Kategoriler

29 Eylül 2012 Cumartesi

'O'


Hayır, hayır… Bu benimle ilgili bir şey olamaz. Yani bana olacak bir şey değil. Tabii canım. 
Geçen sene Aysel teyze, geçen hafta Hikmet abi ve her gün kim bilir kim? Ama ‘ben’ değil! Olamaz! Olmamalı. Olmaz tabii ki… Olmaz olmaz…

Ilık suyu suratıma çarptım ve doğruldum. Ayılmak zor geliyor sabahları. Birden, akan suya aldırış etmeden aynada bir süredir kendimle göz göze olduğumu fark ettim. Sanırım bu bir süre ‘epeydir’ manasına geliyordu. O değil de suya yazık, boşa aktı bir miktar ki, ben dişimi neyin fırçalarken bile kapalı tutarım musluğu. Lakin şimdi bunu dert etmenin zamanı değil zira asıl derdim daha büyük! Alnımda üçü derin dört çizgi vardı boydan boya. Göz kenarlarım, yaşların daha rahat akabilmesi için oluk oluşturmuştu nerdeyse yine alnımdaki gibi çizgilerden. Gülümsedim yalancıktan. Yanaklarımdaki yılları görmekti maksadım. Ruhum gibi inceydiler. Aynanın üzerindeki makyaj lambasını açtım daha iyi görebilmek için. Yoksa yakın gözlüğümü mü alıp gelmeliydim çalışma masamdan. Gerçi çalışma masamda da olmayabilirdi, yatakta kitap okumak için almış ve orada unutmuş da olabilirdim. Ne de olsa ‘unutkanlık’ denen bir arkadaşım vardı. Lakin yetti aynadaki ışık beni aydınlatmaya. Fazla aydınlandım, hatta gözlerim kamaştı ve acilen kapadım daha fazla yıllanmamak için. Yeterdi bu kadarı. Ki bu kadarı bile o kadar çoktu ki… Dayanamadım daha fazla… Fazla fazla fazla… Daha çok, epeyce, fazlaca…

Böyle abuk sabuk düşünürken neyse ki musluğu kapamayı akıl edebildim. ‘Kendine gel’ dedim kendime… Yatağa döndüm sonra, kahvaltıya mecalim de isteğim de kalmamıştı nedense. Şimdi kim koyacaktı çayı, çorbayı sabah sabah bu ruh haliyle. Uzandım… Ha, neredeyse kırıyordum benim emektar yakın’ı… Tahmin ettiğim gibi buradaymış sağ olsun. Sonra, aslında unutkanlık’la pek de iyi bir arkadaş olmadığımı düşündüm bu durumda. Yok artık, bunayacak halim de yoktu ki canım bu yaşta?... Hangi yaşta? Kaç yaşındayım ki ben? Bildiğim bir şey varsa o da; ‘o’ yaşta olmadığımdır! Tabii… Mesela Necla ‘o’ yaşta… Adnan da… Komşu bir teyze ile amca var, onlarda ‘o’ yaşta. Annem de… Yok ama annem sayılmaz. I-ıh… Annem de benden, o yüzden sayılmaz işte, bana ne?! Yaşı mı var ki bunun hakkat? Var mı? Yok mu yoksa? Olmayabilir de. Olabilir de. Evet. Çünkü bazen Eda da, Burak da, Nazlı da, Alican da olabilir sıra. Onlar ‘o’ yaşta değiller. Demek ki yaşı yok! Aman, kafam karıştı. E, sırası mı var peki? Ne sırası? Sırayla ise eğer, ben rahatlayabilirim. Ne de olsa henüz inceden gidiyorum… Alnımda belki alın yazısının ağırlığından derinleşmiştir yıllar. O kadar olur canım. Ne de olsa yıl’lanacağım daha! Hem sıra bana geldiğinde ben orada olmayacağım ki?! Nasıl mı? Bunu henüz bende bilmiyorum ama olmayacak işte… Yani tam ifade de edemedim şöyle ki; ben görmeyeceğim nasılsa bunu. Evet, evet, görmeyeceğim.

Nasıl bir şey acaba? Bilmek de istiyor değilim doğrusu ama merak da etmiyor değilim. Öğrenmenin de bir yolu yok ki?! Göremem ki bir şekilde… Hah… Gözlüklerimi kafama takmışım da ondan. Gözüme taksaydım görürdüm de yakinen… J Kafama bir şey taktığım kesin de, gözlük olmadığı kesin. Kendime stand-up yapmam da işe yaramıyor aslında…. Bu arada kalkmışım da, kahvemi bile yapmışım da, pencere kenarındaki yerimi almışım her zaman olduğu üzere…

 Birazdan çöp kamyonu geçecek. Karşı apartmandan genç bir kadın çıkacak hemen önündeki arabasına binecek ve kırk saat şoför koltuğuna yerleşmeye çalışacak. Aynada kaşına gözüne bakacak son rötuşlar için. Ve arkasındaki çöp konteynırına dokundurarak manevra yapacak çıkmak üzere. Pek de iyi bir sürücü değil çünkü. Biliyorum, çünkü her sabah aynı terane. ‘Bugün çarpmazsa çöpe, yarın oturmayacağım pencereye, söz’ diyorum ama nafile. Onun yüzünden her gün mesai yapıyorum burada. Deli miyim ne?

Ambulans geldi dün yan apartmana. Biri gitmiş ama kim bilmiyorum. Kurtaramamışlar deniyor kalp masajı, vs…  derken. Eskidendi komşuluk falan, şimdi karşı dairemde kim var bilmiyorum?! Yaşlı da değilmiş ha, gencecik biriymiş. İşte bak gördün mü, yaşı yokmuş!... Hadi bakalım!?

Sabahın körü, zar zar korna sesiyle sağır da olunuyor sağ olsun saygısızın biri sayesinde. Gerçi niye de sağ olsun, çektirsin gitsin mümkünse buralardan. Eksik olsun onun gibiler. Manyak mı arıyorsun, (efendim?) ondan bol ne var memlekette? Yahu ne trafik var, ne insan… Ne akla hizmetle basarsın o saatte o zımbırtıya? Aslında, ineceksin aşağı, bir güzel pataklayacaksın oracıkta onu, kornayı söküp eline vereceksin bak bakalım bir daha çalıyor mu o yöreden zurnasını? Hayır, şiddete karşıyız da, bu gibilere de karşıyız! Bunlar da anca bu dilden anlar, ne yapalım? O yüzden bizi uğraştırmasın gitsin tıpış tıpış kendi rızasıyla!... Of…

Hayır, kafam dağıldı iyi oldu bir yandan da bu sinir… Uyku muyku kalmamıştı didik didik düşünceden…

Hayır, hayır… Bu benimle ilgili bir şey olamaz. Yani bana olacak bir şey değil. Olmamalı. Herhalde olmaz canım. Olsa da ben orada olmam yani. Kaçarım ki… Kaçılır mı ki? Öğrenmenin de bir yolu yok ki… Saçmaladım şimdi bak. Hayır, zaten öğrenmek istemiyorum ki yahu?! Öğrenmem demek, onu yaşamam demek. Yani yaşamamam demek! Al, buyur, buradan yak! Beni yak, kendini yak, her şeyi yak! Gemileri yak… Zaten ‘o’ olduktan sonra dünya yansa ne olur?

Uyku gibi bir şey mi acaba? Bak şimdi öğlen uykusuna da yatamam ben bugün. Aklıma sokmayacaktım bunu. ‘Uyku gibi mi’ymiş? O da nereden çıktı şimdi? Bir de iyisi var, kötüsü var. Kolayı var, zoru var. Acılısı, çilelisi var… Vay vay vay… Beni hangisi bekliyor acaba? Güzelinden olsa bari. Yok, yok… Neler diyorum ben ayol? Benim başıma gelmeyecek ki sonuçta. Piii… Ne düşünüyorum, ne söylüyorum, tam hasta? Buyrun, evet benim o ‘hasta’. Tahtaları eksik biraz kafamın. Peki, daha artarak çoğalacak mı bu yıllar yüzümde, kaşımda, gözümde, oramda buramda? Onu da istemiyorum ki ben. İstemem tabii… Kim ister ki? Al işte, ben istemiyorum. Bana ne?!

Yok… Uyku yok… Gerçi kahve de içtim, açıldı iyiden iyiye. İçmeyecektim işte şunu ne güzel, dönecektim sıcacık yatağıma yumuşak yumuşak… … Canım çok yanacak mı ki? Niye yansın ki? Nasıl bir türde olacak ki yansın? Yanmaz, yanmaz ki… Hisseder miyim ki? Nasıl olur ki? Olmaz, olmaz, bana olmaz. Olmayacak… Olursa da ben anlamadan olup bitecek. E, oldu diyelim, sonra ne olacak? Ne olacağım? Nereye gideceğim? Geri dönebilecek miyim? Annemi görebilecek miyim? Zeki Müren’de bizi görecek mi? J Ne olacak yaa? Hayır, istemiyorum! İstemiyorum, bana ne? Nasıl ki? 
Kafayı yiyeceğim düşün düşün. Bir terapist’e filan mı gitsem ki? Takıntı mı ki bu? Hayır, öyleyse bileyim de takıntılamayayım, her gün oluyor artık çünkü. Deliriyor muyum ya da delirecek miyim de o safhadan önceki aşamada mıyım ki acaba? Yok, zaten deliyim, ekstra daha nereme delireceğim ki?

Yok, yok… Bana olmaz, olmayacak. Olsa da ki olmaz ama diyelim oluyor, kaçarım ki ben… Tabii. Kaçılır mı ki? Yaşı yok, sırası yok, kaçışı da yok belki?! Yok mu ki? Aman canım, nelere nelere çareler bulunuyor da buna mı bulunamayacak, hangi devirdeyiz Allahınsen? Ne diyorum ya ben? Biri bana ‘dur’ diyebilir mi acaba? ‘Dur’ demişken bir açıklama da getirebilir mi ki lütfen?

Hayır, hayır… Bu benimle ilgili bir şey olamaz. Yani bana olacak bir şey değil. Lakin bu ne yaman çelişkidir ki kendimden başka herkes için olabilitesini düşünebiliyorum da oluyor da, bana olmayacak? Benim ne ayrıcalığım var? Uzaylı mıyım ben? E, evet, uzaylıyım, uzaylıyız! “Başka bir galaksiden miyim ki?” diyeyim bari!

Ha, annem de var tabii… Ona da olmaz. Olmamalı… Olursa da zaten bana da olsun. O’ndan sonra ben n’apayım buralarda öksüz öksüz? Yaşlandı da yahu. Yaş’landım bak şimdi ben de hüzünlendim sabah sabah. Bir de bu terane var; yaş hadisesi! Ne ilginç yarabbi… Yıllar,  yol – su - elektrik olarak geri dönüyor sana yüklüce… Hor kullandıysan; ‘Al’ diyor itinayla inceden inceden çizip yaptıklarını, yaşanmışlıklarını yüzüne vurup. İyi baktıysan, özendiysen kendine; ‘Aferin’ de demiyor ama daha vicdanlı davranıyor diğerlerinden. Ama yine de yapacağını yapıyor sağ olsun. 
Iyy… Nasıl bir şey ki? Yani ne bileyim, böyle buruşuk – uyuşuk – mayışık – karışık – hayata alışık fakat bir o kadar alışamamışlık?! İsyan, inkar, öfke, yorgunluk, depresyon, son’a hazırlık?! İstemiyorum işte, istemiyorum! Niye bu kadar karamsarım yarabbi? Olumla, karma – kurma yap bir şeyler ortaya karışık en pozitifinden! I-ıh… Olmuyor!

Yitip gitmek, ex olmak, göçmek, uçmak, iki seksen yatmak da bi daha kalkmamak, hem yerde hem gökte olmak… Of ki ne of… Korkuyorum, ürküyorum, tırsıyorum, üç buçuk atıyorum, yusuf yusuf sayıklıyorum, ürperiyorum, diken diken oluyorum, ödüm ödüm patlıyorum… Ki hepsi aynı kapıya çıkıyor ve aynı manaya hizmet ediyorlar adamını satayım!   

Evet… Bu benimle ilgili bir şey olamaz. Yani bana olacak bir şey değil.  Yıllanmayacağım ve ‘o’na yenilmeyeceğim… O 
kadar!

Yaşlanmak istemiyorum…
Ölmek istemiyorum…
İstemiyorum işte, bana ne?!



12 Eylül 2012 Çarşamba

AH ÖMRÜM




Bir yer çekimi cazibesiyle bağlandığımız, yakalamaya çalışırken kaçırıp, kaçmaya çalışırken yakalandığımız ömür ne ola ki? 

Kimimiz durmadan öğütülüp zaman değirmeninde, sonra ayrık gibi savrulup gitmede rüzgarlarda... 

Kimimiz aşkın derin yangınlarında yanmada...

Ekmeğimize katık biraz umut, bir parça hatıra... 

Ömür dediğimiz; anıların yanaklarından süzülen birkaç damla...

 Hasretlerimizi uçurduğumuz mavi gök, yıldızların koynunda uyuyan gece ve bir demet beyaz papatya masum bir çocuğun ellerinde...

 Parkta çektirdiğimiz hatıra fotoğrafımız; ellerin ellerimde, gözlerim gözlerinin ötesinde... 

Ah ömür! 

Acılar devşirmek öbek öbek, tatlı acılar... 

Ruh med cezirleri zaman okyanuslarında, nihayetsiz iniş çıkışlarıyla tarifi zor insan coğrafyasında...

Kırk ikindi yağmurlarında nefsin erbain'i, kırk günlük anda... 

Bir içim su, bir lokma ekmek ağız tadında... 

Hatırası var diye sakladığımız bir kurutulmuş çiçek mazinin avuçlarında... 

Yolcular yollarda, yolcular duraklarda... 

Ben zamanı sorgularken zaman beni yontmada... 

İşte belli belirsiz bir silüet kumsalda, suya yazı yazmada... 

Her şeye ve her şeye rağmen ömür; gecelerde batmak, seherlerde doğmak, iki an arasında kendini bir var bir yok saymak... 

Zıtlar arası yolculuk, zıtlar arası mekik dokumak... 

Bu istasyonda yaptığım şey hüzünlerimi, sevinçlerimi bana aşina kaldırımlara haykırmak...  

Ah ömrüm!

 Ah, akşamlardaki bir çay içimi ömrüm. 

Bu hissettiğim beden, bu bastığım toprak, emanet ömürden yolda bir durak...

Hayal tuvalime bir resim çizivermek, hüzünlerimin en çarpıcı tonuna uğrak... 

Ayrılıkları anımsatan bir hüzzam faslı sonrası, vuslata sırdaş bir saba makamına kulak kabartmak... 

Yolculuğun tadına varmak Sevgiliye yakın, kendime uzak iklimlerde.

 Çöllerde Leylalardan izler sürmek, 'bulamasam da' diye diye.

Ah ömrüm...





Popüler Yayınlar

Bendeniz

Fotoğrafım
Yazıyorum, paylaşıyorum... Hayatın sevmek ve inanmak olduğunu düşünüyorum... Az ve öz dostum ile kitaplarım olduğu sürece benden mutlusu yok... Dünyalıyım... İçi-dışı bir, özü-sözü bir olmak, istediğim...

Hürriyet Spoa

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

Hürriyet