ah, duygusala bağladım yine. Kullandığım doğum kontrol hapları bana abuk sabuk duygu karmaşası, patırtısı, tıkırtısı yaşatıyor! Hah bir de üstüne reglim! Aman ne güzel! Yollarda ağlar mıyım şimdi? Ağlarım! Zaman, mekân önemli mi? Değil! Kadın olduğum için, istediğim zaman, istediğim yerde, salya-sümük ağlamaya hakkım var. 


Erkeksen, bu yadırganır. İyi ki erkek değilim! Her yönden! İşin yoksa penisin boyu mu işlevi mi, ereksiyon oldu mu olacak mı diye uğraş dur! İşleri zor adamceğizlerin… Hahaha…
Daha küçücükten ağlamaması gerektiği dayatılıyor zavallılara. Acıdım bak şimdi. :) Aman ne acıyacağım dallamalara? 


“A, kız gibi ağlanır mı öyle salya sümük oğlum? Errrkeksin sen!”


Yok ya? Niye ağlamayacakmış? Her şeyden önce o da duyguları olan bir “insan”. Tamam, çok da feminen olmasın tabi… 
Kadınlar, erkeklerden %60 daha fazla ağlıyormuş ‘prolaktin’ hormonu yüzünden! Şu bilgiler, rakamlar nasıl aklımda kalıyor, deli olacağım?! Ha, evet, regl döneminde de artıyordu bu gerekli mi gereksiz mi olduğuna karar veremediğim hormon, tabi ya! Niye de kızıyorsam hormoncağıza? Ayrıca da gereksiz bir şey yok ki canım vücudumuzda. Acayip bir makina. İnceledikçe tekrar tekrar hayran oluyorum yani işleyişine. Hım, nerede kalmıştım? Hah…

Ağlamak güzeldir bir kere! Ağladığında, içinde biriktirdiğin hüznü akıtırsın gider ve rahatlarsın. Savunmasız kılıyor kadını gözyaşları gerçi. Bir kadın herhangi bir sebepten ağlarken, erkek gayet rahat bağlayabilir hatunu! En azından beni. Başımı geniş omzuna aldı mıydı, beni de alır.  
Ancak bir kadını ağlatmamalı erkek dediğin, hep gülümsetmeli. Hah, nasıldı şu Musevilerin Tanrı ile konuşmasını anlatan ‘Talmud’daki söz? Cuk…


“Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin. Çünkü Tanrı gözyaşlarını sayar. Kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı. Öyle olsaydı ezilirdi. Üstün olmasın diye başından da yaratılmadı. Ama göğsünden yaratıldı. Eşit olsun diye. Kolun biraz altından, korunsun diye. Kalp hizasında, sevilsin diye.”… 


Kuranda da yok muydu buna benzer bir ayet? Bir ara tekrar bakayım!
Ama aynı zamanda kadın, birkaç damla gözyaşı dökerek adama istediğini yaptırır, parmağında oynatır… Tabii bu adamın, biraz şapşal ya da duygusal ve şefkatli olması, aynı zamanda da kadına tapması gerekiyor. Yani az bulunur cinsten! Gerçi en maço geçinen, kanmam bu gözyaşlarına diyen, sözde uyanık modelden de çok var. Ayakta uyuyorlar haberleri yok. Hahaha… 


Ahmet Bey de, ben ağlarken ne güzel ifade etti ağlamanın gerekliliğini;


’’Ağlamak; bizi içimizdeki endişelerden uzaklaştırır, ferahlatır, içimizdeki kargaşayı akışına bırakır ve dikkatimizi zihinden uzaklaştırıp, fiziksel olana odaklar. Sonra da konudan iyice uzaklaşıp, akan burnumuzu sileriz hafifi gülümseyerek. Yani; gözyaşı iyileşme sürecinin bir parçasıdır.’’


Oh, rahatladım…

YALNIZLIĞIN MUHALLEBİ KIVAMI'ndan...(Böyle de sevişilmez ki:)

...Bu harika olay, akşam yemeği, onun evinde şarap ve muhteşem bir orgazmla sonuçlandı ki kolay kolay olmam! Ricardo’yla bile yaşamadım böylesini. Gerçi adamın hakkını yememem lazım. Güzel sevişmese, ten uyumu olmasa, ne işim olurdu onunla? Hahaha… Maalesef acı gerçek (!) bu. 
Bir ilişkide iyi ve uyumlu seks varsa, o ilişki daha uzun ömürlü olur. Tartışmaların ardından barış yatakta imzalanmaz mı zaten?
Ayrıca zaten hep şöyle olmaz mı? Yenisi geldiğinde, eskisi hükümsüzdür. Eskisi iyiymiştir, hoşmuştur ama şöyle demiştir, böyle yapmıştır zamanında. 
Oysa yenisi öyle midir? Tazeciktir, henüz cillop gibidir! Ha… Bir de tam tersi vardır ki eyvah eyvah… ‘Gelen gideni aratır’ olayı! İnşallah öyle olmaz…

Neyse, Emir’le sadece seks değildi sanki yaptığımız. Birbirimizi uzun zamandır tanıyormuşuz da, delicesine âşıkmışız gibiydik. Adeta dans ettik yatay vaziyette.Vücudumun her bir zerresi, onunkiyle bütünleşmişti. Birbirine değmeyen tek bir nokta kalmamıştı. Şefkat, özen, dikkat ve enerji doluydu bedeni. Parmakları sanki aşk ile dolu birer şırıngaydı ve muhteşem dokunuşlarla bana enjekte ediyordu. İşaret parmağını vücudumda gezdirdiği yerler ürperiyor ve tuhaf bir şekilde rahatlatıcı masaj etkisi yapıyordu. Ayrıca da deli gibi ağlamak istiyordum. Doğrusu ben de anlamadım ne biçim bir his olduğunu. Ama Melis’e de oluyormuş, çok iyi bir seksin ardından ağlama hissi. Hahaha…
Neyse, o parmaklarıyla şifa dağıtan biriydi ve dokunuşları ilaç gibi gelmişti. Ay, ‘ilaç’ cuk oturdu hakkat o anı anlatmak için. Hahaha… Hiç bitmesindi. Öyle güzel öpüyordu ki, tansiyonum bir inip - bir çıkıyordu sanırım. Çünkü baş dönmesi hiç geçmedi. Fakat aynı zamanda da geçmesin istiyordum. O kadar yumuşak, o kadar hassastı ki, bedenimle beraber, beynim de boşalmıştı. Dünya güllük - gülistanlıktı. Çiçekler, börtü böcek ve yeryüzündeki bilumum yaratık güzeldi. Sinir, stres de neydi? Her türlü negatif düşünceden arınmış ki; bende pek olmaz ama sanki daha önce değilmişim gibi mutlu hissediyordum. Ama tuhaf bir mutluluk. Huzurlu ama buruk, sevinçli ama ağlamaklı… Bu adamla aramızda derin bir cinsel uyum oldu. Kolay kolay olmaz yani öyle herkesle.
 Bütün pozisyonları çok seviyorum ama Emir, şöyle tüm heybetiyle üstüme çıkıp beni ezerken, avuçlarının arasına aldığı suratıma ve dudaklarıma, nefes aldırtmadan öpücük kondururken, zaman böylece dursun istedim resmen. Hiç ama hiç bitmesindi…


Bu arada beynimizde yaklaşık on üç milyar sinir hücresi varmışmış. Her hücrede de bilmem kaç kilovoltluk enerji açığa çıkarmışmış. Hepsi birden enerjisini salsa, bir metropolün tüm elektriğini karşılarmışmış... O da bir şey mi ayol? Emir’le tanışmaları lazım. Adam beni iliklerime kadar aydınlattı be. Ondan sonra huzur içinde öl artık yani. Daha da üstüne bir şey yok.


Yani kuvvetli bir cinsel çekim hissettik, gittik seviştik diye nüfusumuza alacak halimiz yok tabi ama tüm bunları hissettiğim adamla da güzel bir ilişki yaşasam hiç fena olmaz… Ay…


............ ........... ............

YALNIZLIĞIN MUHALLEBİ KIVAMI'ndan... (Hint Geleneği :)

Şöyle, güzel bir balkon sefası yapayım bari azıcık yalnız yalnız. “Yalnız ve güzel dul” sinemalarda… Ay, dulum değil mi ben? Öğk... Ne kötü bir kelime yarabbim. Eskiden nüfuslarda “Boşanmış” ya da “Dul” yazıyordu. İğrenç. Hiç abartısız, bir arkadaşımınkinde “Bekâr” yerine “Bakire” yazmışlardı. Güler misin ağlar mısın olayı! Bir de ‘İner misin çıkar mısın’ diye yarışma vardı eskilerde, nereden geldiyse aklıma?! Hahaha…


 Gerçi ben şanslı kesimdenim. Doğuda, vs… de kadınlar, sadece kadın olduğu için her türlü haktan mahrum kalıp, aşağılanıyorlar. Kalmış ki, dul olsun Allah muhafaza. 
Sadece bizde değil ki; neydi o Hint geleneği? Dur bakayım, yazmıştım not defterime…  Hah…


Kocası ölen dulun üç seçeneği varmış:
1) Kocasıyla beraber yakılmak.
2) Eşin küçük kardeşiyle evlenmek.
3) Tecrit edilmiş bir yaşam sürmek.     

Bu kuralı da kesin bir erkek türetmiştir. Ay, niye kocamla beraber yakılayım ayol? Manyak mıyım? Ya da bunu türeten mi manyak acaba? Ölenle ölünür mü yahu? Hiç duymamışlar herhalde bu lafı? 


Kocamın küçük kardeşiyle evlenir miyim? Yakışıklıysa olabilir. Ah, yıllarca kardeş bilmişim, öyle demişim, ensest den farkı yok yani bana göre.


“Tecrit edilme” şıkkını da almayayım. Şöyle esmer, kaslı, iri bir adamın kollarında yatamayacaksam, ten tene, ter tere karışmadan, tek vücut olup kaynaşmadan, ne anladım kadınlığımdan ve hayattan? Oh…


Demek ki ne yapıyoruz? Hindistan’da, erkek kardeşi olmayan bir adamla evlenmiyoruz ne olur ne olmaz diye! Kardeş - mardeş dinlenmez o zaman.  :)

YALNIZLIĞIN MUHALLEBİ KIVAMI'ndan...( Neşeli bi yemek tarifi :)

.......   .......   ........

“A… Suna abla… Yemek tarifi mi diyordunuz? Ben de istiyorum lütfen ya. Kocama yaparım evde. Senin yemeklerini methedip duruyor Can sürekli. Erkekler annesinin yemeğini söyleyip durur genelde ama…”

 “Ay, bakma sen ona. Tarif vereyim ama sen yorumlarsın onları kendi zevkine göre. E mi?”

 “Ok ablası… Dur ben kâğıt kalem kapayım…”

 “Ok miyiz? Yaz kızım fasulye… Hahaha… Domates çorbası ve pesto soslu makarnayı yazdırayım. Mozarellalı fritta’yı bilirsiniz, kolaycacık. Minik baget ekmeklerini şu sırayla hazırlayıp kızartacaksınız şekerler, üzerine mozarella koyup: Yumurta – ekmek kırığı – yumurta - un – yumurta – un  - yumurta – ekmek kırığı…”

 “Çok kırık bir tarif oldu abla ya… Hahaha… Bildiğin peynirli kızarmış ekmek ya bu!”

 “Allah Allah… Yazın bakayım pesto sos tarifini de… Hadi…”

 “Evet, öğretmenim, yazıyoruz…”

 “Aferin… Aşağı yukarı bir gramaj vereceğim. Fesleğen yaprağı 1 su bardağına yakın, 3-4 diş sarımsak, 3 yemek kaşığı çam fıstığı, 5-6 yemek kaşığı zeytinyağı, hım… Yarım su bardağı kadar kaşar rende, 4-5 yemek kaşığı pecorino peyniri rendesi, taze karabiber… Dur bakayım, bir şey unuttum mu? Hı… Yok, tamam gibi. Hepsi robottan geçecek, en son peynirleri ekleyeceksiniz. Oldu da bitti maşallah.”

 “E, kolaymış bu da ablacığım…”

 “Kolay ayol, ne olacak? Durun, domates çorbasının detaylarını da vereyim. 1 yemek kaşığı zeytinyağı ve 2 yemek kaşığı tereyağında, 1 tane soğanı kavurun. Kavurdunuz mu? Hah… 1 kiloya yakın kiraz domatesi, 1 diş sarımsağı, 2 yemek kaşığı domates püresini ekleyin, iki çevirin. Ok? Sonracığıma, yarım su bardağı beyaz şarap ve 3 su bardağı kadar sebze ya da tavuk suyunu da koyup, 20-25 dakika pişirin. Evet, hanımlar… Son aşamaya geldik… Çorbayı, fesleğen ile robottan geçirin. Kremayı ekleyip, kaynatmadan biraz ateşte tutun. Bitte… Hahaha…”

 “Ben beyaz şarap koymuyordum bak çorbaya ablacığım. Hım, böyle deneyeceğim.”

 “Dene bakalım… Ay, çenem yoruldu be…”

.......   .......   ........

SEN OKUYUCU; YATMADAN ÖNCE BİR BARDAK SÜT VE KURABİYE İKRAM EDEYİM ANACIM... İÇ-İÇ...BİTİCEK OOOOO!!!





Yalnızlığın Muhallebi Kıvamı'ndan (Yemek Tarifi:)

.......   .......   ........

“A… Suna abla… Yemek tarifi mi diyordunuz? Ben de istiyorum lütfen ya. Kocama yaparım evde. Senin yemeklerini methedip duruyor Can sürekli. Erkekler annesinin yemeğini söyleyip durur genelde ama…”

 “Ay, bakma sen ona. Tarif vereyim ama sen yorumlarsın onları kendi zevkine göre. E mi?”

 “Ok ablası… Dur ben kâğıt kalem kapayım…”

 “Ok miyiz? Yaz kızım fasulye… Hahaha… Domates çorbası ve pesto soslu makarnayı yazdırayım. Mozarellalı fritta’yı bilirsiniz, kolaycacık. Minik baget ekmeklerini şu sırayla hazırlayıp kızartacaksınız şekerler, üzerine mozarella koyup: Yumurta – ekmek kırığı – yumurta - un – yumurta – un  - yumurta – ekmek kırığı…”

 “Çok kırık bir tarif oldu abla ya… Hahaha… Bildiğin peynirli kızarmış ekmek ya bu!”

 “Allah Allah… Yazın bakayım pesto sos tarifini de… Hadi…”

 “Evet, öğretmenim, yazıyoruz…”

 “Aferin… Aşağı yukarı bir gramaj vereceğim. Fesleğen yaprağı 1 su bardağına yakın, 3-4 diş sarımsak, 3 yemek kaşığı çam fıstığı, 5-6 yemek kaşığı zeytinyağı, hım… Yarım su bardağı kadar kaşar rende, 4-5 yemek kaşığı pecorino peyniri rendesi, taze karabiber… Dur bakayım, bir şey unuttum mu? Hı… Yok, tamam gibi. Hepsi robottan geçecek, en son peynirleri ekleyeceksiniz. Oldu da bitti maşallah.”

 “E, kolaymış bu da ablacığım…”

 “Kolay ayol, ne olacak? Durun, domates çorbasının detaylarını da vereyim. 1 yemek kaşığı zeytinyağı ve 2 yemek kaşığı tereyağında, 1 tane soğanı kavurun. Kavurdunuz mu? Hah… 1 kiloya yakın kiraz domatesi, 1 diş sarımsağı, 2 yemek kaşığı domates püresini ekleyin, iki çevirin. Ok? Sonracığıma, yarım su bardağı beyaz şarap ve 3 su bardağı kadar sebze ya da tavuk suyunu da koyup, 20-25 dakika pişirin. Evet, hanımlar… Son aşamaya geldik… Çorbayı, fesleğen ile robottan geçirin. Kremayı ekleyip, kaynatmadan biraz ateşte tutun. Bitte… Hahaha…”

 “Ben beyaz şarap koymuyordum bak çorbaya ablacığım. Hım, böyle deneyeceğim.”

 “Dene bakalım… Ay, çenem yoruldu be…”

.......   .......   ........

8 Temmuz 2011 Cuma

YALNIZLIĞIN MUHALLEBİ KIVAMI'ndan...(Yorgun düşünceler :)


Yorgun düşüncelerin biriktirdiği tortu ile semaya bakıp kendimi izliyorum yukarıdan… Düşüncelerin sesi olsa da anlatsalar... 
Biraz da sol yanımla konuşuyorum, hala kıpır kıpır hayret...
Derken, uzun bir yolculuğun kokusunu alıyor bedenim… Yakıtı ben, güzergâhı ben, nihayeti ben…

Pencereden izliyorum beni, yan yana seyahat ettiğim ‘zaman’, 
parmağıyla yetişebildiğim anlarımı gösteriyor heyecanla... Çok hızlı gidiyoruz.

Karşımda biraz tombulca bir "sıfır" oturuyor, o da bizimle geliyor, yanında bolca eşya getirmiş...
Benimse eski bir çuvalım var sadece, içine biraz ‘dirim’, biraz ‘hakikat’, biraz ‘hürriyet, biraz ‘iyi niyet’, bir de ne olur ne olmaz diye az biraz ‘hüzün’ koymuştum yolda acıkırım diye…
Gece ve gündüz birbirlerine sürekli ‘sıra sende’ derken daha önce hiç duymadığım ‘keşke’ istasyonu’nda duruyoruz, bu hiç olmazdı oysa…
Bu durakta aramıza simasını hatırladığım ‘nefs’ katılıyor, sürekli
ofluyor nedense... Her ofladığında ‘sıfır’ ve ‘zaman’ kıs kıs gülüyorlar...
Çuvaldan biraz hakikat alıp, uykuya dalıyorum...
Uyandığımda ‘elbette’ diye cevap veriyorum, defalarca ne olduğunu hatırlamadan.
‘sıfır’, ‘zaman’ ve ‘nefs’ birbirlerine bakıp bir anlam veremediklerini ima eden mimikler sergiliyorlar...
Çuvala ‘öfke’yi koymadığıma sevinirken, ‘sabr’ı koymayı unuttuğum
için çok öfkeleniyorum...
Güneş doğuyor…




Huzur mu dedim? Dünyaya gelmiş en ulvi insanin dahi huzuru yoktu, daha kendimle yüzleşemezken nasıl olur da huzuru aradığımı söylerim?  
Ey Suna kadını; hiç tanımadığın insanlar için düşüncelerinde dua için zaman ayırdığını farz et... Yalın adımlar atarak kapı gıcırtısını dinle, ne demek istiyor sence? Devasa bir süzgeçten geçsen, acaba tortu olarak senden ne kalır geriye? Ya geçemezsen, ya süzgeçten sonrası...
Bir tarafta terazi, diğer tarafta sen, hanginiz ağır gelir? Bir kez olsun kendine küfür etsen hangi küfrü söylerdin?


Uğruna, daralan vakitleri genişlettiğin anlarına bir bakar mısın,  
nedir seni alıkoyan? Kâfi olanı elinin tersiyle itmene sebep olan 
nedir? Seni doyuracak tahta kaşığın boyutu ne olmalı, söyler misin?
Çok yakındaydı hâlbuki uzak gibi görünen değerler, içimize işlemişler habersiz… Çok basit bir tarifi vardı aslında huzurun. Bir kaşık deniz suyu, iki tutam bulut ve göz kararı toprağı karıştırmak yeterliydi...
Adını bilmediğim duvarlara bütün boyalarımı döküyorum… Oluşan şekillerle saatlerce konuşuyorum…
Karşıdan karşıya geçerken istem dışı gelgitler olur ya onlara sorun beni… Başaramadınız değil mi? Biraz daha sabredin, aynı filmi tekrar izleyeceğiz nasıl olsa...


Nedendir bilinmez ama sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilmez olduk, derinlerde kendimize söyleyemediğimiz gerçekleri bir başkasında arar olduk… Yaşam adına ne varsa hepsini ölümün içine gömdük. Çaresizlikten çareler üretip onlarla avunduk, sevgimizi parçalara ayırıp olmayan kalıplara sokmaya çalıştık. İhanet ederken ihanete uğradık. Böldük kendimizi, sonra da tekrar toplamaya çalıştık. Bir sonraki yalanımızı bile bile tekrar tekrar söyledik...


Nedendir bilinmez ama sahip olduğumuz kudretin kıymetini bilmez olduk, yarının ne getireceğini düşünmeden bugünü dünle geçirdik. Başkaları için başkalaştık. Verdiğimiz kararların sonuçlarına katlanamadık, çözümler yerine problemlerle uğraştık…

Nedendir bilinmez ama sahip olduğumuz inancın kıymetini bilmez olduk, sırtımıza bize ait olmayan çuvalları yükledik. Kendimizden ziyade başkalarıyla barışık olmayı tercih ettik.
Saygıda kusur ettik, sevmedik... Oturup armudun düşmesini bekledik, bir başkası için dualar etmedik.


Nedenini bildiğimiz halde, bilmezden geldik ve bu şekilde katlayarak devam ediyoruz…

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Merhaba, benim adım Selda...

"Merhaba, benim adım Selda... 
29 yaşındayım. Evliyim ve 8 yaşında bir kızım var. Kocam bir iş yerinde çaycılık yapıyor. Ben de firmanızda temizlik görevlisi olarak çalışmak istiyorum. Açık öğretim de iktisat okuyacağım, orayı kazandıydım. Bir işime yarar mı bilmiyorum ama üniversite okumak istedim..."


Başvurumun üzerinden 3 gün geçmişti işe alındım. Başladım hemen. Bu devirde iş bulmak ne kadar zor bilirsiniz. Hasan da sağ olsun bana destek oluyor okuyayım diye ama ben ailemize yük olmak istemiyorum, çalışıp okumak istiyorum. Hasan ortaokul mezunu, okumayı sevmiyor o yüzden devam etmemiş. Olsun, okumakla adam olunmuyor illaki. İçkisi kumarı dayağı yoktur. Kazandığını getirir, ödemelerimizi zamanında yapar, Ceylin'e iyi bakar, ikimize de iyi davranır. Sessizdir, sakindir, fazla konuşmaz. Ben bir konu açarım tartışmak için, şaka yollu takılır; "Üniversite okuyacan ya başladın ahkam kesmeye...Tepemize çıkmayasın mezun olunca falan?" der takılır kendince...Bazen eksikliğini duyar ortaokul mezunu olmanın, bana yetememe korkusu duyar, biliyorum, hissediyorum. Ben aşağılamam hiç onu ama...Hatta hep överim bizimkilerin, komşuların falan yanında, ne kadar çalışkan ve dürüst olduğunu söylerim hep. Geçinir gideriz işte orta halli...Bazen kavga ettiğimiz de olur lakin uzun sürmez. Parlar ve söner hemen Hasan'ın siniri, geçicidir. Öyle deve kini yoktur! :) Ben de erkektir der saygıda kusur etmemeye çalışırım. Böyle öğrendik büyüklerimizden. 
Ceylin de hiç yaramaz bir çocuk değildir. Güzelce okusun istiyorum, sonuna kadar. Bir mesleği olsun, sonra da kendi denginde biriyle evlensin istiyorum. Kültürlü bir adam olsun kocası, iki kelime laflayabilsinler oturup. Güzel evlerde otursun, güzel arabalara binsin benim güzel kızım...


İşe başlayalı üç ay oldu. Şirket büyük alışveriş merkezleriyle anlaşmalı, oralara gönderiyor bizi temizliğe, ortalığı düzenlemeye. Aslında çok sevmiyorum oraları ama yapacak bir şey yok, iş iştir ve zar zor bulunuyor. Bundan önce 8 sene yine bir firmada çalıştım, yemek yaptım. Bu sene patronumuz vefat etti Allah rahmet eylesin, oğlu geçti işlerin başına ve eleman alıp- çıkarmalar yaptı. Çıkarılan şanslılardandım ben de! :( Neyse sigortam neyin düzenli yatıyordu Allah'tan...Pek bir kaybım olmayacak... 


Çalıştığım AVM, hayvan gibi bir yer, kocaman... Fast food'cuların bulunduğu yemek katındayım bir süredir. İnsanlar geliyor, self servis yiyeceklerini alıyor, oturuyor masalara, başlıyorlar tıkınmaya... Yemekleri bitince, darmadağın pis bir masa bırakıyorlar bana ve ben de gidip temizliyorum itinayla... Dolanıyorum etrafta, kimin yemeği bitmiş, hangi masada tepsiler var, yere ne düşmüş, ne dökülmüş... Bakıyorum radar gibi kontrol ediyorum. Her yer gıcır gıcır olmalı çünkü, pis masa görünmemeli boş boş... 


Masa kapmaca oynuyor insanlar hafta sonları... :) Aman nasıl dolu oluyor her yer. İğne atsan birinin kıçına falan batar, düşmez yere maazallah... :) Para yok deyip duruyorlar, ağlaşıyorlar ama buraları doldurup deli gibi para harcıyorlar yahu? Anlamadım ben bu işten bir şey?! Otoparkına bak, lüks araba dolu... Mağazalar dolup dolup boşalıyor elinde poşetler çantalarla gezinen insanlarla... Çay - kahve içilen yerler desen, keyif yapan yapana. Kapalı bir mekan sonuçta ama açık alanlar da yapıyorlar tabii güzel havalarda da müşteri çekebilsinler diye. Kır - bahçe süsü veriyorlar yeşil yeşil... Sinemaları da hep seyircili... Para nasıl yok bu insanlarda, ben bir bok anladıysam arap olayım?!


Yorucu bir iş tabii... Kolay değil, havalı havalı gezinen insanların ağız kokusunu, küçümseyen bakışlarını çekmek. Her babayiğit yapamaz yani, bi'tarafları yemez. Ama biz yapıyoruz, çünkü yapmak zorundayız. Ne de olsa aşağı tabakayız ya, bu işleri biz yapmazsak kim yapacak, değil mi ama? Ahdettim lakin, üniversiteyi bitireyim, daha düzgün bir işe gireceğim... Kızım; "Annem temizlik görevlisidir" demek zorunda kalmayacak... Ne bileyim bir şirkete girerim belki sekreter falan olurum en azından, ne de olsa diplomam olacak kapı gibi! Neyse...


Bu gün de günlerden Cumartesi ve acayip kalabalık yine burası... Ve ben yine fast food bölümündeyim. Her hafta sonu düzenli olarak gördüğüm tipler var artık... Daimiler de var... Genci, öğrencisi, yaşlısı, evlisi, çoluk çocuklusu... Bir kaç tanesine isim koydum sık gördüklerimin... Kendi kendime senaryolar yazıyorum, ne yaptığını ya da ne yapacağını tahmin ediyorum falan. Oyun yarattım kendime... 


Çoğunlukla kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum. Çünkü göz göze gelirsem biliyorum ki, içim acıyacak. Gerçi kimse de tenezzül etmiyor bakmıyor yüzüme Allah'tan! :( Üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim yakışıklı bir çocuk var, sevgilisiyle her hafta sonu gelir. Adını "Yiğit" koydum! Ne bileyim, pek bir Yiğit tipi var! :) Sevgilisi sünepe bir şey. Onun adını da "Sinem" koydum... Düzenli geliyorlar, belli ki sadece hafta sonu buluşuyorlar ve buranın sinema salonunu seviyorlar. Hiç bir filmi kaçırmadılar maşallah! :) Sünepe Sinem, mıymıylar durur Yiğit'e, o da ağzının içine düşecek kızın, her dediğini yapar... Hasan'ı düşünürüm ben de o dakikalarda... İyidir hoştur da, hiç böyle bakmamıştır gözlerimin içine dimdik... Hiç elimi tutmamıştır böyle içime düşecekmiş gibi bakarken... Hiç sarılmamıştır sımsıkı böyle, biri alıp götürüverecekmiş gibi sanki... Kıskanırım o vakit biraz Sinem'i, hatta yolasım gelir... :) Güzelim çocuğu bulmuşsun, nedir bu kaprislerin havaların, değil mi ama? Hayır o değil de, bu çocuk bu kızı niye çeker, nasıl çeker? Aşkın gözü gerçekten kör, kulağı gerçekten sağır mıdır? Öyle demek ki... :)


Göz göze gelmem kimseyle... Bilirim, kimse de benimle durmak istemez yüz yüze... Masayı temizleyip, tepsiyi alırken önlerinden, zahmet edip kaldırmazlar kafalarını, kim bu, ne yapar, neden yapar, acaba bir teşekkür etsek fena mı olur deyin? Ha, Yiğit gülümsedi bugün, kafasını aşağı doğru eğip selamlıyor gibi yaparak. Selin, burun kıvırarak bir bakış attı kafasını bile kaldırmadan gözünü belertip bana doğru... "Niye selam veriyorsun elin hizmetçi kadınına?" der gibi! Bilmiyorum belki de bana öyle geldi. Belki de o kadar kötü bir şey demek istememiştir. Kıskanmıştır belki, ne de olsa bende bir kadınım ve gayet de yüzüne bakılır durumdayım. Tabii canım, güzelim ben de. Hasan hiç söylemediyse de bu güne kadar, beğenir beni. Halvet olurken, bir kerecik; "Kız sen pek güzel göründün bu gece gözüme!" dediydi... Eh, bu da bir şey! :) 


Bir masa doluyor, bir masa boşalıyor, yine doluyor. Köşe kapmaca gibi, masa kapmaca oynuyor insanlar. Ben doğru düzgün bir işte çalışmaya başladığım zaman, hayatta gelmem buralara. Deli miyim? Alırım piknik sepetimi, giderim kırlara, bayırlara yayılırım... Niye tıkılayım bu birbirini umursamaz, hipnotize olmuş gibi alışveriş yapan, duygusuz, duyarsız, görgüsüz insanların arasında dolanacağım kapalı alana? Ceylin de kuşlarla böceklerle oynar, top koşturur ferah ferah... Hasan da sevmez öyle alışveriş merkezi neyin. "Paramız pulumuz yok doğru dürüst, karnımızı zor doyuruyoruz, ne yapıcaz gidip boş boş vitrinlere mi bakıcaz neler alamayacağımızı görmek için?" der hep... Haklı da... Ama ben üniversiteyi bitirip, iyi bir işe girdiğimde düzen değişecek. Biz de doğru düzgün yaşayacağız ve istediğimizi alacağız o vitrinlerden... Ha, şimdiki hayatımdan da memnunum, şükür yani, ne yapalım böyleyiz işte? Herkes zengin doğmuyor. Birileri de yoksul olmak zorunda bu dünyada... :) 


Hafta sonuydu, başıydı derken günler geçiyor su gibi... Her gün yüzlerce kişi görüyorum, gelip giden... Onlar ise beni görmezden geliyor sanki görünmezmişim gibi... Evet, evet... Bu güzel oldu, sanki görünmez biriyim de o yüzden göremiyorlar doğal olarak... Aylar, yıllar geçse de görmeyecekler zaten... Kimim ki ben? Alt tarafı bir temizlik işçisi! Muhatap olmaya değmem... Bir ufak göz kontağı yada minik bir teşekkürü bile hak etmeyen, yapmak zorunda olduğu bir görevi yerine getiren, emirlere amade, "evet efendim, peki efendim" demekle yükümlü bir temizlik işçisiyim! 


Koskoca alışveriş merkezine gelirsiniz gidersiniz, yersiniz içersiniz, dağıtır pislersiniz, hor görür küfredersiniz, kendinizi buranın sahibi addedersiniz de; bir kerecik olsun insanlık namına, nezaketen, saygı icabı, görgü gereği ufacık bir teşekkürü, bir iyi günler dilemeyi, bir gülümsemeyi çok görürsünüz, esirgersiniz... Çünkü o zaman incileriniz dökülür, maazallah bir yerlerinizden bir şeyleriniz eksilir, klasınız sarsılır bi hizmetliye selam verdiğiniz için...


Merhaba, benim adım Selda... 29 yaşındayım ve her zaman gittiğiniz büyük alışveriş merkezinde sizin pisliğinizi temizleyen, görmezden geldiğiniz, yüzüne bile bakmadığınız, bir teşekkürü çok gördüğünüz insan... Evet, ben de bir insanım ve en az sizin kadar saygı görmeyi hak ediyorum... Fakat aynı zamanda da bu hiç değişmeyecek biliyorum... Umarsızca gelip, doyumsuzca yiyip içip, fütursuzca kirletip, bilinçsizce tüketip, hesapsızca çekip gideceksiniz her gün yeniden... Kendinizden başka kimseyi görmeden, göremeden, bilmeden, öğrenemeden... Bencilce, saygısızca... 


Merhaba, benim adım Selda... 

Zor velhasıl!...

Sezgilerinizi, iç sesinizle karıştırmayın!...


Doğru hissederseniz, sezgileriniz sizi yanıltmaz. Fakat iç ses'in çocuksu bi yanı vardır,o da kalbin sesini dinler,ona göre hareket eder.Bu da bazen sizi yanıltabilir. Çoğu zaman iç sesimi dinlerim! Yanıldığım da olur,aldandığım da...Haklıyımdır da ara sıra.Ama vazgeçmem,"Hatayı da sevabı da ben ettim ben buldum" derim,kabullenirim...


"Aşk İnsanı" olmak zor velhasıl!

KAFADAN ÇÜKLÜ ADAMLAR

Allahım,benim bu insanların arasında ne işim var? Yarabbi..Yarabbiii... Sana geliyorum...

Yine sinirlendim!

Oturduğum yerde buluyorum sinirlenecek bir şey illaki...E,done çok...Done done sinir olabiliyor insan rahatlıkla...

Güzel güzel oturuyorum balkonumda...Tavşan kanımı yudumluyorum... Havanın ve nefes alabiliyor olmamın keyfini çıkarıyorum, şükrediyorum... 
Kuş sesleri var, arada iki otomobil geçiyor,birileri bir yerlere gidiyor,köşedeki taksici abiler dedikodunun dibine vurmuşlar ellerinde ince belli, kulak arkası yapılmış cigaraları... 
Komşu Ali Bey,eşi ve kızıyla alışverişe çıkıyor selamlaşarak...
Karşı taraftaki apartmanın benim hizamdaki dairesine yeni taşınan altın kızlar,açmış kapıyı pencereyi temizlik telaşındalar...
Ben müzik bile açmamışım,yaşamın sesini dinliyorum... 
Haydeee... Bir motorlu geçti aniden kendini rallide falan sanarak...Sülalesine giydirdim mevsimlik bir şeyler tabii...
Bu arada bir bisikletli eziliyordu az kaldı şaşkın bir şoförün altında, neyse ki anlaştılar gülümseyerek birbirlerine...Hayret?

Velhasıl, gözlemliyorum, yudumluyorum, keyifliyim... dim...

Yurdum insanı çok görür bazen sana mutluluğu... Hatta kıskanır da bazen mutlu, keyifli olduğun için, herkes'acıların insanı' modunda inleyerek ağlayarak dolaşırken, sen ne hakla gülümsersin hayata? Olacak şey değildir amma bu da başka bir konu tabii...

Tak...Dakka bir - gol bir...
Nasıl bangırdayarak çalıyor hoparlörden apaçi müziği yarabbi... Komşu mahalleler de duyuyor kesin...
Ben ki hoparlörden verilen her türlü yayına karşıyımdır sokakta ki; bu da ayrı incelenmesi gereken bir konu,dağılmayayım bununla da... Çok pis dağılırım çünkü...Ordan oraya,açtıkça açar laf lafı...Bitmez...

Neyse bir baktım,sünnet arabası...Arkasında 7-8 tane araba takipte bağırış çağırış... Çoluğu çocuğu,anası danası herkes bağırınıyor,bi'tarafını yırtıyor "Oğlumuzun pipisi vaaarr!" diye.

Yani; oğlunun pipisinden bir deri parçası alındığı için ERKEK olduğunu ilan ediyor ana babası cümle aleme, davullu-zurnalı bangır bangır!

"Bak oğlum, erkek demek bu organ demek, bu demek sen demek!Bunu kutlayalım da senin kafana bunu kendi elceğizimizle yerleştirelim ki; ilerde lazım olacak. Böylelikle istediğin zaman, ben (annen) dahil tüm kadınları aşağılayabilesin!

Velhasıl potansiyel bir "Kafadan Çüklü" yetişiyor!


Anacım güzelce git doktoruna, kestir biçtir...Hatta mini minnacıkken yap gitsin...Onda bir sorun yok, hem sağlıklı hem de dinimiz gereği diye düşünebilirsin, eyvallah...Her ne sebeptense işte...Ok...
Yap-yaptır...Keyfin bilir! Sonra da al güzel oğlunu, arkadaşlarıyla eğlendiği minik bir parti ver değil mi illaki kutlama yapacaksan ki neyin kutlandığını da anlamış değilim!
Anlat evladına güzelce; 
"Bak yavrum...Bunu yapmamız gerekiyor, senin sağlığın için gerekli...(Ya da nasıl ifade edeceksen işte?) Sen erkeksin evet ama sünnet olduğun için değil, zaten öyle doğduğun için... Ya erkek ya da dişi olarak doğulur ya, ondan! Biraz uğraştıracak seni,bazen canın yanacak ama çabucacık geçecek. İşte bu yüzden, sen üzülme eğlen diye bir parti verelim...
Hani doğum günün için de yapıyoruz ya, onun gibi..." falan de feşmekan de, bir şey de ama illaki de erkekliğin pipisinden ibaret olmadığını anlatmaya başla küçücükten...

Bilgisayar gibi o, alır hemen her şeyi hafızaya kaydeder... Başla öğretmeye minicikten, erkekliğin ne olup ne olmadığını... Varsa kız kardeşi ya da kız arkadaşlarına nasıl davranacağını öğret...
Kadına saygıyı öğret...Önce annesi sonra da bir kadın olduğun için sana saygı göstermeyi öğrensin ki ileride sevgilisine, karısına da aynı özeni gösterebilsin, öğret ona be aptal kadın!..

Babası ile kavganı yansıtma,onun önünde yapma ve ne olursa olsun onun yanında birbirinize saygılı davranacağınız konusunda anlaşın ki, öğrensin minicikten babasının da pipisiyle değil, beyniyle ve yüreğiyle bir erkek olduğunu da model alsın velet!

Kime olursa olsun, dişi bir varlığa ters bir hareketini,sözünü gördüğünde uyar! Kadınların ne hassas ve olağanüstü varlıklar olduğunu anlat...Onu da bir kadın olan, sen doğurdun ya be kadın?! 
Ve elbet onu bir ERKEK gibi yetiştir, anlat ne demektir erkek olmak?

ERKEK olmak; cesur, mert, özü sözü bir, ahlaklı, şerefli, haysiyetli, koruyucu, merhametli, şefkatli, anlayışlı, egoist olmayan, çalışkan, yiğit olmak demektir diye öğret ona be kadın!
 Aslında bakınca bunların hepsi "İyi insan" özellikleri değil mi? Öyleyse, oğluna iyi insan olmayı öğrettiğinde, iyi de bir erkek olarak yetişecektir... 

Kadını sevmeyi öğret oğluna... Kadının-erkeğe, erkeğin de kadına ihtiyacı olduğunu öğret... Beraberce bir bütün oluşturduklarını öğret... Tüm bunları yapabiliyorsan, iyi de bir eşe sahipsin demektir... Baba figürü de önemli çünkü... Ancak konumuz kadın ya?! Hani bir erkeği de bir kadın doğuruyor ve büyütüyor adam (!) ediyor ya? Buradan yola çıkarak, bir erkeğin ERKEK (!) olmasında kadının rolü inanılmaz ölçüde büyük ya hani?.. 

Bir psikopatı, bir tecavüzcüyü, bir hırsızı, bir şerefsizi de bir kadın doğurdu ve yetiştirdi ya? Ona yanıyorum!!! Ve sinirleniyorum... 
Erkekliği bilmem kaç santim fazlalıklı olmak sayan ve öylece ortalıkta dolanan tiplerin 'insan' bile olmadıklarını anlat oğluna be kadın!

Bakıyorum onların haberleriyle dolu gazeteler, tv.ler, dergiler, internet, sokaklar...
" Yapacak bir şey yok mu yahu?" diyorum sinirden deliye dönmüş bir halde! Var! Var! 

KADIN olacaksın önce öz saygısı olan, sonra da bi'zahmet bilinçli bir 'anne' olacaksın ve oğlunu te küçücükten eğiteceksin erkek olmanın doğru versiyonu hakkında! 

Eğitim şart!? Çocuğundan evvel kendini eğiteceksin kadın! Bilmiyorsan bir bilene soracaksın! Bu güne kadar çektiklerini, yaşadıklarını, duyduklarını ve gördüklerini hesaba katacaksın bir 'erkek' yetiştirirken!

Çocuğun eğitimi üniversite okumakla, doktora neyin yapmakla olmuyor... Nice sapıklar duyuyoruz, şiddet eğilimliler, psikopatlar duyuyoruz da inanamıyoruz üniversite mezunu, iş adamı, kariyer sahibi, bilmem neci olduğuna... 
Çünkü onları da senin gibi bilinçsiz ve kendine bile saygısı olmayan 'anne' sıfatındaki kadınlar yetiştirdi şekerim?!

Iıh...

 Eğitim ailede başlar! 
Annede özellikle ve rol model babada!

KADIN OLUN! ANA OLUN! 
ADAM OLUN! BABA OLUN!
DOĞRU DÜZGÜN ERKEK EVLATLAR YETİŞTİRİN!
YETER BE!!!

Popüler Yayınlar

Bendeniz

Fotoğrafım
Yazıyorum, paylaşıyorum... Hayatın sevmek ve inanmak olduğunu düşünüyorum... Az ve öz dostum ile kitaplarım olduğu sürece benden mutlusu yok... Dünyalıyım... İçi-dışı bir, özü-sözü bir olmak, istediğim...

Hürriyet Spoa

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

Hürriyet