Kategoriler

23 Şubat 2011 Çarşamba

FİT OLACAĞIM DERKEN, SABAH OLDU ERKEN

          

        Saatlerce ve kilometrelerce yürüdüğüm halde, duşa ve yatak odama saniye             mesafesinde olduğum için bayılıyorum şu alete… 
                           Sevgili ‘Yürüyüş Bantı’m… Seni seviyorum… 

                                        

Adı üstünde bir şerit bant var, ha babam adım atıyorsun istediğin hızda ve fakat bir gıdım yol gitmemiş oluyorsun. Ay, harika bir şey… Üstelik don/atlet koş istersen üstünde.  ツ 
Bir de üşengeç olmasam daha iyi olacak da! İşte… 
Yazın; 
‘Üf… Çok sıcak… Bu havada ne kalkacağım da koşacağım deli gibi, zaten oturduğum yerden ter döküyorum adamını satayım?! Halim malim kalmaz benim! Ay, yok!’ deyip, 
Kışın; ‘Anacım bu soğukta kalkacağım da soyunup giyinip çıkacağım şu meretin üstüne terleyeceğim de, duşa gireceğim tekrar soyunup giyinip! Peh… Popom donar be!…’ deyip yaratıyorum şahane bahaneyi! 

Tamam, spor yapmak lazım hem sağlık hem güzellik için, ok… Ama anacım, eziyet resmen be! Yahu 'tavşan kaç, bilmem kim yakala ; tazı koş/incecik ceylan koş, hepsi de doğal spor neyin yapıyorlar da her gün n'oluyor? Kıssadan hissecık hayatları var yazık. Bak fil'e kaplumbağa'ya, kıpraşmadan kaç yıl yaşıyor hayvanoğluhayvanlar?! Pii... 

Şöyle yattığımız yerden kasları çalıştıracak, yalancı spor yaptıracak ya da yapıyormuş gibi hissettirecek bir şeyler icat etsinler artık ya! 
Buradan yetkililere sesleniyorum! Bu eziyete bir son verilsin! Aa… Nedir bu biz insanceğizlerin çektiği çile?  ツ 

                                      
Hayır, konsantre ve motive olamıyorum canım. Öyle yalnız yalnız koş nereye kadar? Ayna yaptım aletin karşısına… Yani ben yapmadım tabii… Yapılmışı vardı aldım taktım… Taktırdım daha doğrusu! Yoksa çivi çakamam ben!
Ay… Bak bak, kendimi görüyorum habire… Tamam, kendimden memnunum da… O da bir yere kadar… Gerçi fena da olmadı değil. Yani eskiye göre daha zevkli olduydu. Kuru kuru bir yerlere bakmaktansa kendime, itinayla incelen vücuduma, nasıl göründüğüme falan bakıp hayallere dalıyordum ve zamanı daha kolay harcıyordum sanki… Bilmiyorum.
Buna ilave bir şeyler daha bulmalıydım ama… Yoksa spor yapıp fit olma ve öylece kalma sevdam suya düşecekti. Bıkmak üzereydim debelenmekten… Kitap aldım elime, başladım okumaya. Anam sarsılıyorsun tabii hareket edeceğim derken. Başım gözüm dönmeye başladı yahu…  Bir de okuduğuma konsantre olamıyordum haliyle nefes nefese iken… 
Aldım LCD’yi koydum aletin karşısına sonra. Aynadan da mahrum kalmak istemiyorum ama… Arada da bakıyorum tabii… Ancak bir film ya da konser DVD.si koyup izlemek de fena olmadı… İşim biraz daha kolaylaştı…
Ne çile yarabbim? Yok fit olacağım, yok güzel olacağım, yok selülitsiz olacağım, yok sıkıfıkı olacağım, yok sağlıklı olacağım derken anam ağlıyor yahu… Ay… 
Gerçi görüldüğü üzere sağlıklı olma en son şık… Sağlığı kim takar doksan altmış doksan olmak varken? Hiç sanmıyorum ki; 
‘Anacım bak sen şimdi; şöyle iki saat koşayım, eğilip büküleyim, kaldırayım indireyim de sağlıklı ciğerlerim, böbreklerim, dalağım olsun aman…’ desin bir kadınceğiz de?! Iıh… Cık cık cık… 
Düzgün ve sıkı bacaklar, diri göğüsler, sarkmayan kollar ile gergin bir karın için koşarız deli gibi… Hele ki yaş biraz ilerlemişse, bunların hepsi bir anda olsun isteriz sanki yıllardır o gevşek popomuzun üstünde yayıla yayıla oturmamışız gibi tembel tembel…



Paramız varsa çözüm de vardır; estetik! Yağ aldırması, botox’u, kaldırması, gerdirmesi emrimize amadedir! Gerçi sadece para değil, cesaret de gerektiriyor bu! Şahsen çok zor benim için estetiğe karar vermek. Ne bileyim, orama burama borular sokulacak da yağlar çekilecek; iğneler batırılacak da bir şeyler zerk edilecek; bıçak değecek de kesilecek biçilecek?! Amanın… Tırsarım yahu… Yani büyük konuşmayayım da, çok gerekmedikçe yaptıramam herhalde. Suratımın haritası bozulur mozulur da anca… Anam anam verme yarabbim!!! Tu tu tu… 
Zati kim yaptırsa, hepsi aynı şekilde çıkıyor... 
Kedi kadınlar salınıyor ortalıkta aynı tornadan çıkmış?! Vıy... Evlerden ırak!  ツ

                                       
                                   

Arkadaşım Selvi, çok âlemdir bu konuda. Yani spor yapma konusunda. Bir spor salonuna gidiyor bavulla para verip. 
‘Anacım’ diyorum; ‘Ne gerek var o kadar harcamaya, gel benim evde daha az masrafla yap işini… Koşacaksan alet var… İndir kaldır aleti var, step yap aleti var, twist yap var, esne gerin var, kol kanat vs. var… Var oğlu var’ … 
Var da ne işe yarıyorlar bir sorun?! Neyse… 
‘Ver bana o kadar paran varsa etrafa saçacağın, alasını yaptırayım sana. Hem hizmette sınır yok! Duşunu alacaksın anında sıcacık, uzanacaksın yumuşacık, keyif yapacaksın güzelim atıştırmalıklarım eşliğinde acık acık… E, daha ne?’… 

Yok, orada motive oluyormuşmuş, kasları masları görüp harika oluyormuşmuş, etli butlu hatunları görüp oha oluyormuşmuş, sosyal oluyormuşmuş da, flört ediyormuşmuş… Yoksa evde kalacakmışmış… Muşmuş… Mışmış… Aa…
 ‘Kızım manyak mısın?’ dedim bir gün. ‘Bunları onca para vermeden de yapabilirsin. Götüreyim seni annemin altın günlerine, bolca etli butlu hatun var… İzle bir gençlik dizisini, kas manyağı olursun… Sosyal mi olmak istiyorsun, flört mü etmek istiyorsun, evlenmek mi istiyorsun? Hah… Git evlilik programlarından birine ki bolca var, gör ebeninkini… Bedava…’ 

                                      


Âlem kız ya! Hap yap para kap ayol hepsi… Ha bir de piyasa… Herkes birbirini keser; adamlar kadınların popo ve göğüs ölçüsünü çıkartır, hatun kişiler ‘ayna ayna söyle bana, var mı benden güzeli?’ tadında adamları göz hapsine alır kendisine bakan var mı diye, adam kaslarını konuşturmaktan iki kelime konuşamaz, kadın beş kilo makyajı bozulmasın diye kıpraşamaz kırıtır çok terlemesin de akmasın maskesi diye… 
(Herhalde istisnalar var akıllım?! Gerçek anlamda spor yapabileceğin mis gibi salonlar var. Tabii. Araştırıcan, bulucan, ona göre gidicen. İvit ツ )
Hah… Konuşur musun öyle, kalın kalın laflar eder misin uzman kıvamında? ‘Al sana’ der işte hayat! Anacım bu benim manyak arkadaşım Selvi kokoşu, beni normal kıvamda ve kendi halinde bir salona gitmeye ikna etti. Yoksa kız kurusu olarak ölecekmişim açılmadan iade! Evimin salonunda bulacaklarmış sıkıntı ve yalnızlıktan dilim sarkmış bir şekilde cansız! Böyle ifade etti sağ olsun halimi… 

                                       


Bu Selvi öyle her yeri, herkesi beğenmez ha… Ben de gidebileyim diye feragat etti sosyetik salonundan. Anacım, kendi semtimizde -ki aynı sokakta oturuyoruz kendisiyle- hatta üç dakika mesafede, iki kardeşin işlettiği, sade, sevimli bir salona gittik beraberce. Hep geçerdim önünden de kafamı çevirip bakmazdım. Kendi evimin salonunda yapıyorum ya en rahatından, ne diye elin salonunda yapacağım, ‘popomu kaldırıp da bir de üstüne para verip de geleceğim de, zıplayacağım oramı buramı sallayıp… Peh…’ derdim… Neyse büyük konuşmayacaksın hiçbir konuda, hiçbir zaman… Öğrenmiş oldum uygulamalı olarak! 

                                       


Girdik içeri usulca. Şöyle bir etrafa baktı ve burun kıvırdı prenses, -hıh- der gibi… ‘Fena değil, ne yapalım idare edeceğiz seni alıştırana kadar!’…  Neyse… 
İki genç sportif adam ile sohbet ettik kaç lira bayılacağız, kaç saat geleceğiz, ne ter dökeceğiz babından. İkisi de evli olan kardeşler; sıcak ve sportif gülümsemeleriyle, adaleli kollarıyla bizi mest ettiler. Ben her zaman her yerde olduğu gibi sıkı bir pazarlığa giriştim aylık ödemeler konusunda. Bir güzel indirim yaptırdım öldüren cazibemi kullanarak, ki bu cazibe 'düşük çenem' oluyor! 'Bezdiren cazibe' de denebilir... Selvi hanımcık hiç alışkın değil tabii, dürtmediği yerim çimdiklemediği etim kalmadı çaktırmadan… Ha bir de ayağıma basıyordu ara sıra. Allahtan spor ayakkabıları vardı da ucuz yırttım, yoksa çok pis oyar sivri topuklarıyla… 

Ertesi gün başlamak üzere anlaşıp çıktığımızda; ‘Allah cezanı vermesin kız… Rezil olduk. Çapulcu sanacaklar bizi parasız pulsuz… O nasıl bir pazarlıktır, ay ömrümde yapmadım yapmam… Amaaan… Seninle bir yere gidilmez vallaha…’ diye kafamı itip kaktı bir o yana bir bu yana ‘Kakılmış’ misali… 
(Bu arada 'çapulcu'da ne çok manaya geliyor değil mi?  ツ )
Efendim, kendisinin tuzu kuru tabii… Yağda ve balda olan ellerini manikürü bozulmasın diye başka bir şeye sokmayan, bir ayakkabıya benim bir kaç aylık maaşımı veren, markasız don bile giymeyen, mağazalar zinciri sahibi bir ailenin evladı, güzeller güzeli, biricik, huysuz, zilli arkadaşım… Çok seviyorum kızı… 
Öyle burun murun kıvırdı diye anlatıyorum ama dünya tatlısıdır. Mütevazıdır, cömerttir, iyi kalplidir… Acık huysuzdur işte… Ben ise, orta direk memur bir ailenin, fakir ama gururlu kızıyım! Hahaha… Şaka şaka… Memur kızıyım da o kadar da fakir değiliz yani!
Neyse… Başladık biz anacım salona… Hanımefendi öğlene kadar uyuyor, o yüzden anca akşamüstüne doğru gidebiliyoruz. Selvi’den başka kokoş yok mekânda. Gerçi ‘Makyajsız çıkmam abi!’ formunda değil Allah'tan… Hanımlar bildiğin ev eşofmanlarıyla gelmiş, salına salına eğilip bükülüyorlar pilates ayağına… Ha… Öyle hafife aldığımdan değil, üşendiğimden. 
Sonracığıma, ben de başladım tabii hareketlere. Önce koşuyorum, sonra kondisyon bisikleti, ardından eliptik mi ne haltsa o bisiklette uzay yürüyüşü gibi adımlar atıyorum… Benim için küçük bir adım ama insanlık için…?!
Twist yaparak dalağımı şişiriyorum. Mekik/kekik ortaya karışık inip kalkıyorum. Kol, kanat, sırt derken iç /dış bacakta son veriyorum çalışmama. Tabii, hepsini sevgili Latin dansçısı kıvamındaki küçük kardeş çalıştırıcım Alp kodladı… Ne derse o!
Bu arada Selvi halinden pek memnun görünmüyor. Arada dedikoduları veriyor;
"Kızım burada kaslı bi Jason Stattom görme ihtimalimiz, senin bi'gün evlenme ihtimalin gibi, oldukça zayıf yani. Bilmem anlatabiliyor muyum?"
"O kim be?"

"Kim, kim kızım?"

"İşte şu dediğin; Sitaton mu ne?
"Ay sus, sen bilmezsin. O sepseksi kısık çatallı ses tonu, dazlak kafası ve muhteşem endamıyla hayalimdeki adam! Aman şu ekşın filmlerinin jönü be… Ay… Neydi o filmin adı? İtalyan İşi’ndeki herif be… Öğren artık benim tipimi. On yedi yıldır anlatamadım derdimi!"
‘Ha… E, biliyorum ki ben onu. Adı bu muymuş herifceğizin? Ama anacım daha geçen gün başka biriydi ya, neydi adı? Aman neyse… Kızım siyasetçiler gibi habire fikrini zikrini değiştiriyorsun, yalan yanlış beyanat veriyorsun, anlaşılamıyorsun! Ben ne yapayım?"
"Hiç de bile… Of… Bu ne be? Çok sıkıcı ya… Vakit geçmiyor sağa sola bakmakla ki sağda solda görülecek zevkli bir şey yok! Sokak arasında, benim mutfağım kadar bi' salon ya burası."
"Ya, gelmeyelim o zaman… Kendin kaşındın hem..."
‘Sana diyorum dinletemiyorum ki? Gel güzelce benim salona yazıl, ödeyeceğim ben, Allah Allah… Mezara mı götüreceğim şekerim onca parayı. Seninle harcamayacağız da kiminle harcayacağız yavruş?
‘Aynı konuya dönmesek? Zaten harcıyorsun yeterince tatlım. Öyle sevmiyorum biliyorsun fakirliğimi yüzüme vurmanı!
‘Of… Bi sus ya… Deme şöyle şaka yapacağım diye… Manyak ya…’
‘Hadi hadi… On dakikam kaldı benim, kaldır kıçını sende…’

İşte böyle başladı spor salonu maceramız. Selvi, bir hafta ancak dayanabildi, attı kendini tekrar sosyetik salonuna. E, o gidince ben de zaten bahane arıyordum gelmemek için, koyuverdim gitti… (Fırına kekti poğaçaydı, Allah ne verdiyse koyuverdim gitti  ツ )
Ay, nasıl bir yük kalktı üstümdeeen! Sanki silah zoruyla getiriyorlarmış gibi suratsız suratsız gidiyordum. Amanın...

                                               
Yok… Olmayacaktı… Yağlardan kurtulmanın daha başka ve daha kolay bir yolunu bulmalıydım. İnternette dolanırken, bin bir türlü bitkisel zayıflatıcıları görüyordum. Gözü karayımdır bu konularda. Deneme tahtası yaparım kendimi. Önceden zirilyon kere denemelerim oldu başarısızlıkla sonuçlanan. Bir gün bankadayım. Kadının biri telefonda arkadaşına ne kadar kilo verdiğini ve buna rağmen sarkmadığını anlatıyordu. Bitince konuşması daldım orta yerinden konunun, durur muyum? Meğer o da bitkisel bir içecekmiş. Amerikan menşe-i imiş, çok sağlıklıymış, kolay içiliyormuş, pırt pırt gidiyormuş yağlar mağlar… Aldım adını sanını… Gittim distribütöründen aldım tonlarca para verip. Salona kıyamadığım liraları, çatır çatır saydım bu merete. E, kolaycacık gidecek ya kilolar oturduğum yerden, gidiyor tabii liralar da kolaycacık! Beş altı ayım da bununla geçti anacım. Neyse, Allahtan bir iki kilo vermiş göründüm de acım az oldu. Bir süre yas tuttum giden o bir – iki kilo için! 
Ama… Vazgeçtim mi? Tabii ki hayır! Yaralarını sardıktan sonra incinen gururumun, yeni mecralara akmak üzere saldım kendimi suyun akışına doğru…
Yemek yemeyi çok seviyorum. Çoook… Boğazımı tutamadığımı anlamam biraz uzun sürdü. Bu uzun ve çileli süreçten sonra, mademki boğazımı tutamıyordum o halde benim yerime tutacak bir şeyler bulmalıydım… Aradım taradım, tabak tabak yemiş kadar tok hissettirecek bir hap buldum. Efendim şişiyormuş midede bu lifli mifli şey, ye bakalım yiyebilirsen bir şey! Tekerleme gibi oldu kı?  ツ 
Gerçekten de yedirmedi bir süre sonra eskisi kadar. Ama anacım, sonradan alışkanlık mı yaptı ne, bir faydası olmamaya başladı. Ben de de kafa dönmeye başladı tabii… Aç kal, kal, nereye kadar?… Bu sevdam da kısa sürdü, gördüm göreceğimi yine… 

                                       
Demek ki yemeden olmayacakmış diyerek yeni bir keşfe daha imza attım. Hem yemeliydim, hem de bana yol – su – elektrik olarak geri dönmemeliydi. O halde, yeni bir alternatif bulmanın zamanı gelmişti. Hadi bakalım hop, orama burama yapıştıracağım bantları buldum. Spor mıpor yapmadan, istediğini yiyerek, oturduğun yerden yağlarımı yakacaklardı. Ve fakat cüzdanımı yakmakla yetindiler… Allah için şimdi, gerçekten dikkatli yedim içtim o dönem. Tonla para harcıyordum yani, kolay değil… Popomdan ter akıyor o parayı kazanana kadar icabında… Aa… Değil mi ya? Neyse anacım, yok… Olmadı… Selülitler de yerinde duruyordu, göbeğim de… 
En son TV.’de bir program izledim de, kendimi boşu boşuna helak ettiğimin farkına vardım. Gencecik, dünya güzeli bir kızcağız çıktı programa. Sıfır beden olacağım diye iskeletor’a dönmüş yemeden içmeden kesilip. ‘Kızım’ dedim kendime, ‘Sen manyak mısın, arızalı mısın? Bak ne güzel söylüyor güzelim doktor?… Herkes incecik olacak diye bir kural yok ki… Kim hangi kiloda nefesi tıkanmadan, kendini iyi hissederek, hayattan zevk alarak, arada da üşenmeden acık sporunu da yaparak yaşıyorsa; en ideal görüntüdedir! Sağlıklı olan da budur! Bu kadar basit!’
Döndüm eski sevgilim, kara şimşeğim yürüyüş bandıma… Hasret giderdik uzun uzun. Ardından saniyeler içinde girdiğim duşta şükrettim bir kez daha halime ve bir kez daha sevdim bedenimi/kendimi de kendimle barıştım o dakika. 
Bir de şöyle en kakaolusundan bir profiterol ısmarladım kendime, kutlama yaptık beraberce… 
Şimdi ne kadar yersem, o kadar da spor yapıyorum. Ne kadar ekmek, o kadar emek!... Budur!



                                      Yorulmadan önce dinlenmek lazım  ツ   





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

Bendeniz

Fotoğrafım
Yazıyorum, paylaşıyorum... Hayatın sevmek ve inanmak olduğunu düşünüyorum... Az ve öz dostum ile kitaplarım olduğu sürece benden mutlusu yok... Dünyalıyım... İçi-dışı bir, özü-sözü bir olmak, istediğim...

Hürriyet Spoa

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

Hürriyet