Kategoriler

26 Şubat 2012 Pazar

Ece Sükan Benim Bloguma Yakışan Sony VAIO'yu Seçti... Sıra Sende!

Sony, en renkli VAIO serisi için Ece Sükan'la güzel bir işe imza attı. Ünlü moda ikonu Ece Sükan, benim bloguma yakışacak olan rengi belirledi. Blogları tek tek inceleyen Ece Sükan içerik, tasarım ve duruşa göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana siyah VAIO'yu seçti.

Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin… sony-vaio

Bir bumads advertorial içeriğidir.

24 Şubat 2012 Cuma

KİTAP HEDİYE KAZANAN BEYEFENDİ OKUYUCU HADİSESİ




Ben FanFan'ın güzel, yakışıklı, sevimli, zeki, sevgi ve saygılı, içten ve samimi olanını severim... :)))
Can'lar, Canan'lar...
Pek tatlısınız... Ne güzelsiniz...

Bir süredir, kitabımı sizlerden birine hediye edebilmem için, bana kıvamında yalnızlığınızı yazmanızı istediğimi duyuruyordum... Harikasınız...
Hepsi birbirinden hoş yazılar geldi... Seçim yapmak da zorlaştı tabii...
Ama takdir edersiniz ki kitap bastırmak epey alengirli ve zor bir iş.
O yüzden her birinize ayrı ayrı dağıtamayacağım... :)))
Birini seçebildim neyse ki...

Tam kıvamında anlattığı, tadında yalnızlığı ile bu kez de bir beyefendi
Güzel FanFan;  EFTAL GEZER...

Samimi ve içten satırlarını keyifle okudum... İyi ki varsın...

Şifa Niyetine Oku
İKLİM DORA

21 Şubat 2012 Salı

EVLENSEK DE Mİ EĞLENSEK, EĞLENSEK DE Mİ EVLENSEK?


Bil bakalım nolmuş?..
‘Çok iyiyim, çok mutluyum, adamın tapusunu aldım sonunda. 
E, tabii  –evlenilecek kadın- olduğumu anladı...’ demiş arayıp heyecanla ve gururla, bir arkadaşıma onun hanım arkadaşı…

Anacım, Allah mesut bahtiyar etsin de, marifet mi yani adamı nikâh masasına oturtmak?
Hem de bir kadın olarak; 
‘Evlenilecek – Eğlenilecek Kadın’ ayrımını benimseyerek, bünyede sindirerek, kendine yedirerek?!
Dur, bekle, madalyanı ve plaket’ini hazırlatıyorum itinayla, göndereceğim kargoyla…

Allahım…
Erkeklerden daha çok sinirleniyorum kendi kadınıma, hemcinsime. 
Hemcins de bazen, ‘cins’ olabiliyor işte… Haydi, buyurun bakalım… 
Canım hemcinsim, bunu sen yaparsan, elin adamı çoktan yapar… Hiç yoktan yapar…

Bir kadın, nasıl olur da kendini yaftalayarak; -evlenilecek- veya -eğlenilecek- kadın olmayı kabullenir. Benim beyin kıvrımlarımdan geçmiyor bu düşünce onaylanmak üzere?! 
Erkekler -ki genelleme manasında değil fakat çoğunlukla- zaten bunu yapıyor, sen yapma baricancağızım… 

Ayrıca sürekli; ‘Bu ne perhiz?’ dedirtecek fikirler beyan ediyorlar yeterince a canım;

‘Bakirelik’ şartını koşarken evleneceği hanıma, birinin hayatına (!) giriveriyor sinsice biyandan.

‘Bacıma laf edenin …‘ deyip namus taslarken, ana avrat giydiriyor bir başkasına itinayla ordan burdan.

‘Kesekağıdı’ nı layık görürken günübirlik (!) bir yüze, evlenecekken ömürlük dolgun dudaklar, badem gözler arar o yüz’de utanmadan…

Gezertozar sevişir bırakır canı sıkılınca, lakin evlenecekken gezmemiştozmamış sevişmemiş (!) arar durmadan…

Başkasının kızına, kız kardeşine, sevgilisine göz koyar da sıkılmadan, evlenecekken yan gözle dahi bakılmasını istemez namusuna (!) sağdan soldan…

Ay… İçim daraldı anlatırken bile… Hangi birini yazayım daha… Bitmez…

“ Aç bakalım Tv.’yi, gazeteyi de, bakalım haber maber ne var?” 
deyip baktıydık ya zamanında da ne gördüydük mesela;
Neymiş; toplu taşıma araçlarında kadıncağızlar tacize uğramasın, hanım hanımcık, hemcinsleriyle beraber güven (!) içinde yolculuk yapsınmış… 
Diğerlerinin yanı sıra bir adet de sadece kadınların binebileceği otobüs olsunmuş…

Otobüs’ün, metrobüs’ün rengi ‘pembe’ olsa ne yazar, insanların içi ‘siyah’ olduktan sonra? 
Ruhu kararmış olduktan sonra, kaç yazar?

Dışı pembe, içi siyah anca bizi yakar beyler bayanlar…
O metrobüse gidene kadar ya da indikten sonra ne olacak?

Pembe yollar yapabilir misiniz tacizcilerin, şerefsizlerin, sapıkların, kara ruhların geçmediği?
Pembe duvarlar koyabilir misiniz etrafımıza, yaklaşamasın ki dokunamasın bize kirli eller?
Pembe gelinlikler giyebilir miyiz güle oynaya o pembe yollardan geçip?
Pembe hayaller kurabilir miyiz geleceğe dair güvenle o pembe dünyada?

Hayır, ’bilindik’ anlamıyla feminist değilim… Eğrisi doğrusu neyse onu söylerim. 
Öyle tek bir yönden bakamıyorum ben olaylara. Erkek haklı ise bir konuda, hiç acımam kızarım hemcinsime de. Lakin bu konularda, karşı cinsimizin cinsliklerini de görmezden gelemem doğrusu. 
 Duyarlı, vicdanlı birer ‘insan’ olan erkekler de var ve desteklemiyor mu kendi cinslerinin yaptığı zulümlerin son bulmasını gerektiğini? 
Cevaplar ‘evet’ ise, daha ne duruyoruz öyleyse? Uyanalım, uyandıralım birbirimizi… 
İyiyi kötüyü ayırt edelim… Edemeyinin gözüne gözüne sokalım doğruları…

Allah aşkına hakikaten, gönülden, kalbinden kimler düşünüp de üzülüyor ve kendi derdiymiş gibi ilgileniyor bu konuyla, çok merak ediyorum...
Kadına şiddeti ikinci üçüncü sayfa haberi olarak okuyup, televizyonda göz ucuyla izleyip de kimlerin vicdanı yüreği sızlıyor? 
Ben söyleyeyim acı gerçeği size: O kadar az ki bu insan sayısı…

Çünkü kendi başına ya da bir sevdiğinin yakınının başına gelmedi… 
Çünkü empati kuramaz, duygudaş olmaz ve bir başkasının acısını ta içinde hissedemez, paylaşamaz aynı sancıyla… 
Çünkü ona dokunmayan yılan istediği kadar yaşasın, sorun değil… 
Çünkü onun da bir sürü derdi tasası var hayat gailesi içinde boğulduğu, onu soran var mı?..  Çünkü onun başına gelmez, çünkü o oraya – buraya gitmez, çünkü o doğru dürüst biri ve yanlış şeyler yapmaz ve yanlış yerlerde bulunmaz… 
Çünkü o oturur oturduğu yerde, haberdeki kadın kaşınmıştır kim bilir hak etmiştir belki de?..  Çünkü kendinden değildir, kendi gibi değildir öteki, kabullenemez… 
Çünkü çabucacık unutur iki gıdım sızlasa da içi, çünkü unutmaya programlıdır her şeyde olduğu gibi.

Bakıyoruz ama görmüyoruz, görür gibi olunca çeviriveriyoruz başımızı unutmak üzere…
‘Senin meselen, benim meselemdir’ diyemiyoruz… Korkuyoruz, korkutuluyoruz…

Bu memlekette kız bebeklerin doğmasına izin vermezseniz, onları ikinci sınıf insan addederseniz; acaba ondan sonra siz erkekleri kim dünyaya getirecek?
Bu memlekette kadınları döver, tecavüz eder, öldürürseniz; acaba ondan sonra siz erkekleri kim sevecek?  
Bu memlekette kadınları –eğlenilecek/evlenilecek diye kategorize edip, gününüzü gün ederseniz; acaba sizin kızınızı – kız kardeşinizi – annenizi - sevdiceğinizi kimler kategorize edecek, rencide edecek de siz de ‘erkek’ adam gibi dolanacaksınız salına salına sinsice ondan sonra…

Her gönüle gerçek ‘Aşk’ girebilseydi...
Her yürek ‘Sevgi’ ile dolabilseydi...
Her kişi ‘İnsan’ olabilseydi, ne güzel olurdu değil mi? 
Pek güzel olurdu, pek…
                                                                                                                                             



  

   

CİNSELLİK BİR TABU’DUR. TABU BİR OYUNDUR. O HALDE CİNSELLİK GÜZELDİR.

Geçen gün Tabu oynuyoruz, arkadaşlarla toplandık. Aman ne keyifli bir oyun bu arkadaş. ‘Güle oynaya’ deyiminin hakkını veriyoruz....
 Bir arkadaşımızın komik anlatımı üzerine konu kadın ve erkeğe, namus kavramına ve cinselliğe geldi.
Hadi… Oradan aldık biz sohbeti, koyulaştırdık, muhallebi kıvamına getirdik. Bıraktık oyunu başladık tartışmaya. Tartışma derken, kavga  gürültü manasında değil. İnsan gibi, hem dinleyerek hem konuşarak.

Neyse efenim kadın – erkek ilişkisinden, ülkemizde cinselliğin hala ‘tabu’ olmasından, bakirelikten, töre cinayetinden, kadına şiddet ve tacizden konuştuk epey… Kadın ya da erkek, tüm arkadaşlarım dertli bir şekilde bu konulardan. Bir erkek arkadaşımız, kadına yapılan haksızlıkları ve tacizi kınamak adına erkeğin aslında çok fena aşağılandığını savundu;

“Neden kadın haklarını sadece kadınlar savunuyor ki? Bizim annelerimiz, kız kardeşlerimiz, sevgilimiz, eşimiz de birer kadın değil mi? En önemlisi onlar olmasa biz dünyaya gelebilir miydik? Öyleyse, sadece bir cinsel organdan ibaretmişiz gibi düşünen ve bizi de aslında aşağılayan zihniyetlere neden kadınların yanında hatta ön saflarda ‘Dur’ demiyoruz, aklım ermiyor doğrusu… Biz en ufak bir dekolteden tahrik olan, tacizi – tecavüzü sevişme zanneden, eli penisinde dolaşan zavallı şahsiyetsiz yaratıklar mıyız Allah aşkına?  Resmen böyle görülüyoruz. Bu ne biçim bir bakış, bu ne biçim bir zihniyettir yahu?” dedi…

Dedi ve biz hanımların; “Hay ağzına sağlık, ağzını yerim senin” tezahüratları arasında gecenin prensi ilan edildi, baş tacı edildi ve kazandibi’nin en yanık köşesini almaya hak kazandı… 


Adam haklı şekerim. Öyle vıdı vıdı konuşmak kolay. Kadına, ‘kuyruk salladı’ deyip işin içinden sıyrılmak kolay… ‘Gece vakti ne işi vardı dışarıda?’ demek kolay… ‘Töre böyle’ demek kolay… ‘Hak etmişti’ demek kolay…

Hayır efendim! Hiç kimse, kadın, erkek, çocuk ya da hayvan, kötü muameleyi asla hak etmiyor. Hepsi ayrı birer can taşıyor. Şiddet, taciz, tecavüz asla kabul göremez, kabul edilemez. Tartışılmaz bile. 

Neyi, kime anlatıyoruz gerçi? Bazıları takmış at gözlüklerini, gerici dar zihniyetlerini almışlar ellerine, gözümüze gözümüze sokmaya çalışıyorlar. Kendi doğrularını yedirmeye çalışıyorlar zorla. Saygı başta olmak üzere sevgi ve anlayış ile empati yoksunu çünkü o insanlar. 
Hal böyle iken, koca da karısını döver o zaman, polis de öğrenciyi, fanatik de holigan da birbirinin ağzını burnunu kırar, trafikte aslan kesilir iner arabasından dayı’lanır ötekinin kapısına dayanır… 
Yok anacım, caydırıcı yasalar şart. Ağır cezalar şart oğlu şart. Bir çok çalışma yapılıyor elbet, duyarlı insanlar harekete geçiyorlar. 
Eskisinden daha fazla ayaklanma – ayaklandırma – uyanma –uyandırma var bu konularda. 

Örneğin yeni bir tanesinden bahsedeyim;

“Gelincik Projesi”… Ankara Barosunun sevindirici ve başarılı bir çalışması. 

Bayıldım. İlk defa bir harekete, projeye inandım. 444 43 46 numaralı telefona, -sosyal ve psikolojik iletişim teknikleri- konusunda eğitim almış uzman avukatlar cevap veriyor. Daha ilk adımda güvendesin yani. Harika bir şey bu.

"Gelincik çiçeği; kendi doğasında güçlüdür. Rüzgarlara karşı direnir, dimdik durur. Ama hunharca bir el ona uzandığında, sert bir dokunuşta; nazik bedenini toprağa bırakıverir. Öğretilmiş bir çaresizlikle, sessizce, isyan etmeden." diyerek bu adı koymuşlar projeye… 

‘İnandım’ dedim ya? Daha önce yapılmıyor muydu güzel şeyler, yok mu başka güzel projeler, dernekler? Olmaz mı, var elbet. Ama bilmiyorum neden, pek içime sindi bu. Kötü örneklerini de görüyoruz çünkü sinir katsayımızı üçe beşe katlayarak. 

Al işte bir örnek;
Geçen aylarda yine bir programda izlemiştim şöyle bir manzarayı; 

İstanbul’da bir ‘Sığınma Evi’, kadıncağızların yana yakıla kaçtığı kocalarını yanlarına getirip, bir odada barışmaları için görüştürüyorlarmış! Oradan kaçan (!) bir kadın kendisi anlattı. Hadi buyurun bakalım? Sığınmak ve korunmak için gittikleri yerde, pisipisine kocalarına geri teslim ediliyorlar tekrar takrar dövülmek-sövülmek-öldürülmek üzere. Bu başından atmak değil de nedir, senden yardım isteyen kadını? Sonuna kadar yanında olamayacak, abuk sabuk şeyler yapacaksan, kapat git orayı kardeşim! Allah Allah yahu… 
Bak durduk yere sinirlendim şimdi, aklıma geldi de… Hiç mi bir uzman’ın, psikolog’un, avukatın yok merkezinde de, seni uyarmıyor; ‘Böyle iş mi olur?’ deyip? 

“Şiddetle kınıyorum…” dedi bir arkadaşım da kızarak bundan bahsedildiğinde. 

Hem katıldık ona, hem de şöyle bir düşündük ki; şiddeti biz de aynı manadaki şiddetle kınıyoruz. Adaletin sağlanmasını dilerken bile şiddete başvuruyoruz. Ne ilginç değil mi? Film ya da dizilerde, kendi doğrusunu yapan, intikam alan karakterlere bakıp iç geçirmiyor muyuz, 'Ah ulan böyle bir imkânım olacaktı, ben daha neler neler yapardım. Bu da bir şey mi?' demiyor muyuz? diyoruz tabii… Diyoruz da, iyi mi yapıyoruz bu tartışılır… 
Neyse ki, Gelincik Projesi gibi hareketler çoğalıyor ve biz de kendimizi Yüce Adalet'in kollarına huşu içinde teslim ediyoruz, bir yandan da dua ederken...

Tüm bu sohbetin üzerine, ‘Bir film koyalım da biraz kafamız dağılsın’ dedik. 

Şekerim, onca film arasından sanki özellikle yapmışız gibi, şiddet içerikli bir gerilim filmi koymamış mıyız? Koymuşuz... 
Fakat kimse de itiraz etmedi, oturup izledik tırnaklarımızı kemire kemire. Heyecandan ve tabii ki sinirden… Filmin karakteri kadın, kendine tecavüz eden adamlardan intikam alıyordu kanlı yöntemlerle. Cuk oldu yani anlayacağınız konu itibariyle. Hadi… Film bitti muhabbeti bitmedi. 
Herkes fikrini söyledi; 
‘Ben olsaydım da yapardım’, 
‘Ayol film bu, hiç öyle şey olur mu?’, 
‘Ben olsam daha fenasını yapardım’, 
‘Adalet – yasa – kanun diye bi'şey var canım’, 
‘Gerçek hayatta yap da görelim?’

Velhasıl yorumlar bitmek bilmedi. Ben ne mi dedim? Doğruyu söylemek gerekirse, ‘eline sağlık’ dedim karaktere lakin ne kadar hastalıklı bir düşünce olduğunu da düşünmeden edemedim. 

Oysa ne kadar güzel bir şey ‘cinsellik’… Bir türlü rahatça konuşamıyor, konuşanı da ayıplıyoruz, kınıyoruz sinsice. Bunu açıkça ifade edeni ‘hafif’ diyerek yaftalıyoruz, ne demekse?

 ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ dedirtecek kavram karmaşaları da var ortada;


 ‘Sanatçı’ dediğimiz ünlü hanımların çok özel görüntüleri ortaya çıkıyor, ağzınızın suyu aka aka izliyorsunuz. Sonra evleniyor ya da çocuk yapıyorlar; ‘hanımefendi’ deyip oturtuyorsunuz başköşeye. Öte yandan karınızı – kızınızı – sevdiceğinizi doğruyorsunuz namus adına???

Çok ünlü (!) yabancı hanımlar geliyor memlekete, videolarında iç organlarına kadar bildiğiniz. Zengin, paralı, şöhretli oldukları için ‘hanımefendi’ olarak karşılanıyorlar, başköşeye oturtuyorsunuz ağzının içine düşe düşe… Öte yandan, benim gariban güzel kadınıma, hiç hak etmediği halde abuk sabuk isimler takıyorsunuz öldüresiye döverken…

Evleneceğiniz hanımda sözde ‘bakirelik’ arıyorsunuz ‘el değmemiş’lik… Öte yandan siz o pis ellerinizle karartıyorsunuz gencecik birinin dünyasını, ırzına geçiyorsunuz daha çocuk yaşta. Ya da ‘canım – gülüm – seni seviyorum –seninle evleneceğim’ Deyip kandırıyorsunuz alıyorsunuz altınıza, diğer yandan ‘bakire’ isterken sevdiceğinizi? 

Nasıl bir sevgi ve namus anlayışı ise artık bu???


Ya da; ‘canım, gülüm, seviyorum,  evleneceğim’ deyip kandırıyorsunuz, diğer yandan ‘bakire’ isterken sevdiceğinizi? Nasıl bir sevgi ve namus anlayışı ise artık bu???
‘Bacım’ dersiniz,  ‘açım’ diyemediğiniz için doğruca! ‘Bacıma laf edenin ...’ dersiniz sonra, karşıdakinin annesine, kız kardeşine sövüp, abuk sabuk laf ederken?!
Bir başkasının karısına kızkardeşine bakarsınız da hiç sıkılmadan yamuk gözlerle, biri sizin yanınızdaki hanıma ‘yan gözle’ bile bakamaz asla (!) Çünkü ne de olsa ‘namusunuz’dur o!!!
Kaldı ki; ‘namus’ niçin sadece kadına dairmiş gibi algılanır anlamış değilim, aslında ‘insan’a dair bir kavram iken?
Ay daraldım...
Say say bitmez yaptığınız yanlışlar lakin bizim dilimizde tüy biter işte böyle… ‘Umut’ sadece bir isim mi yoksa hakikaten var mı geleceğe dair bir ışık ümit etmek adına? Oysa ne kadar güzel bir ülkede yaşıyoruz cennet misali. 
Biz insanlar olarak da güzelleşsek biraz, temizlesek ruhlarımızı da artık kardeşçe, insanca, vicdanlı, duyarlı birer birey olsak?...

Bir Gün Her şey Güzel Olacak…




19 Şubat 2012 Pazar

TECAVÜZCÜ COŞKUN’lar, NURİ ALÇO’lar İYİ Kİ VARlar



Evet, 'ilaçlı gazozlu Türk filmleri' diyorum, iyi ki çekilmiş zamanında... 
Vallahi bak... Biz onlarla büyüdük. 
(Yahu biliyorum, henüz gencecik bir kadınım ama işte öyle sanki o yılları biliyormuşum gibi yapayım... Sus sus... : )

Eskiden güzel İzmir’imin güzel Fuar’ında (ki eskiden fuar da fuar’dı yani) disko’lar vardı. Tabii… 
Bildiğin disko. Şimdinin ‘Club’ı ayol… Lakin dekor farklı, ortam farklı, insanlar farklı. Tavanda, o filmlerde gördüğün, olmazsa olmaz bir yanar-döner koca top. Yoksa disko, 'disko' olmazdı. J Maazallah kafamıza düşüverir mi ki diye düşünmüyor da değildim doğrusu... Komikti ama.

Ve ortada büyük bir pist... Evet...  Oraya çıkıp oynayacaksın illaki.... Birileri adım atsa da biz de çıksak usulca da kaynasak arada diye beklerdik. E, utanırdık önce bi'… Tabii eskiden utanma duygusu daha bir yerleşikti bünyede devir itibariyle. Ya da o devrin ana-babaları, nine-dedeleri daha bir bilge ve yol gösterici idi, ne bileyim… Öyleydi işte...

Neyse anacım, gece çıkmak pek mümkün olmadığı için ve de uyanık mekân sahipleri bunu bilip kazanca dönüştürecek Zihni Sinir Proceleri ürettikleri için, gündüz matineleri vardı. Bu da bize, ‘Okula gidiyorum’ deyin evden çıkıp, güzelim İzmir güneşinde kapkaranlık, havasız, gürültülü bir ortama girme imkânı veriyordu. Velhasıl durum canımıza minnetti… 
Biz, yani ben ve arkadaşlarım orada asla ve kat-a gazoz neyin içmezdik. Tabii alkol yoktu gündüz matinesinde fakat dışarıdan büfeden alıp kapının önünde içerdi bazı veletler. Hey gidi günler… 
Zaten içerisi sıcak, durmadan dans ediyoruz, kol-bacak atıyoruz habire aerobik yapar gibi tuhaf tuhaf hareketlerle, dilimiz dışarıda ölüyoruz susuzluktan da tek lokma bir şey içmiyoruz ne olur, ne olmaz, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz diye… 
Neden? Aha da Tecavüzcü Coşkun abimiz, Nuri Alço abimiz yüzünden…
 Neden? Çünkü görmüşüz filmde gazozu içen devriliyor, bayılıyor, kötü (!) yola düşüyor… 
Neden? Çünkü gazoz, bünyede tahribata sebep oluyor… 
Neden? Çünkü anamız-babamız da sıkı sıkı tembihlemiş; 

“Aman evladım, dışarıda gazoz-kola neyin bir şey ikram ederler arkadaş dediğin ortamda da maazallah uyuturlar da ırzına geçerler. Sakın ha, içmeyesin tanımadığın insanın elinden hiçbir şey?! Filmlerde görüyorsun neler oluyor? Aman çocuğum…

Ya… İşte böyle… Bu yüzden iyi ki varlar… 
Sanki pek keyifli bir konuymuş gibi girdim söze lakin geçen gün Tv’ye çıktıklarında aklıma geldi de, eskiden daha mı azdı acaba tacizler, tecavüzler, dayaklar? Yoksa şimdi daha mı göz önünde yaşanıyor, yaşatılıyor, dışa vurulabiliyor olaylar? Sanırım ikinci şık değil mi? İlkine az biraz katılmak mümkünse de, artık daha çok duyulası olduğu kesin. Çünkü ben gecenin on birine kadar, mahallemizde, sokakta koşuşturduğumu hatırlıyorum, annemin-babamın merak etmesine gerek olmadan. Şimdi ise, koca kadın başıma çıkamıyorum o saatte dışarı. Yok, yok… Abartı değil, çıkılmıyor öyle kolay kolay. Korkuyor insan yahu. Her ne kadar İzmir Cumhuriyeti’nde yaşıyor olsam da, insana güven olmuyor tabii, canım şehrim ne yapsın? Arada bir yoldan çıkmışa rastlanabiliyor durduk yere.

Ve biliyor musun, bu olaylar yani tacizler-tecavüzler aslında hiç ummadığın yerlerde ve hiç ummadığın insanlardan geliyor çoğunlukla. İstatistikler de böyle söylüyor. Mesela cinsel istismarın olabileceği varsayılan tehlikeli yerler hep;  –ıssız sokaklar, parklar, genel tuvaletler, karanlık yerler, boş inşaatlar, vs.-- sanılır. Tabii ki buralarda da olması mümkün fakat özellikle de çocuklarınızı korumanız gereken yerler;  ev-okul ya da ev ile okul arası güzergâhtaki yerler ve içinde bulunduğunuz tanıdık çevredir. Yapılan çalışmaların sonuçlarına göre; olguların % 80-95 ‘inde fail 20-40 yaş arası ve genellikle evli-çocuklu erkekler! Evet… İnanılır gibi değil, biliyorum. Acı gerçek bu.

Hazır konusu açılmışken, çocuk istismarından bahsedelim isterim. Her tür istismarın en acı olanı, en vahim olanı, tamiri en zor olanı belki de çocuk istismarı değil mi? Ben çocuk yapmadım ama eğer yapsaydım ve özellikle kız evladım olsaydı benden çekeceği vardı. Artık izleme-dinleme cihazları mı koyardım oraya-buraya, takibe mi alırdım, kafayı mı yerdim bilemiyorum. Velhasıl bu devirde evlat sahibi olmak ve onu koruyabilmek çok zor...
 Öncelikle şahsi kanaatimce, onlarla samimi ve söyleyecekleri hiçbir şeye kızmayacağının garantisini vererek konuşabilmen lazım. Ve söyledikleri ne olursa olsun inanmak, dikkate almak, algılayabilmek lazım. Böylece, aile arasında sır saklamaması gerektiğini ve ebeveynlerinin güvenebileceği nadide insanlar olduğunu bilmesini öğretmiş olursun diye düşünüyorum. Onlara her fırsatta yabancılarla konuşmamayı-güvenmemeyi, dokunulmayı reddetmeyi, bedenlerini korumayı ve yardım istemeyi öğrenmelerini de salık ver bi zahmet. Vallaha işin zor şekerim, Allah kolaylık versin, ne diyeyim?!..

Kadına, çocuğa, erkeğe, hayvana… Kime ve nasıl yapıldığı değil, sonuç itibariyle bir ‘can’a yapılması bu zulmün, akıl alır gibi değil. Hangi ruh haliyle, neden ve hangi akla hizmetle, hangi hakla yapar biri bunu diğerine? Ben cevap bulamıyorum. Buna ‘Dur’ demek mümkün değil mi? Mümkün olmalı. Belki biz bir başımıza sonuç elde edemeyiz ama belki ‘Devletimin Yasa Düzenleyicileri’, daha sağlam ve caydırıcı cezalar uygulamaya koyarsa neden olmasın?

Avukat arkadaşlarla da hep konuşuyoruz; 
“Hâkim sanığa gülerek; -Bu gidişle seni burada hep göreceğiz ha? diyor” 
diye anlatıyorlar şaşkınlıklarını dile getirerek. Adam defalarca aynı suçu işliyor da elini kolunu ve bilmem neresini sallayarak geziyor fütursuzca sokakta özgüz özgür… Bunları birinci ağızlardan duyup, bilip deli olmamak mümkün değil... 

Kimi, kime şikâyet edeceğiz peki? O yüzden cesur ve yerinde ağır cezalar gerektiriyor durum acilen.  Geçen zamanlarda da ‘Hadım Yasası’ tartışıldı biliyorsunuz. E, sonuç? Fıs… Kaldı ki, uzmanların da söylediği şu ki; kişi hadım edilse bile tacize-tecavüze devam edebilir çünkü cinsel organın işlevine ihtiyacı yok. Beyin diye bir şey var anacım! Birçok yolu var bunun, adamın beyni çalıştıktan sonra. Bu yüzden de bana göre, en ağır şekilde cezalar alması gerekiyor bu tür kişilerin. Birini çekip vursanız, bilmem kaç yerinden bıçaklasınız bile o cinnet anının bir açıklaması olabilir lakin bu olayın hiçbir açıklaması yok. Sorgusuz sualsiz cezalandırılması şart.

Bu arada tabii birey olarak bizim bilinçlenmemiz de şart. Şiddetin nedeni bazı uzmanların söylediği üzere; eşitsizlik ise yandık demektir. Çünkü bu memlekette kadın ve erkek asla eşit değil, hiçbir zaman da olmayacak ne yazık ki. Gerçek hayatta, dizi-filmlerde, sanal alemde ve hatta çizgi filmlerde bile şiddet var. Erkek model de her daim daha güçlü gösterilip, böyle empoze edilmekte. Asan-kesen-döven hep erkek. Sesini çıkaramayan, itilip kakılan, ötelenen hep kadın ve çocukları… Yazıktır, günahtır…

Şiddet içeren her türlü eylem ve cinsel istismar çok büyük bir suçtur. Buna göz yuman ise, en az yapan kadar suçludur. Susmayın, susturmayın… Bir gün her şey güzel olacak…

Yapabileceğin çok şey, kullanabileceğin az bir zaman var. 
Hayatı an be an yaşayıp, hayatın içinde var ol. 
Bir şeyler yapamıyorsan, yapanlara destek ol. 
Duyarlı, vicdanlı, merhametli insanlara çok ihtiyacı var bu dünyanın. 
Ve... Biliyorum, sen öylesin…

Ay, daraldım... Zor konular vesselam. De haydi bana müsaade, bir bergamotluyu hak ettim şimdi bu ciddiyetle?!









Gelincik'ler Açıyorrr


Anacım... Keyifli şeyler döktüreyim istedim oturup... Aklıma bişeycikler gelmedi. Kalktım 
(Lafın gelişi tabii, yoksa gayet güzel oturduğum yerdeyim yani :)
 İki gaste karıştırayım, bi program izleyeyim, üç - beş lakırdı duyayım dedim... Bir de yazacağım zaman ki galiba maymun iştahlıyım biraz, tek bir konu üzerinden gidemiyorum, sıkılıyorum. Konudan konuya atlıyorum. Beynim de öyle çalıştığı için sanırım, sürekli düşünen ve yerinde duramayan biriyim. Lakin bu sadece zihinsel değil. Bedenen de durduğum yerde duramam. Yaşlılık emareleri olsa gerek, vücut da tekliyor, türlü türlü ve alengirli hastalıklar peydahlanıyor?!

Mesela 'HuzursuzBacakSendromu' adlı (parçayı dinliyoruz şimdi de çikolata renkli sanatçımızdan) ilginç mevzu var mesela?! Öyle saatlerce bir yerlerde oturup, yatamazsın. Kımıl kımıl dolanman, hareket etmen lazım illaki. Hayır o değil, bi'de 'KronikYorgunlukSendromu' mevzubahis ki onu hiç sorma! Aslanım Garfield modu!! Mümkünse hareketin -h-sini bile yapma yani. Duymazdan gel, görmeze git... Yat yatabildiğince kıpraşmadan. Hasta kabul gibi sana gelsinler, oynatma tek bir kasını bile... (Aa yavrum, aa yavrum... Nasıl, köprüden rahat geçebildiniz mi?) 
E, hem zihin hem beden kıpır kıpır ve de buna mukabil tembel olunca kendiliğinden de bir maymunluk hali oluşuyor insanda ister istemez tabii… 
Aman, insan nelere alışmıyor ki şekerim ama değil mi? Kim bilir kimlerin ne dertleri var anacım?...

Ne diyordum, hah... Keyifli bir şeylerden bahsedeyim istiyordum. Kaldı ki ciddi olduğumu gören  nadirdir. ('Nadir' benim en yakın arkadaşımdır' diyormuşum?!... Ehe... Tamam, tamam sustum.) Hayat da aslında çok ciddiye alınacak bir yer değil yahu... Tamam çok da laylaylom yaşayalım demiyorum, önemsenecek şeyleri dikkate alalım, sesimizi çıkaralım da, kendimizi pek ciddiye almayalım?! Negatifliklerden (ne demekse?) ve öyle kişilerden uzak durup, olumlu düşünüp mutlu olalım istiyorum. Aklıma güzel bir şey geldi ondan bahsedeceğim, bak dinle… 

 Ben de bir kadınım ve kadına dair her konu beni de ilgilendiriyor doğal olarak. Takıntılı olduğum şeyler var memnun olduğum ya da sinirlendiğim. Örneğin; kadına yönelik şiddet konusuna takıntılıyım. 'Güzel' olan bu değil tabii, devamı var; Bir programda izledimdi epey oldu, Ankara Barosunun sevindirici ve başarılı bir çalışması olmuş. ‘Dur’ dedim hemen bakayım, neler olup bitiyor ki sonra da paylaşayım. O an paylaştımdı zati...

Adını 'Gelincik Projesi' koymuşlar. Mağdur kadınlara yardım eli uzatacaklar ve bir 'Alo' mesafesinde olacaklar. En hoşuma giden kısmı ise, telefonları cevaplayacak olan kişilerin 'sosyal ve psikolojik iletişim teknikleri' konusunda eğitim almış uzman avukatlar olması. Evet... 
Ben en basit bir telefon görüşmesi dahi yaparken, bilgi alacağım konuda iki lafı bir araya getiremeyen insanlara katlanamıyorum. Kaldı ki, çok ciddi bir olay ve yardım isteyen bir mağdur var ahizede. Sıcacık, içten, samimi, yardıma hazır, güven telkin edici, yönlendirici bir konuşma ve ses tonu gerektirir durum.
 Öyle deme ayol, o kadar önemli ki bu! Diyorum ya, en basit konuda bile 'hadi be senle mi uğraşıcam...' deyip telefonu takadanak kapattığımı bilirim, konunun anlam ve önemine binaen güzel sözcükler eşliğinde!.. 
İletişim öncelikle telefon ile başlayacağından bu kısım çok önemliydi ve en başta 'geçer' not aldılar bence. Ve umarım pek çok yaraya merhem olabilir bu proje. Her 10 kadından 4'ünün şiddete maruz kaldığını, 2'sinin tacize uğradığını düşünürsek, çoktan hayata geçmesi gerekirdi böyle bir projenin diye hayıflanabiliriz bile. Fakat hiçbir şey için geç değil. Zararın köşesinden dönsek yol yakınken, kardır...

Projeye neden bu adı verdiklerini de Gelincik çiçeğini tarif ederek cevaplıyorlar;
"Gelincik çiçeği; kendi doğasında güçlüdür. Rüzgarlara karşı direnir, dimdik durur. Ama hunharca bir el ona uzandığında, sert bir dokunuşta; nazik bedenini toprağa bırakıverir. Öğretilmiş bir çaresizlikle, sessizce, isyan etmeden."

Sevdim. İlk defa bir harekete, projeye inanmak istiyorum. Olacak yahu, güzel şeyler olacak...
Ha, ‘İlk defa…’ derken, daha önce hiç mi güzel şeyler yapılmıyordu da bu ilkti? Tabii ki hayır. Lakin ayakları çok sağlam yere basıyor gibi geldi projenin.
Ve fakat sitesine baktığımda çok yeni gelişmeler göremiyorum. Yazılar falan eski tarihli. Acaba diyorum, bir internet özürlü olarak ben mi bakmasını beceremiyorum?! (Bi bakar mısın sen de be ya?)
O ara (projeyi tanıdığım zaman) bir programda izlemiştim şöyle bir manzarayı; 
İstanbul’da bir ‘Sığınma Evi’, kadıncağızların yana yakıla kaçtığı kocalarını yanlarına getirip, bir odada barışmaları için görüştürüyormuş! Oradan kaçan (!) bir kadın kendisi anlattı. 
Hadi buyurun bakalım? Sığınmak ve korunmak için gittikleri yerde, pisipisine kocalarına geri teslim ediliyorlar tekrar takrar dövülmek, sövülmek, öldürülmek üzere! Bu başından atmak değil de nedir senden yardım isteyen kadın yaptığın? Sonuna kadar yanında olamayacak, abuk sabuk şeyler yapacaksan, kapat git orayı kardeşim! Allahallah yahu… 
Bak durduk yere sinirlendim şimdi, aklıma geldi de… Hiç mi bir uzman’ın, psikolog’un, avukatın yok merkezinde de, seni uyarmıyor; ‘Böyle iş mi olur?’ diye? 
Aman ya, zaten sıkıcı günler yaşıyoruz, bir de bunları duyuyorum asfalyalarım atıyor iyice...

Şiddetle kınıyoruz ya şiddeti bir de?! Seviyoruz da galiba. Mesela bana bir tecavüzcüyü, bir sapığı, bir dayakçıyı verin; kıtır kıtır doğrayayım. Sen yapmaz mıydın? Elbette yapardın!. Hadi itiraf et. Tabii nerde, nasıl yapıyoruz gerçek dünyada? Kendi adaletini sağlama çabasıyla suçluya, bizim 'oh olsun, hak etti!' diyerek izlediğimiz sahneleri yaşatan sanal  karakterlerin yerine koyuyoruz kendimizi... 
Bak, adaleti sağlamak isterken bile şiddete başvuruyoruz. Ne ilginç değil mi? Vallahi de ilginç, billahi de enteresan. Yani film ya da dizilerde, kendi doğrusunu yapan, intikam alan karakterlere bakıp iç geçirmiyor muyuz;
 'Ah ulan böyle bir imkânım olacaktı, ben daha neler neler yapardım. Bu da bir şey mi?' demiyor muyuz? 
Elbette diyoruz, hiç inanmam itiraz etme?! Ben diyorum şahsen. Aha da dedim; Örneğin bir 'Dexter' da ben olmak isterdim. Ama tabii bunların hiçbiri, adaleti sağlamak için gerekli, yeterli, sağlıklı ve etik değil. 
Şükür ki, Gelincik Projesi gibi hareketler çoğalıyor ve biz de kendimizi Yüce Adalet'in (!) kollarına huşu içinde teslim ediyoruz, bir yandan da dua ederken...

 O halde ne yapıyormuşuz cancağızım?
 Boş hayalleri bırakıp, gerçek dünyaya dönüp, oturduğumuz yerden kalkıp harekete geçiyormuşuz. Kendimiz bir şeyler yapamıyorsak, yapanlara destek veriyormuşuz. 
Hadi bakalım o zaman, şöyle bir göz atıver duyarlı insanlar neler yapıyorlar?

Telefon:  444 43 06



12 Şubat 2012 Pazar

KENDİME NOT:


Sabahın körü olmuş, hala pc karşısındasın. Kalk iki iş yap, işe yara... Aç karnını doyur.

 Yani karnını yarıp-açıp manasında değil! Acıkmış olan karnını...
Uyumadın tabii nicedir, kafa basmıyo artık... Ya da iyi kafa yapıyo bu insomnia...


Bir de Dysania var, bildin mi?
Hani uyumak, keyif yapmak, mızmızlanmak, bahaneler uydurmak suretiyle yataktan bi'türlü kalkamamak hali? (Ha... Öyle desen ya? ツ )
Hah... İşte böyle de sakat kafa! Ya yatmazuyumaz, ya da yatardakalkmaz! 
Yazın hava, kışın da yatağın ıscak deyin çıkamamak bi'türlü işin içinden?!
Soğuk havada daha fena tabii...

Hava da nasıl soğuk? Nasıl mı? İşte ben de onu soruyorum, nasıl soğuk? (Kış versiyonu)

Hava da nasıl sıcak? Nasıl mı? İşte ben de onu soruyorum, nasıl sıcak? (Yaz versiyonu)

Hiç çıkasım olmuyo dışarı ha... Valla. E, evde otur otur da olmuyo... Tabii...

Hayır, kısmetim bi yerlerde beni bekliyo ama evden çıkmazsam da nasıl görücek beni di mi ama? Müneccim mi ki adam da diyecek;
"Ha şurda, şu evde bi kadın var beni bekleyen, gideyim varayım kapısını çalayım, ruh eşimi alayım!"

Diyelim ki öyle dedi, bildi ve geldi çaldı fütursuzca kapımı...
Açmam ki... Tabii... Yok, öyle değil. Açarım tabii de...
Telefonsuz geldiği için açmam, yoksa koşa - döne - takla ata açarım!

Tabii canım, öyle pat diye gelinir mi? Davetsiz misafir sevmem!
Hayır madem her bi'şeyi bildi; huyumu ve telefon numaramı da bileydi, di mi ama?

İşte nerden nereye? Kendime not yazıyodum kalkayım şunun başından deyin,
Konu nere geldi? Hayat işte... 

Nerdeeen nereye? Ordan oraya savruluyoruz. Evet.
Hava da sıcak mı (soğuk mu) ne?
Yalnız rüzgar da öyle böyle savurmuyo ha, acayip. Yok, rüzgar 'yalnız' değil.

Niye de yalnız olsun ki canım koskoca doğada?

O değil de benim bi'arkadaşım var, yazık o yalnız. Valla... 

Niye de yazık olsun ki canım koskoca evde? 
Güzel öyle, iyidir iyi... Cillop... Mis... Oh...
Anacım Tv koltuğu - kumanda senin, wc - banyo senin, son ses müzik senin...
İstediğin zaman yatıp, istediğinde kalkıyorsun. İster dağıtıyosun, ister topluyosun.
Yemek yapma mecburiyeti yok üç öğün, her yer, her köşe senin...
Her ne kadar sadece bi tarafına kıvrılsan da, yatağın her iki yanı da senin.

Diş macununu ortadan yamultan biri yok. 
Kaybolduğu sanılan çorap tekleri yok alakasız yerlerden çıkıp bulunan... 
Deli misin, bak keyfine. Söyle kahya'na hizmet etsin sadece sana...

Ne lüzumu var şimdi bir eşin? Yok mu ayol hiç işin? (Kafiyeye bayılıyorum)

Dırdırı, vırvırı, aldısı, verdisi? Ne giydindi, nere gittindi, ne yaptındısı?
 'Yemek hazır değil mi?'si, 'TV'nin önünden geçmek zorunda mısın?'ı, 'Çay koydun mu?'su?

Yok efendim, meltem esintisinde sahilde el ele, kol kola, göz göze yürümesiydi? (Göz göze mi?)

Aman efendim, sarılıp kaynaşıp yanak yanağa film izleyip mısır patlangacı yemesiydi?
Yok, 'Nezle mi oldun sen, kıyamam. Sana bi'çorba yapayım mı?' demesi filan?
N'oluyoruz yani? Ne gereksiz şeyler? Bunlar için yalnızlığın muhallebi kıvamından vazgeçilir mi yahu? 

Öyle deme!

 Vazgeçmek zordur. Zor olanı başarmak da güçtür. 
Gücün yoksa, şınanay da yavrum şınaşınanay! Güçlü olmak lazım. 
Gücün kuvvetin yerindeyken çalışmak, yarınlar için çabalamak lazım.

"Gücün var mı sevgilim, derin sularda inci tanesi aramaya?" demezler mi adama? Derler!


Hayır yani, sevdiğim de bi'arkadaşım yani... Üzülüyo insan...


Yahu ben diyorum kendime; 'kalk şu meretin başından' diye, o hala vıdı vıdı peşinde!
Bi sus kadın... Yok onu sevmezmiş, yok bunu istemezmiş, aman efenim yalnızlık güzelmiş!...

Heheyyy... Kime ne anlatıyosun salak? Önce kendin inan sonra anlat pabucuma...

Hayır sabah sabah sinirlenmeyim diyorum, şunun yaptığına bak?

N'oluyo Lan? Kimle konuşuyorum ben? Abovvv...

Çok Yalnızım Lan










Ota Boka da Ağlanmaz ki...

                    Sevdiceğinden ayrılırsın, karalar bağlarsın. Ağlarsın;

Herkeste onun yüzü vardır, her şeyde onun sesi. Ağlarsın.
Her film, her şiir onu anlatır. Ağlarsın.
Her kitapta ona benzeyen bir kahraman vardır. Ağlarsın.
Onun ismini başka birinde duyarsın bazen. Ağlarsın.
Dizi filmde aynı onun gibi öpüyordur adam. Ağlarsın.
Sende kalan diş fırçasını bir türlü atamazsın. Ağlarsın.
Onunla izlediğin programa bir daha bakamazsın TV'de. Ağlarsın.
Yatağın hep onun yattığı tarafına bakar bakar... Ağlarsın.
Onun aldığı elbiseyi dolapta saklarsın. Ağlarsın.
Tenini özlersin, kokusunu duyarsın her yerde. Ağlarsın.

Zaman geçer...

Daha az yaşarsın yasını. Hatırlarsın. Ağlamaklı olursun.
Daha azdır yürekteki közün miktarı. Hatırlarsın. Ağlamaklı olursun.
Daha az koymaya başlar ayrılığın acısı. Hatırlarsın. Ağlamaklı olursun.
Daha az duyarsın başkalarında onun adını. Hatırlarsın. Ağlamaklı olursun.
Daha çok gülümsemeye başlarsın romantik bir film izlerken.
Hatırlarsın. Ağlamaklı olursun.
Daha çok bakıp, daha çok insan görmeye başlarsın. Hatırlarsın. Ağlamaklı olursun.
Daha fazla kullanırsın yatağın her bir köşesini. Hatırlarsın. Ağlamaklı olursun.

Zaman geçer...

Şarkınızı duyar, hatırlar, içlenirsin. Gülümsersin.
Birini ona benzetir, ilk tanışmanızı hatırlar, içlenirsin. Gülümsersin.
"Bunu çok severdi. Oysa ben hiç sevmez, söylemezdim" der, içlenirsin. Gülümsersin.
Seni kızdırdığı bir anı hatırlar, sinir olur içlenirsin. Gülümsersin.
Dolaptaki elbiseyi çıkarıp 'Niye giymeyecekmişim ki?' der, içlenirsin. Gülümsersin.
Diş macununu ortasından sıktığını hatırlar, kızar, içlenirsin. Gülümsersin.
"Çok sigara içiyordu, beni düşünmüyordu, çok kıskançtı" der, içlenirsin. Gülümsersin.
"Aşk acısı da geçiyormuş demek ki" der, içlenirsin. Gülümsersin.

Zaman geçer...

Yeni biriyle tanışırsın. Yüzünde güller açar. Geçmişe "mazi" dersin. Güler geçersin.
Yeni aşkın, eskisinden daha iyidir. Geçmişe "mazi" dersin. Güler geçersin.
Eskisi aklının ucuna bile gelmez. Geçmişe "mazi" dersin. Güler geçersin.

Zaman geçer...

İşte yeniden gülebiliyorsundur ve...
Onun için hiç yoktan akıttığın gözyaşları ve boşa geçen zaman için
Hem ağlarsın, hem de "Değdi mi?" der güler geçersin.

ÖLÜMCÜL BİR HAYATIM VAR… YA SENİN?


Bugün; geriye kalan hayatımın ilk günü...

Bir müzik dinliyorum şimdi, uzandım kanepeye ve gözlerim kapalı… 
Muhteşem tınısında tekrar tekrar kayboluyorum şarkının. 
Gözyaşlarım pıt pıt düşüyor yanağıma, oradan dudağımın kenarına. 
Yalıyorum boynuma kadar akıp, gıdıklamasınlar diye beni. 
Hafifi tuzlu, kıvamında bir tadı var. 
Ama melodili ağlamaya başladığımda, daha fazla tutamıyorum onları. 
Boynum sırılsıklam oluyor. 
Sıvazlıyorum boynumu, gözyaşlarımı yediriyorum tenime. 
Silmek istemiyorum, hissetmek istiyorum varlığını. 
Kolay kolay ağlayamıyorum çünkü. Tadını çıkarayım diyorum…
Başıma bir sızı giriyor inceden. Ama kalıcı değil.
Melodi çoğalıp, beste oluştuğunda gidecek. Rahatlamış olacağım... 
Bu en sevdiğim parçanın son notasıyla, ben de kendime geliyor, uyanıyorum…

Ölüm; yalnızdır.
Yalnızlık; ölümlüdür.
Yalnız doğar, yalnız ölürüz.
Ağlarız kahrederek yalnızlığımıza…

Kan damlar o gözlerden yaş yerine kimi zaman, dudaklardan dökülen zehirli sözlerin sebep olduğu...




Oysa;

Ağlamak güzeldir… Ağlarsın bazen gülünecek haline… 

Ağlamak güzeldir… İçinde biriktirdiğin hüznü akıtıverirsin gider. Sen sağ o selametle… Rahatlarsın.

Yaralarımızı sarmaya çalıştığımız iyileşme sürecinin bir parçasıdır gözyaşlarımız. Terapi gibi, ayin gibi, seans uygular gibi, görevmiş gibi bizi endişelerimizden uzaklaştıracak olan gözyaşlarımızı bırakmalıyız sorgusuzca, kaygısızca, öylece… Akan burnumuzu silerken, bir bakmışız gülümsüyoruz…

Kadınlar, erkeklerden %60 daha fazla ağlıyormuş ‘prolaktin’ hormonu yüzünden! Hormona kurban… İyi ki var.

Bana ne, erkekler de ağlasın... Ağlayın... Ağlayacaksın ulen... 
Oturup ağlayacak, evinin adamı olacaksın! 

Ay, kıyamam ağlamasın! Ağlasınlar ya, onlar bize kıyıyor da ağlatıyor ya? Ay, kimse ağlamasın, ağlamayalım! Yok, ağlamak da lazım, bi'çeşit terapi sonuçta. İçine at at, nere ka? Di mi ama?
Dozu olmalı tabii... Fazla sulugözü de çekilmez be?! Kıvamında iki damla göz yaşı döksün tabii gerektiğinde. Öyle salya sümük olmaz! Ama rahat ağlayamaz ki o zaman da?! İstediği gibi ağlasın canım, kuralı mı olurmuş ağlamanın?
Ay... Ağlamayın!

Karar verdim; Adamceğizler de rahat rahat ağlamalı. Erkeklikle ne alakası var duygusallığın, göz yaşı akıtmanın Allahınsen? Ne sinir olurum erkek çocuklarına "Zırlama kız gibi" filan derler hani? Hay Allah'ım yarabbim ya! 
Tamam zırlak olmasın sonuçta ama niye 'kız gibi' diye ilave yapıyorsun da minicik beynine erkekliğin sadece 'kız gibi' olmamakmış gibi olduğunu empoze ediyorsun alttan alttan?
Ondan sonra saygı sevgi bekle o çocuktan büyüdüğünde kadınlara karşı? Piii...
Cinsel uzvuyla ve sadece dişi cinse yakıştırılan şeyleri yapmamakla 'erkek' olabileceğini zanneden, kadını aşağılayan ne varsa cahilce beynine sokulmuş bir genç adam olarak yetişiyor zavallıcıklar?!
Anacım kadınlar, analar güzelce eğitemiyor maalesef minik erkek insanını. Evet. Acı gerçek bu! Çocukluktan öğrense gerçekte 'erkek' olmanın sadece ve sadece 'insan' olmakla alakalı olduğunu, bak bakalım gelecek nesilde şiddet, cinayet, tecavüz, vs. kalır mı? 
Sinirlendim bak şimdi ya...

Tamam insanız sonuçta ve insan evladı da duygularını içine atmamalı kendini şişirmeye, salıvermeli doğal akışında… Kasmamalı, kastırmamalı… Ağlamalı.

Lakin bir erkek, bir kadını ağlatmamalı. Asla! 
Musevilerin Tanrı ile konuşmasını anlatan Talmud’da şöyle geçer :
(ki bizim Kur’an da da var bununla ilgili ayetler) 

“Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin. Çünkü Tanrı gözyaşlarını sayar. Kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı. Öyle olsaydı ezilirdi. Üstün olmasın diye başından da yaratılmadı. Ama göğsünden yaratıldı. Eşit olsun diye. Kolun biraz altından, korunsun diye. Kalp hizasında, sevilsin diye.”

Ağlamak güzeldir… Güzeldir de, bize yani geride kalıp yaşayan kişiye, onun da bi’gün öleceğini hatırlatır ya... İşte ondan ağlarız...

Herhalde yapmamız gereken, ölümün varlığını kabullenmek ve kalan hayatımızı daha kaliteli ve anlamlı hale getirmeye çalışmak olsa gerek. Zor evet ama en azından deneyebiliriz.

Ölüm; insan bedeninin bir çeşit inzivaya çekildiği ve kendini meydana getiren elementlerine ayrışarak, yeniden doğaya karıştığı bir olay değil midir? Ve belki ruhun da yeni hayatına uğurlandığı?!...  Belki…

Ağlamak güzeldir de… Giden gitmiştir ve asla, kat-a geri dönmeyecektir. Bir Son'a mı yoksa bir Başlangıç'a mı gitmiştir? İşte bu cevabı bilemediğimiz ve hiçbir zaman da öğrenemeyeceğimiz için ağlarız.

Ağlamak güzeldir de… Bazen, "ölümlü" olduğumuz gerçeğiyle yüzleşiriz ve bu yüzden ağlarız. Bir yakınımızı kaybettiğimizde, bizi bırakıp gittiğine inanamıyor görünsek de aslında bir gün kendimizin de öleceğine inanmak istemediğimiz için ağlarız.

Giden dost, bizden de bir parça götürmüştür. Yani ruhumuzdan alıp götürmüştür bir şeyleri... Çünkü ölüm, sadece yaşamı sonlandırır, sevdiğimizle aramızdaki bağı değil. Velhasıl yalnızca beden gömülür, dostluk değil. Velhasıl, dostumuzu özler, ağlarız.

Ne demiş Aristo; "Dostluk; ruhun iki bedende yaşamasıdır"... Biri gidince, canı yanar insanın. Canı yanan insan evladı da ağlar tabii…

Ağlamak güzeldir de… Hayatı ve yaşam şeklimizi sorgulamamıza sebep olmuştur giden ve bu dünyada kalıcı olmadığımızı görür ağlarız halimize.

“Sevgi Fakiri insanlar olarak, belki de daha çok sevmeliyiz herkesi ve her şeyi. 
İyilik gözüyle bakıp güzellikleri görmeliyiz, birer "Ölümlü" olduğumuzu hatırlayarak...

Mutluluk gözyaşları akıtacağınız huzurlu günlere kavuşmanızdır dileğim…







Popüler Yayınlar

Bendeniz

Fotoğrafım
Yazıyorum, paylaşıyorum... Hayatın sevmek ve inanmak olduğunu düşünüyorum... Az ve öz dostum ile kitaplarım olduğu sürece benden mutlusu yok... Dünyalıyım... İçi-dışı bir, özü-sözü bir olmak, istediğim...

Hürriyet Spoa

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

Hürriyet