Kategoriler

5 Haziran 2011 Pazar

Yeni kitabımda okuyacağınız türden bi' hikaye! Okuyuverin gari...

KADINCIK

Uzun sarı saçlarını atkuyruğu yaptı iki yandan. Beğenmedi, çıkardı tokalarını, ördü teker teker onları. İki sarı uzun örgüsü olmuştu şimdi. Aynaya baktı. ‘Ne kadar güzel oldum.’ diye geçirdi içinden. ‘Köyde kalsaydım Memet alırdı beni on dört olmadan.’ diye düşündü. Burayı pek sevmemişti. Köy yeri gibi rahat değildi ne de olsa. Büyük ve karışık bir yerdi. Kalabalıktı. Kim kime, dum duma… Kızlar minicik, açık saçık giysiler giyiyordu rahatça. Bir de ‘Gâvur karılar’ vardı tabii. Onlara ise bakamıyordu bile. Neydi o öyle ‘Cıbıl cıbıl’ dolanıyorlardı ortalıkta. Ayıptı, günahtı. Bir sahil kasabasını ilk defa görüyordu. Gezmeye bile gelememişti ki, babası burada iş bulduğu için beraberce yerleştiler aniden. Annesi, iki ağabeyi ve küçük kız kardeşi ile iki odalı bir evde kalıyorlardı şimdi. Oysa köydeki evleri ne kadar rahattı. Tek katlı, dört odalı, geniş bahçeli, serin yayla gibi evlerini bırakıp; iki odaya tıkılmışlardı cehennem sıcağında. Babasına çok kızıyordu. Hiç anlayışlı biri değildi. Anlamıyordu, nasıl çalışıyordu babasının kafası acaba? Köydeki iki kuruş neyine yetmemişti ki? Sanki dünyaları kazanacaktı burada. Alt tarafı, inşaatta amelelik yapıyordu işte. Ama neymiş? İki ağabeyi, kendisi ve annesi de çalışırsa, daha rahat geçinirlermiş. Biraz şehirli olsunlarmış. Sonra da daha çok kazandığında, büyük şehre gideceklermişmiş. Neyse ki o vakte kadar kocaman kız olurum da ‘Ben gelmiyorum’ diyebilirim diye düşünüyordu içinden. Şimdiden bunu babasına dillendirmesine gerek yoktu. Annesi Gülcekız, bir sera da meyve, sebze, ot işine girmişti. Küçük kardeşi Alyazı’yı da yanında götürüyordu bakacak kimse olmadığı için. Ağabeyleri Orhan ve Turgut da bir lokantada garsonluk yapıyorlardı. Gülyazı ise, hiç sevmediği bir patronunun olduğu, küçük bir mağazada çalışıyordu.
 On üç yaşında bir kıza göre oldukça iriydi. Memeleri çoktan büyümüştü. Güzel bir yüzü, uzun bir boyu vardı. Gelen müşteriler; ‘Ne kadar güzel bir kızsın sen!’ diyorlardı hep. Utanarak kızaran yüzünü saklardı ama içten içe hoşuna giderdi sözleri insanların.  O ise, patronunun kızı Badem’i beğenirdi. On altı yaşındaki Badem, çok güzel giyinir, makyaj yapar ve çarşıda şöyle salına salına bir yürürdü ki, bakmayan kalmazdı etraftan. Bir de yavuklusu vardı tabii. Olmaz mı? Ekrem… Upuzun boylu, esmer, yakışıklı bir delikanlı. Badem’e pek iyi davranmıyordu ama Badem; ‘Beni çok seviyor ve kıskanıyor, onun için böyle yapıyor.’ diyordu. Gülyazı ise bir türlü anlayamıyordu sevdiğini söylediği kızı itip kakan Ekrem’i. ‘Sevmek böyle oluyorsa, ben sevmeyeceğim. Böyle bir adam da beni sevmesin.’ diyordu sürekli kendi kendine. Köy yerindeki Memet’ten başka beğendiği bir çocuk olmamıştı bu güne kadar. O da biraz saf bir çocuktu. Bir türlü açılamamıştı kendisine. İşte, kavuşamadan ayrılmışlardı böylece. Kısmet değilmiş demekten başka çare yoktu. Oysa, Gülyazı erkek olsa, sevdiği kızı kaçırmaz, hemen alıverirdi nüfusuna…
Günler sıkıcı geçiyordu Gülyazı için. Sevmediği bir işte çalışıyor ve her ayın on beşindeki maaşını olduğu gibi babasına veriyordu kendine bir toka bile alamadan… Çok özeniyordu Badem’e. Bırak çalışmayı, habire para harcıyordu kız. Babasının yanına gelir; ‘Harçlığım bitti, sinemaya gideceğim arkadaşlarımla, para verir misin babacığım?’ derdi. O da hiç sesini çıkarmadan trink diye çıkarır verirdi bir tomar parayı.  İyi bir kızdı ama Badem, hatırını sorardı hep Gülyazı’nın. ‘Bir gün beraber takılalım, seni sinemaya götüreyim.’ Bile demişti. Takılalım; birlikte gezelim demekti belli ki… Yani, kendisini aşağı görmüyor, yanında gezdirebileceği bir arkadaşı olarak düşünüyordu demek ki… Böylelikle belki çevreyi daha iyi tanır, yeni arkadaşlar edinir ve sıkıcı hayatına renk gelirdi. O günü sabırsızlıkla bekliyordu Gülyazı. Günler geçiyordu fakat Badem bir türlü ‘Hadi gidelim’ demiyordu. Olsundu… ‘Nasılsın?’ı hiç eksik etmiyordu zaten. Sabırlıydı Gülyazı, elbet onun da hayatı güzelleşecekti. Yalnız bütün gün çalıştığı yetmiyor, eve gidince de iş yapmaya devam ediyordu. Yemek, çamaşır, bulaşık ne varsa ondan soruluyordu. Babası ve ağabeyleri, kalkıp bir suyu bile almazlardı mutfaktan. Çayıydı, kahvesiydi, meyvesiydi, her şeyi ayaklarına beklerlerdi. Hani şehirli olacaklardı ve onlar gibi yaşayacaklardı. Hıh… Bıkmıştı bu hayattan. Yapacak bir şey yoktu şimdilik ama en kısa zamanda güzel şeyler olacağına inandırmıştı kendini. Badem ile gezmeye bir başlasındı, gerisi gelecekti… Gelsindi…
Geçen günler ve aylar boyunca, işe alışmış, tekdüzeliği benimsemişti. Rutin hayatı aynı şekilde devam ediyordu. Bir buçuk senedir bu kasabadaydı ama hala sıkı arkadaşlık kurduğu biri yoktu. Komşu esnaflarda çalışan birkaç kızla laflıyordu ara sıra. Bir de Sabri vardı, karşı cafe’de çalışan. Hoş bir çocuktu ve Gülyazı’yı beğendiğini açıkça söylemiş, hatta gezmeye davet etmişti. Ama nedense o pek ısınamamıştı Sabri’ye. Biraz sessiz ve pısırıktı Gülyazı’ya göre ve aslında o aniden Ekrem’e sevdalanmıştı. Çünkü birkaç ay önce, Ekrem gelip şöyle demişti;
‘Sen ne kadar güzelleştin kız… Âşık oluyorum valla sana. Badem’den de sıkıldım zaten. Çok havalandı. Senin gibi hanım bir kız da değil. Onu terk edeceğim ama zaman lazım. Beni deli gibi seviyor, kendine kıymaya falan kalkar, yazık. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra söyleyeceğim artık. Ama o arada biz de buluşabilir ve birbirimizi tanımaya çalışabiliriz. Badem’den ayrılınca da, daha fazla uzatmaz evleniriz. Yaşatacağım seni kız. Çok güzel bir evimiz olacak, hizmetçilerin olacak. Arabalardan inmeyeceksin. Alacağım seni. Bundan sonra benimsin. Kimselere bakma.’
Çok heyecanlıydı Gülyazı. Sabri arada tekrarlıyordu teklifini ama onu da tersliyordu. Ekrem ‘Kimselere bakma, benimsin.’ Demişti ya. Artık işe güle oynaya gidiyordu çünkü arada dükkâna Badem ile birlikte Ekrem de geliyor, ondan iki yanak alıyor, göz kırpıyordu. Kimsenin görmediği anlarda da dudağına minik bir öpücük konduruveriyor, ‘Seviyorum seni kız.’ Diye ekliyordu. Badem ise onca zamana rağmen, hala bir yere davet etmemişti kendisini. Ekrem’in dediği gibi biraz havalanmış mıydı ne? Artık ‘nasılsın’ı bile çok görüyordu kendisine. Evet, Ekrem boşuna kaba davranmıyordu ona demek ki. Aslında Badem’i sevmediği apaçık görülüyordu. Kendisini seviyordu işte. Ayrıca da Badem’den ayrılır ayrılmaz evleneceklerdi. O da bu aptal dükkâna ve patronundan sürekli yediği azarlara katlanmak zorunda kalmayacaktı. Zaten ara sıra da kendisine bir tuhaf dokunuyordu bir şey söylemek bahanesiyle. Hiç sevmiyordu Metin Bey’i. Oysa Ekrem’e bir çıtlatsa, hemen oradan alırdı kendisini, çalıştırmazdı. Ama bir tatsızlık çıksın istemiyordu giderayak. Nasılsa kurtulacağı günler yakındaydı. Sabredecekti her zaman olduğu gibi. Babası ya da ağabeyleri de onu anlamazlardı. Hepsi kendi derdindeydi ve sadece aldığı maaşla ilgileniyorlardı. Evden de kurtulacağı için seviniyordu. Annesine çok acıyordu fakat o da yıllardır sesini çıkarmadan ezik bir kadın olarak yaşamına devam ediyordu. Böyle gelmiş, böyle gidecekti. Yalnız onun kaderi, annesine benzemeyecekti. Ekrem onu prensesler gibi yaşatacaktı. Onun ‘Beyaz Atlı Prens’i, Ekrem’di. Bunu biliyordu. Ve bunun hayaliyle sabrediyordu.
Yılsonuna doğru, Badem’in yaklaşan doğum günü telaşı sarmıştı herkesi. Sinir oluyordu Ekrem’in Badem’e sarılıp; ‘E, söyle bakalım, ne istiyorsun doğum günü hediyesi olarak?’ diye sürekli sormasına. Niye öyle yaptığını sorunca Ekrem; ‘Kızcağıza acıyorum, yazık bir hediye alırım artık. Kimseyi üzmek istemem. Anlıyorsun değil mi?’ diyordu. Anlamaya çalışıyordu ve o da üzülüyordu Badem için. ‘Bilse kendisini değil de beni sevdiğini nasıl yıkılır kim bilir? Ekrem de ne iyi bir adammış meğer, kızı üzmesin diye elinden geleni yapıyor.’ Diyor ve tekrar hayran oluyordu sevdiği adama.
Babası da, evde vereceği parti için Ekrem’i görevlendirmişti;
‘Al bakalım damat şu parayı, güzel bir şeyler yapın. Müzik falan da olsun ha… Ne istiyorsa yapılsın benim güzel kızım için. Bir defa girecek on sekizine, kolay mı?’ diyordu.
Damat da ne demek oluyordu şimdi? E, tabii… Adam nereden bilsindi aslında Gülyazı ile evleneceğini. Söyleyemiyordu henüz Ekrem. Korkuyordu Badem’in kendine bir şey yapmasından. Ne iyi kalpliydi. Sevmediği halde katlanıyordu, kendisine zarar vermesin diye kızcağız. Gülyağız da on beşine girmişti ama bir kez bile doğum gününü kutlayamamıştı. Ailesinde öyle bir gelenek yoktu. Çok kıskanıyordu Badem’i, ne kadar şanslı bir kızdı. Olsundu, Ekrem ona her yıl yapacaktı doğum günü partisi. Söz vermişti. Ve bu parti olayı da bitince söyleyecekti artık, Badem’e onu sevmediğini. Sabırsızlanıyordu Gülyazı.
“Gül’cüğüm, doğum günüme gelmek ister misin? Uzun zamandır çalışıyorsun bizim yanımızda. Arkadaş sayılırız artık, değil mi? Zaten ne zamandır da beraber bir şeyler yapalım istiyordum. Ha, hediye falan getirme sakın, kızarım. Tamam mı canım?”
“Badem abla ben gelmeyeyim. Hepsi senin arkadaşın, ben kimseyi tanımıyorum, sıkılırım orada. Sağ ol.”
“A… Duymamış olayım ya, olur mu öyle şey? İtiraz istemiyorum. Hem Ekrem’le nişanımızı da açıklayacağız, mutlaka orada olmalısın. Sen de artık aileden sayılırsın değil mi? Babam çok memnun senden, bırakmaz seni bundan sonra. Demek ki uzun yıllar daha beraberiz. Bizim evi biliyor musun sen?”
“Yok abla, bilmiyorum. Demek nişanlanacaksınız. Evleneceksiniz yani?”
“E, tabii… Hahaha… İlahi Gül… Evlenmeden önce olan nişan, evet… Niye şaşırdın sen bakayım?”
“Yok abla, şaşırmadım, sevindim. Hani ben de bir gün evlenmek istiyorum da, kendimi koydum senin yerine.”
“Hı… Tamam… Hahaha… İnşallah kız, var mı bir erkek arkadaşın?”
“Yok abla, ne erkek arkadaşı?”
“Ay bu da her şeye –yok abla- deyip duruyor ya! Hiç güleceğim yoktu kız. Hahaha… Neden yok ki sevgilin? Ne güzel kızsın. Duydum ki Sabri çok beğeniyormuş seni ama yüz vermiyormuşsun.”
“Yok abla… Yani şey… İstemiyorum ben onu. Bir garsona mı varacağım? Hem ben başka birini seviyorum.”
“Ay… İnanmıyorum… Bir sevdiğin mi var? A… Çabuk söyle bakayım, kim, kim?”
“Bizim mahalleden biri abla, tanımazsın.”
“İyi bakalım, söylemeyeceksin. Ne diyeceğim, Ekrem eve gelmeden alışveriş yapacak, o sırada seni de alır getirir, madem bilmiyorsun evi. Sana da kolaylık olur hem, hı?”
“Yok abla, istemem. Ben kendim gelirim.”
“Ay, bayılacağım şimdi. Yine –yok abla- demeye başladın. Tamamdır, Ekrem alacak seni anlaşıldı mı? Uğraşma şimdi bulacağım diye karışık yollarda… Hem o da senin enişten sayılır artık, çok seviyor seni kardeşi gibi. İstanbul’a okutmaya göndermeyi bile düşünüyor. Babama söyledi geçen gün ‘gönderelim’ diye. Sizinkilerle de konuşacak babam. Ya… Ne güzel haber değil mi?”
“???”
“Ay, tutuldun değil mi? Hahaha… Sevindin sen sevindin… Aa… Gözyaşımı onlar?”
“Yok abla, sevindim tabii… Ama ben gitmek istemem… Metin abiye söyleyiver de boşuna konuşmasın babamlarla. Zaten eve para lazım, göndermez beni oralara…”
“İnanmıyorum ya… Olur mu hiç öyle şey… Dur bakalım, neyse, acelem var şimdi, konuşuruz sonra…”
“Tamam abla.”
“Ay, hem bana abla deyip durmasana canım. Alt tarafı üç yaş var aramızda. Badem de sadece… Hadi gidiyorum ben, alışveriş yapacağım, doğum günüm için kıyafet alacağım. Bye…”
“Peki abla… Yani… Badem… Güle güle…”

Gülyazı kendini zor tutmuştu bağırıp çağırmamak, hıçkıra hıçkıra ağlamamak için. Nişan diyordu Badem, evlilik diyordu, İstanbul diyordu, göndermek diyordu. Diyordu oğlu diyordu! Neydi şimdi bu? Bu da Ekrem’in meşhur planlarından biri miydi acaba diye geçirdi içinden? Yoksa onu kandırıyor muydu habire? Niye de kandırsındı aslında? Yok, öyle biri değildi o! Asıl Badem kendi kendini kandırıyordu. Yazık… Ama yapacak bir şey yoktu. Üzülüyordu bazen de, Badem’e haksızlık edip etmediğini düşünüyordu. Elinden alacaktı hayal dünyasında yaşattığı adamı. Kendiliğinden oluvermişti zaten, Ekrem çıkagelip söylemeseydi o sözleri, aklına düşürmeseydi sevdayı, olmayacaktı bunların hiç biri. Ne kadar da çabuk gelişiyordu her şey. Teselli etti kendini Gülyazı, Badem’e ihanet etmediğine dair. İçi rahattı artık. Doğum gününe de gitmek zorundaydı. Belli etmemeliydi hislerini. Zor durumda bırakmamalıydı Ekrem’i. O nelere katlanıyordu onun için, yardımcı olmalıydı sabrederek.  Zaten sabır, en önemli özelliğiydi Gülyazı’nın. Bunu da atlatacaktı…
‘Şu doğum günü faslı da bir biteydi’ diye düşündü sıkıntıyla. Badem’in söyledikleri gerçekse ne yapardı ki? Olamazdı, Ekrem asla yalan söylemezdi ona. Kuaförde uzun dalgalı sarı saçlarını omuz hizasında kestirip, bir de fön çektirmişti. Biraz şehir kızlarına benzeyip, güzelleşmeliydi. Ekrem’in aklını başından almalıydı ki bir çabuktan, o yarım aklı başına geri gelmeden karısı oluvermeliydi. Gerçi öyle sinsi planlar yapabilecek tipte bir kız değildi Gülyazı. ‘Zaten deli gibi seviyor beni Ekrem, uğruma Badem’den ayrılacak kadar. Daha neyini düşünüyorum?’ diyerek kendini yeniden teselli etti…
“Hazır mısın, almaya geldim seni… Ne güzel olmuşsun kız, benim için giyindin değil mi?”
“Beğendin mi? He… Senin için giyindim tabii…”
“He demek… İyi… Gelinlikler için de çok güzel olacaksın Gülüm benim.”
“Badem abla öyle demiyor ama…”
“Sen ona bakma. Kendi kendine konuşsun dursun. Dedim ya, üzmek istemiyorum şimdi. Bugünler bir geçsin, geçeceğim karşısına, ‘Ben Gülyazı yı seviyorum, seninle bir geleceğimiz olamaz’ diyeceğim.”
“Gerçekten mi? E, babasına ne diyeceksin? Damadım deyip duruyor senin için.”
“Onun da karşısına geçip, ‘Metin Bey amca, gönül bu, ben Gülümü seviyorum’ diyeceğim. Rahatladın mı?”
“He… Rahatladım tabii… Sana inanıyorum ki ben zaten… Peki ama bir de İstanbul meselesi var, ona ne diyecen bakalım?”
“Yahu bu Badem’in de çenesi amma düşükmüş ya… Gidip kıracam o olacak…”
“Neler diyorsun Ekrem? Yazık kıza, ne yapsın duyduğunu söylüyor. Sakın gidip de kızma ona. Üzülürüm sonra.”
“Ne iyi bir kızsın sen öyle! Onun ağzından çıkanı duymuyor kulakları, sen ona bakma… Avutuyor kendini işte. Ben de mahsus suyuna gidiyorum, kalbini kırmadan ayrılabileyim diye. Tamam mı Gülüm benim… Ver bir yanak bakayım…”
J
“Hah şöyle… Gül hep böyle… Gülüm…”
“Ev uzak mı daha?”
“Hayır… Ama önce benim eve uğrayacağız, Badem’in hediyesini unutmuşum, onu alalım. Ayıp olmasın değil mi?”
“Tabii ya… Ama geç kalmayalım, şüphelenmesin yazık.”
“Yok canım, partiye daha çok var.”
“Ekrem, bende bir değişiklik görmüyor musun, iyice bak hele?…”
“Evet, daha da bir güzelleşmişsin işte. Elbisen de yeni herhalde.”
“Saçımı kestirdiydim senin için, bir de fön çekti Esmer abla, fark etmedin ama?”
“Gülüm benim fark etmez miyim hiç? Tam diyecektim ben de… Çok güzel olmuşsun, yakışmış. Benim karım da böyle güzel olmalı, kendine bakmalı zaten, aferin… Hah… İşte geldik… Gel sende arabada bekleme, paket yapacağım daha.”
“Iıh… Beklerim ben, sen acele etme.”
“Olur mu Gülüm öyle, kıyabilir miyim ben sana, arabada bekletir miyim hiç? Gel hadi.”
“Ayıp olmasın şimdi anangile filan.”
“Ah, ne kadar da düşüncelidir benim Gülüm. Kimse yok ama evde, memlekete gittiler birkaç günlüğüne. Müstakbel kocandan da çekinecek halin yok herhalde?”
“Yok tabii… de… İşte…”
“Gel hadi, beklerken müzik falan dinler ya da televizyona bakarsın. Ben hemen paketi yaparım, çıkarız… Tamam mı Gülüm?”
“Tamam… Sen öyle diyorsan!”
“Söz de dinlermiş benim güzel sevgilim. Karım olacaksın kız… Az sabret…”
J

Ekrem’in evi çok güzeldi. Maddi durumları iyiydi belli ki. Kim bilir kendi evlerini nasıl yapacaktı kocası. Çok mutlu ediyordu bunları düşünmek onu. Arabası da afiliydi. Camı açıp ön koltukta, herkesin görmesini sağlayacaktı kendisini kocasının yanında… Kıskananlar da çatlasındı. Ne kadar da iyi davranıyordu ona sevdiği adam. Badem kızdırıyordu demek ki sevgilisini. Boşuna köpek çekmiyordu kıza. Ama o hiç kızdırmayacak, bir dediğini iki etmeyecekti kocasının. Güzel güzel giyinip öyle karşılayacaktı evde. Dizilerdeki gibi. İzliyordu ki öğrenebilsindi nasıl davranması gerektiğini. Oradaki kızlar, parmağında oynatıyordu sevgililerini, kocalarını. Hayat da dizilerdeki gibi değil miydi zaten? Pamuk prenses olacaktı. Hem de en güzeli…
“Al bakalım, iç… Soluklanırsın. Dur ben de koyayım kendime. Paket hazır sayılır, çıkarız birazdan.”
“Yok, ben içki içmem.”
“İçki değil bu Gülüm, kola. Azıcık votka var içinde.”
“O ne ki?”
“Kolanın tadını güzelleştiriyor. Güven bana. Hem alış buna, ben karımla karşılıklı oturup içebilmek isterim.”
“Sen öyle diyorsan.”
“Hah şöyle, aferin benim kızıma. İç bakayım… Dik, dik, dik… Öyle zevki çıkar bu meretin.”
“Acı ama bu… Ay…”
“Dik bakayım kafana… Hah… Bak ben de içiyorum…”
“Ih… Acı be… Alışırım ama ne yapalım…”
“İşte benim Gülüm… Çok güzelsin kız… Memelerin de çok güzel.”
“Ne yapıyorsun Ekrem? Dur, yapma…”
“A… Sevgilime dokunamayacak mıyım ben? Dayanamayacağım Gülüm. Benim olacaksın. Gel kaçırma dudaklarını. Korkma, sana zarar vermem. Öpeceğim sadece. Hem güzel öpüşen kadın isterim ben, öğreteceğim sana her şeyi. Benim karım bir tane diyeceğim herkese.”
“Gerçekten mi? Ne zaman evleneceğiz peki? Hemen istiyorum ben.”
“Hemen istiyorsun demek? Buracıkta karım ol öyleyse, kimse itiraz edemez o zaman bize. ‘Ben Ekrem’in oldum, alacak beni.’ dersin göğsünü gere gere. Mecburen bana vermek zorunda kalırlar seni. Böylece Badem’den de kurtulmuş oluruz.”
“Nasıl olur? Telli duvaklıyken hayal etmiştim ben seni. Peki ya sonra vazgeçersen, almazsan?”
“Delisin… Aynaya bakmıyor musun hiç? Senden başkasını gözüm görüyor mu ki benim? Böyle bir şeyi aklına nasıl getirirsin Gülüm? Çok kırıldım sana. İstemiyorsan tamam, bir şey yapmayız. Ama o zaman daha günlerce, belki aylarca beklemek zorunda kalırız. Badem’e en uygun zamanda söyleyebilmek için yani…”
“Yok… Artık sabrım kalmadı benim, ne olacaksa olsun… Sen öyle diyorsan…”
“İşte benim Gülüm… Beni nasıl sevdiğini de göstermiş oldun… Çok seviyorum seni. Bebeğimsin…”
“Çok canım yanacak mı Ekrem, korkuyorum…”
“Ben hiç senin canını yakar mıyım Gülüm. Seveceğim seni, okşayacağım. Hissetmeyeceksin acı… Çok güzel olacak. Gel yatağımıza gidelim… Hadi… Kavuşalım artık birbirimize. Ayıramasın kimse…”
“Ayrılmayalım… Korkuyorum Ekrem. Doğru mu yapıyoruz?”
“Sevgilim benim. Korkma artık, ben yanındayım ve hep öyle olacağım…”


……………………………………………….


Düşlediği bir gerdek değildi ama sonunda Ekrem’in olmuştu. Canı yanmıştı çok ani bir sızıyla. Fakat değmişti. Artık, hiçbir kuvvet onları ayıramazdı. Ne kadar yakışıklıydı Ekrem. Upuzun boyu vardı. Bakmaya utanmıştı ama vücudu da filmlerdeki çocuklarınki gibiydi. O da (!) ne tuhaftı. Küçücüktü az önce, devleşmişti birdenbire onu alırken içine. ‘Demek buymuş, acık acıtıyormuş yalnız, hep böyle mi olacak ki?’ diye düşüncelere dalarken, koyuvermişti gözyaşlarını. Engel olamıyordu. Çok mutluydu da niye ağlıyordu bir türlü anlam verememişti. Yok, mutluluk gözyaşı dedikleri türdendi bu!
“Ağlamayı kes… Karım olacaksın benim, bana aitsin artık. Yalnız, henüz kimseye bir şey söyleme. Ben uygun zamanı sana söylerim tamam mı?”
“Ama zaten hemen söyleyebilelim diye yapmadık mı bunu? Neyi bekleyeceğiz yine?”
“Şu doğum günü geçsin. Pat diye olmaz. Hem seni eve bırakayım, bu halde gelme. Hastalanmış derim. Yarın da normal saatinde işine gidersin, tamam mı canım?”
“İyi de, çalışacak mıyım ben daha. Gitmek istemiyorum artık oraya. Senin olmadım mı? Niye gidiyorum ki yarın?”
“Bak… Ne diyorsam onu yapacaksın. Ben ikimiz için de en iyi olanı yapıyorum. Güven bana anladın mı? Ne diyorsam o!”
“Sen öyle diyorsan…”

İki hafta geçmişti o günün üzerinden. Gülyazı, rutini yaşamaya devam ediyordu. Bu arada Ekrem ile birkaç kez daha buluşup birlikte olmuşlardı. Çok seviyordu onu. İlk erkeğiydi ne de olsa ve kocası olacaktı yakında. Her seferinde daha da bağlanıyordu. Ne güzelmişmiş meğer sevişmek sevdiğin adamla olunca. Demek filmlerde, dizilerde onun için habire öpüşüp koklaşıp duruyorlardı. O da erkeğini mutlu etmek ve elinde tutmak için, her istediğinde birlikte olmalıydı. Süslenip püslenmeli, her daim yine oradaki kadınlar gibi bakımlı ve cilveli görünmeliydi. Hem Ekrem, bir yüzük alıp takmıştı. Artık karısı sayılırdı. Gerçi nikâh yüzüğü değildi ama çok güzeldi. İkisinin birlikteliğini simgeliyordu. Kimsenin bilmemesi lazımdı şimdilik. O yüzden altın bir nikâh yüzüğü takamazdı parmağına. Bu arada Badem’in parmağını ise, bir tek taş süslüyordu. Ekrem’in dediğine göre, Badem kendisi almıştı o yüzüğü. Çünkü hala onunla evleneceğini sanıyordu yazık. Ekrem, her şeyi planladığını, kendisine güvenmesini istediğini söylüyordu sık sık. Ancak ne planlıyordu bir türlü anlayamıyordu Gülyazı. Hala kimselere bir şeycikler söyleyememek miydi plan?
Ayın ikinci haftası da çoktan geçmiş, diğer ayı bile neredeyse sonlandıracaklardı fakat Ekrem’den henüz ses seda yoktu. Gülyazı da zaten kendini hiç iyi hissetmiyordu. Hastalanmıştı. Yemek yiyemiyor, yerse de hemen istifra ediyordu. İşe zor gidiyordu sürüne sürüne. Annesi nane limon kaynatıyordu her akşam ama bana mısın demiyordu mide bulantısı. ‘İyice bir üşüttüm herhalde!’ diye geçiriyordu içinden. Çünkü bazen, Ekrem ile arabada ya da ormanlık alanda birlikte oluyorlardı bu serin havada. ‘Annemler evde!’ diyordu Ekrem. Gidemiyorlardı sıcak yataklarına. Gerçi bu gizli kapaklı sevişmelerden de usanmıştı Gülyazı. Bir karar verdi. Ekrem’e şöyle diyecekti;
“Benim canıma tak etti artık Ekrem. Ya hemen evleniriz, ya da ben gider herkese bağıra bağıra anlatırım her şeyi. Hasta oldum senin derdinden. Hiç acımıyor musun bana? Artık doğru düzgün evimiz olsun istiyorum. Sana doyasıya sarılmak istiyorum. Ne olur… L
“Saçmalıyorsun… Kime bağıra bağıra anlatıyormuşsun bakayım sen benim iznim olmadan? Gebertirim seni dayaktan. Deli misin? Bela mı olacaksın benim başıma? Ne diyorsam onu yapacaksın. Ben de zamanı gelince gerekeni yaparım. Şimdi zırlamayı kes de evine bırakayım seni, işim gücüm var…”
“???...”
“Ne bakıyorsun aval aval? Zoruna mı gitti? İyi davranınca tepemize çıktın hemen. Kimi tehdit ediyorsun sen?”
L… Yanlış anladın… Tehdit ne demek? Fakat bıktım artık bu hayattan. Kavuşalım diyorum sadece. Kızma hemen! L
“Kızdırıyorsun sen de ama… Hadi sil gözünün yaşını da gel bakayım yamacıma. Soteye çekmiştim arabayı, kimse görmez burada. Gel bakayım… Aç bakayım ağzını kocaman… Başka türlü susmayacaksın sen!!!”

……………………………………

Yine kandırmıştı Ekrem tatlı sözleriyle. Yine sevişmişlerdi hararetli hararetli. Kocaman bir kadın olmuştu Gülyazı Ekrem’le. Büyümüştü, daha da güzelleşmişti, karısı olmuştu sevdiği erkeğin. Belediye nikâhını bir türlü yapamamıştı ama Badem’i değil, kendisini seviyordu işte… Onunla değil,
kendisiyle sevişiyordu işte… Daha ne olsundu… Yalnız bir ara sinirlenince, neler söylemişti öyle, dayak mayak? Yok, yapmazdı, kıyamazdı Gül’üne. ‘Benim yüzümden kızdı çocukcağız, başının etini yedim tabii evlenmiyor muyuz diye! Oysa ne tatlıydı başka zaman. Bir daha söylenmeyeyim, boşa kızdırmayayım adamı. Yoksa Badem gibi olur sonum maazallah!’ diye düşünerek yine, yeni, yeniden teselli etti kendini daha önce defalarca yaptığı gibi.
Artık sorgulamayı bırakmıştı Gülyazı, kaderine razı olmuştu. Gizli buluşmalar yeter olmuştu sevdasına. Kaybetmek istemiyordu sevdiği erkeği. O yüzden de mızmızlanmayı bırakmalıydı. Böylece kendini daha iyi hissediyordu. Hem kilo almaya da başlamıştı, yiyebiliyordu istediği şeyi. Yakışmıştı da, daha bir kadın yapmıştı onu bu kilolar… Gerçi çok da alırsa, Ekrem beğenmezdi sonra. Memeleri kocaman kocaman oldu diye övgüler yağdırıyordu ama… Patronu da şöyle yiyecek gibi bakmasa daha iyi olacaktı. Zaten hep dokunarak konuşuyordu bir şey söyleyeceği zaman, sinir oluyordu, hiç hoşuna gitmiyordu Gülyazı’nın. Ekrem’e diyecekti artık, işe gitmek istemiyordu bundan sonra…

……………………………………………

“Gülyazı… Kızım, arka depodan şu yeni gelen kolileri getir bakayım. Ben de dükkânı kapayayım da sayım yapalım. Ne zamandır yapmıyoruz.”
“Metin abi, daha önce söylemediydin de… İşim vardı… Ben gitsem olur mu?”
“Senin bu günlerde hep bir işin var zaten. Ne haltlar karıştırıyorsun bakayım?”
“O nasıl söz abi… Ne karıştıracağım. Arkadaşımla buluşacaktım, sözleştiydik de…”
“Buluşursun hadi sonra… Hem ne arkadaşıymış akşam akşam. Geç bakayım arkaya, yalnız yapamam koca kolinin sayımını. Beraberce hemen bitiririz.”
“Peki Metin abi… Abi deponun kapısını kapamasak? Havasız ya bura, daralırız dedim.”
“Daralmayız yavrum benim… Çok güzelleştin sen bugünlerde, deli ediyorsun beni. Gel bakayım babacığın kollarına…”
“Abi… Ne yapıyorsun? Allah aşkına, dur…L
“Ekrem’le yaparken iyi ama değil mi? Bilmiyor muyum, görmüyor muyum sanıyorsun aptal şey! Rahat dur bakayım, bağırayım da deme, rezil ederim seni herkese. ‘Beni baştan çıkarmaya çalıştı, soyundu gözümün önünde.’ Derim. Bana mı inanırlar, sana mı? Yaşatmam seni buralarda.”
“Allahın aşkına yapma abi… Ben Ekrem’i seviyorum. Alacak beni. Kıyma bana… Bak Ekrem’le de başın belaya girer sonra, öldürür seni.”
“Ne salakmışsın sen be… Ekrem ibnesini ne sanıyorsun ki sen? ‘Ben kullandım abi, al sen de tepe tepe kullan’ diye gönderdi işe. Yat bakayım aşağı, debelenme kız… Kodum mu oturturum ha yumruğu!”
“Abi… Yapma… Abi… Aa… L
“Yeter lan… Bir sus… Kapa şu koca ağzını, bir girip çıkacam işte, debelenme…”
“Ah… Hayır… Yalan söylüyorsun, Ekrem satmaz beni… Alacak… Söz verdi… Onun oldum ben… Madem öyle kötü biri Ekrem, niye kızının sevgilisi olmasına izin veriyorsun, ha?”
“Sana mı soracam lan aşifte… Erkek adam o, çapkınlık yapıyor işte evlenmeden önce. Kızımı alacak hem, sana ne oluyor? Nasıl inanırsın ki böyle bir şeye? Badem varken, seni ne yapsın be, cahil orospu!”
L L L
“Kes zırlamayı… Bitiyor işim, konsantremi de, asabımı da bozma… Kapa çeneni de iş görelim şurada. Çok güzelsin kız… Artık benim yosmam olacaksın. Maaşına da zam yaparım. Yaşatırım seni. Her gün becereceğim seni. Gıkın çıkmayacak. Yoksa taşlatırım seni çarşının ortasında. Barındırmazlar senin gibi bir orospuyu burada, ona göre. Kimseye bir şeycikler söylemeyeceksin… Domal bakayım şöyle, hah…”
“Ah… Ekrem… L L L
“Ohh…”
L L L
“Ağlama kız yosma… Dur attırıyorum şimdi, az kaldı sabret!.. Ohh…”

Sabır, en iyi bildiği şeydi Gülyazı’nın oysa ki…


GÜNLER SONRA
Ekrem artık dükkâna uğramaz, Gülyazı’yı arayıp sormaz olmuştu. Badem ile nişanlanmış, arabasını değiştirmişti. Düğün hazırlıkları yapıyorlardı harıl harıl. Badem gelip anlatıyordu ballandıra ballandıra gelinliğini. Demek ki hepsi doğruydu, her şey yalandı! Oysa nasıl da safça inanmıştı güzel günlerin yaklaştığına. Patronunun dediği gibi, cahil bir orospudan başka bir şey değildi şimdi. Her gün, koca göbeğiyle eziyordu zaten. Sonunda ‘ohh…’ diye inleyişi hiç gitmiyordu kulaklarından. Rüyalarına giriyordu o işkence dakikaları. Kocaman, pis, kıllı vücudunu ve yamuk yumuk organını her gün hissetmekten bıkmış usanmıştı. Korkuyordu… Birilerine anlatamazdı. Kimse inanmazdı ki… Annesine söylese, bir bahane bulup babası işe göndermese diye denedi. Iıh… Maaşına aldığı zammın tadıyla babası ‘hayır’ demişti işten ayrılma fikrine.
 ‘Otur edebinle çalış, bak ne iyi adam, zam da yaptı sana. Bılaşık makinası aldık anana bak. Senin de yediğin önünde yemediğin arkanda… Daha da belanı mı istiyorsun? Gidip orospu mu olacan sokaklarda gezip. Sus da çalış. Kesmeyelim kazı para akarken…” diyordu.
 Hiç kimse anlamıyordu onu. Biri de çıkıp, Allah rızası için; ‘Sen ne istiyorsun?’ diye sormuyordu. Abileri de gavur karılarla haşna fişna durumundaydı. Her gün ayrı bir kadınla görüyordu onları. Keyifleri gıcırdı. Asıl onların yediği önlerinde, yemedkleri halt kalmıyordu! Akılları bir tek ona çalışır olmuştu burada. Ne kötü bir yerdi burası. Şimdi sevişmenin o kadar da güzel olmadığını düşünüyordu Gülyazı. Tiksiniyordu ve bir daha asla yapmayacağını söylüyordu kendi kendine. Her gün zorla yaptığını, daha doğrusu yapmak zorunda kaldığını saymıyordu. Elbet o da bir gün son bulacaktı. Yalnız artık sabretmenin de işe yaramadığını görmüştü. Bir şeyler yapmalıydı fakat ne? Erkeklerin hepsi mi böyleydi? Yani akılları sadece buna mı çalışıyordu sahiden? Ne yana baksa hep böyle örnekler görüyordu. Gerçek hayatta da, filmlerde de hep böyle oluyordu. Demek ki dünya bunun üzerine dönüyordu ve bu Gülyazı’nın midesini bulandırıyordu…

“Gızım, Gülyazım… Doktora gidiyoz hadi… Bir tuhaf oldun sen. Ateşin filan da var. Aybaşı mı oldun sen, ne bu kanıyon gızım? Gülyazıım… Bir şey de gızıım…”

Zar zor doktora yetiştirdiler Gülyazı’yı komşuları. Orada öğrendi ki, karnında bir bebek taşıyordu bunca zamandır… Ekrem’in miydi, patronunun muydu? Ne kadarlıktı, nasıl olmuştu, hiçbir şey bilmiyor ve soramıyordu?! Zaten gerek de kalmamıştı, çünkü doktorun dediğine göre, düşürmüştü ne yazık ki bebeciğini… Görüntüsü bir kadın edasında olsa da, o daha bir bebekti, çocuktu. Kendini kandırmıştı bunca zaman büyüdüğüne dair… Alt tarafı bir ‘kadıncık’tı. Aptaldı, cahildi… Bunca zaman her bildiği yanlıştı. Üstelik bir ortalık malı olup çıkmıştı. Kendinden iğreniyordu. İyi ki bebeği yaşamıyordu. Onun da kaderinin kendisine benzemesinden korkardı yoksa. Bir de kimden olduğunu bilemediği bir bebeğe, annelik yapabilir miydi ki? Ya da sevebilir miydi yeterince? Ya da babasına, ağabeylerine nasıl söylerdi de, evde onlarla rahatça yaşabilirdi ki? İyi ki yaşamıyordu, evet. Gerçi kendinin de yaşamaya hakkı yoktu artık. Bir son vermeliydi bu eziyetli, işkence dolu hayatına. Ama yapamıyordu bir türlü. Bir şey onu durduruyordu farkında olmadan. ‘Aptal olduğum kadar cesaretsizim de demek ki!’ diye düşündü ve düşünmemeye karar verdi bundan sonra hiçbir şeyi. Annesi, babasına kızınca çalışmadan öylece oturup dururken;
“Ne düşünüp duruyon herif, kukumav kuşu gibi tünedin de divana? Düşün düşün boktur işin. Açız, aç… Eve ekmek getir kalk da!’ derdi.
Sahiden de düşün düşün, bir bok olmuyordu sonunda. En iyisi salıvermekti çayıra… Mevla’m elbet kayırırdı bir gün.
 Annesi bir yandan, komşu kadınlar bir yandan; ‘Ah, vah…’ edip duruyorlardı. Gülcekız, komşuları sıkıca tembihlemişti; ‘Aman duyulmasın, Hüseyin ikimizi de doğrar çiğ çiğ… Allahını seven bişeycik demesin…’ diyerek.
Çok hasta deyip, işe göndermedi kızını bir hafta Gülcekız. Fakat daha fazla nasıl dayanırdı, bilemiyordu. Bir bahane bulmalıydı kızcağızı daha fazla eziyet çekmesin diye. Gülyazı’nın ise ağzını bıçak açmıyordu. Yemeden içmeden de kesilmişti. Duymuştu ki, Badem ile Ekrem dillere destan bir düğünle karı koca olmuşlardı. Yapacak bir şey yoktu, kaderine her zamanki gibi razı olmaktan ve acısının geçmesi için sabretmekten başka… Babası, eve para getirmediği için çok kızıyordu Gülyazı’ya;
‘Çalışmamak için bahane arıyor bu kızın, haberin ola. Söyle kaldırsın kıçını bir an evvel de, gitsin işine. Nereden bulacaz bir daha böyle iş, ha? Herifçioğlu akıtıyordu parayı bu salağa. Bir iş de gelmez bunun elinden amma… Anca yatsın gebeş gibi… Söyle benim heyheylerimi tepeme çıkarmasın. Koca götlü bir şey oldu yata yata. Topunuzu sıradan geçiririm ha, öldürürüm dayaktan. Anam ağlıyor benim her gün inşaatlarda, siz burada analı kızlı yaydınız götlerinizi yatıyosunuz. Dellendirmeyin beni bak, çok fena yapacam artıkın!’
Diyordu sürekli karısına. Kadıncağız da cevap veremiyordu tabii, söyleyemiyordu gerçeği. Yoksa bir de onun için yerlerdi sümsüğü! Kızını evde bir başına koyup işe de gidemiyordu, kıyamıyordu. Bakıma ihtiyacı vardı zavallının. Anne olmak demekti bu. Fedakârlık yapmaktı annelik! Çok üzülüyordu elinden bir şey gelmemesine, gizli gizli ağlıyordu kızına. Kaderine ağlıyordu, kaderlerine ağlıyordu!
Bu arada ziyaretine Sabri geliyordu ara sıra babası evde yokken. O da çok üzülüyordu Gülyazı’ya. Eli boş da gelmezdi hiç. Poşet poşet yiyecek ve hediye getirirdi. Anası Fadime’yi de getirdi ziyaretlerinden birinde. Bağrına bastı Gülyazı’yı; ‘Geçmiş olsun gızım, geçti, ağlama he mi?’ derken… Sabri her gelişinde ona kitap da okuyor, günlük olayları anlatıyordu. Ufku genişliyor, kafası dağılıyordu böylece. ‘Ne kadar iyi biriymiş, kıymetini bilememişim’ diye üzülüyordu Gülyazı… Hiç de fena bir çocuk değildi aslında. Çok uzun olmamakla beraber Ekrem gibi, ondan daha yakışıklı bile sayılırdı. Kumraldı, her daim traşlıydı. Omuzları da gün geçtikçe genişliyor muydu ne? Orası neresiyse, ‘Salon’a gidiyormuş kuvvetli bir bedene sahip olmak için. Hakikaten de çok kuvvetliydi sanki. Doğrulması için yardım ederken falan, bir çırpıda kucaklayıveriyordu onu. Hoşuna gidiyordu aslında Sabri’nin kendisiyle ilgilenmesi. O da çok sabırlıydı. Yumuşak yumuşak konuşuyordu onunla, sanki incitmekten korkar gibi. Elleri de ne güzeldi, ince uzun kalem gibi parmakları vardı. Kitap tutarken, dinlediklerine dalıp gidiyordu ama ellerine de bakmadan edemiyordu. Gözleri bal rengiydi. Onlarda yumuşacık bakıyordu, kıyamıyordu güzelliğini tüketmeye ama doyamıyordu da bakmaya belli ki… Bir gün anacığının yaptığı tarhanayı getirmiş, onun için çorba yapmıştı, içiriyordu ki; şu sözler dökülüverdi ağzından;
“Biliyor musun Gülyazı, sana neler olduğunun farkındayım. Ben sana sevdalıyım ve evlenmek istiyorum. Sonra da sana bunu yapanlara cezalarını vereceğim. Beni bekler misin mahpushanedeyken?”
“???”
“Konuşmasan da olur, kafanı salla sadece ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ diye.”
L
“Ağlama. Dayanamam o gözyaşına senin. Kendime de kızıyorum aslında. Görüyordum ama bir şey yapamıyordum korkak korkak. Seni üzmelerine seyirci oldum. Bunun bedelini ödemek istiyorum. Eğer istersen, hemen evlenelim diyorum. Cezamı çekip gelince, seni çok mutlu edeceğim. Beni bekler misin Gülyazı’m?”
L
“Seni ağlatanları, beni aciz bırakanları, bizi bunca zaman ayıranları bir bir haklayacağım Gülyazı’m… Sen gönlünü ferah tut. Yeter ki bana inan ve ağlama gayri… Gülyazı’m… Sevdalım…”
L… Kimse tam adımı demediydi bu güne kadar. Gülyazı… Ne güzel söylüyorsun sen… Çok hoşuma gitti.”
“Çok güzel bir adın var, güzel yüzün gibi de ondan. Sen iste, her gün derim ben adını. Yeter ki ‘he’ de… Ben her şeyi ayarladım. Bana ‘he’ desen de, demesen de o hesabı göreceğim. Ama bilirsem beni bekleyeceğini, günlerim daha çabuk geçer. Daha dayanılır olur mahpushane.”
“Sen ne iyi bir adamsın Sabri. Beni bu kadar sevdiğini bilemedim.”
“Ben iyi biri değilim Gülyazı’m. İyi bir adam olsaydım, ta en başından onlara engel olurdum. Ben korkak, pısırık, sevdiğine sahip çıkamayan bir adamım Gülyazı’m. Ben aslında ölmeyi hak eden bir adamım Gülyazı’m. Ama ölürsem de, sana bu acıyı yaşatanlar cezasız kalacaklar. Onun için yaşamalıyım ve seni de yaşatmalıyım. Bu kararı verdim kati olarak… Düzen değişecek. Bunun bedelini hem ben ödeyeceğim, hem de onlar!  Artık korkmuyorum. Hele ki sen de karım olursan, ben nelere göğüs gererim bir bilsen…”
“Sabri… Neler diyorsun? Gerçekten benim için bunu yapacak mısın?”
“Evet… Senin için her şeyi yaparım. Öl de ölürüm… Ama ölmeyelim Gülyazı’m, yaşayalım. Güzel günler yaşayalım birlikte. Yeter ki sen beni kabul et ve bekle.”
“Olur Sabri. Kabul ediyorum… Seni ne kadar gerekirse, o kadar bekleyeceğim. Benim için bunu yapacak olan adamı, istediği kadar beklerim. Sen korkak değil, mert bir adamsın Sabri. Ben de sayende iyi olacağım. Seni yıllarca da olsa bekleyeceğim. Sadece senin olacağım.”
“Nasıl sevindiğimi anlatamam Gülyazı’m. İçin ferah olsun. İntikamımızı alacağım. Sonra da göğsümü gere gere gidip teslim olacağım. Bak ne diyeceğim hem?… Para biriktiriyorum ne zamandır. Anamda duruyor. Hemen evlilik hazırlığını yapacağım ve yıldırım nikâhıyla evleneceğiz. Beni anamla beraber bizim evde bekleyeceksin. Onu çok seveceğinden eminim. Bir tanedir benim anam. Gördüydün zaten, sevdiydin değil mi anamı?”
“Sevmez miyim? Fadime anam o bundan sonra benim de. Sen ne dersen o Sabri. Bundan gayri bana ölüm de zulüm de yok bu dünyada. Senin sayende Sabri, senin sayende…”
 “Gözünü bile kırpmadı sana gelip söyleyeceklerimi duyunca. ‘Evlat, ne gerekiyorsa yap, namusunu temizle.’ Dedi. Ana-kız oturun işte. Yakında ben de kavuşurum size. Sabredeceğiz artık Gülyazı’m.”
“Sabır… En iyi yaptığım şeydir sabretmek Sabri’m... Sabır… Ya sabır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

Bendeniz

Fotoğrafım
Yazıyorum, paylaşıyorum... Hayatın sevmek ve inanmak olduğunu düşünüyorum... Az ve öz dostum ile kitaplarım olduğu sürece benden mutlusu yok... Dünyalıyım... İçi-dışı bir, özü-sözü bir olmak, istediğim...

Hürriyet Spoa

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

Hürriyet