Kategoriler

2 Kasım 2018 Cuma

NE ARA YALNIZLIK?



                               

      Beden ve ruh sağlığına mukayyet olabildiğin,
                                                                     Hücrelerine kadar neşe dolabildiğin,
      Olmayanı oldurup gülmeyeni güldürebildiğin,
                                                                              Seven kalplerle buluşabildiğin,
      'Hayat çok güzel' diyebildiğin;
                                                  Olabildiğince huzurlu bir hafta sonunu müteakip, 
      Yepisyeni musmutlu bir haftaya kavuşman dileğiyle                                                                                                                     başlayayım istiyorum yazmaya...

Yazmayı seviyorum çünkü ben. Mektup yazmayı da çok severdim bak. Hala da seviyorum ve yazıyorum tabii. Severim yani. Ama teknoloji var şimdi. Patpat yazıyorsun, pıt diye yolluyorsun, saniyede karşı tarafa ulaşıveriyor. Mail diye bir şey var. Whatsapp diye bir şey de var mesela. Her Allah’ın günü mıncık mıncık yazabiliyorsun.  Kısa mektupçuklar. Ama ben uzun uzun yazmayı severim. Ve aslında kağıda yazmayı tercih ederim. Tadi bi’ başka be... İvit... Ama klavyede şakada şukada yazmak da eğlenceli ha. 
Mektuplar da uzun uzun yazılırdı eskiden. Onçün seviyorum sanırım mektup hadisesini. Çok sık yazılmadığı için birikirdi konular, dedikodular. Kısa, iki kelime ile anlatamıyorum derdimi ben. Ha, konuşurken öyle değil bak; birkaç kelime ile oluşturulmuş kısa cümleler kullanıyorum. Üşeniyorum galiba konuşmaya?! Bilmem, bak şimdi yaptım bu tespiti... Olabilir!

Yazmayı seviyorum ben. Hatta bak, yalnızlıkla ilgili yine yazmışım kafe'ye, belki bi' bakmak istersin ona da;

                                                  

Yazmayı seviyorum dedim ya, hah, hiç üşenmem, sayfalar dolusu yazabilirim her an. Ve fakat bu konuyu niçin açtımdı, onu unuttum? Bi'yere bağlayacaktım ya! 
İnan olsun; hatırlamıyorum! ツ  


Aman neyse... Buluruz elbet ilgiyi alakayı?!. 


Okumayı da seviyorum tabii. 
Mesela kitap okuyacaksam, iki - üç tanesini birden okurum dönüşümlü. 

Yok, kopmuyorum bir öncekinin konusundan, çıkmıyorum havasından. Dalarım yine, merak etme sen...  ツ

Yalnız yalnız da güzel olur okumak veya yazmak, eşimle birlikte de. Bazen o okur ben dinlerim, bazen ben okurum o dinler. ("... yanımda tin tin eder? Bil bakalım nedir?" diyesim geldi ve kendimi tutmadım, dedim de sanki! Ki; kendisi benim çocukluğuma tekabül eden ve dedemin bıkmadan usanmadan sorduğu bilmecelerden biridir: 'Ben giderim o gider, yanımda tin tin eder!? Tabii ki -baston- akıllım?! )
Dağılmayalım lütfen... Devam...
Okumayı diyordum, seviyorum. (Seviniz, sevdiriniz!) 
Veee ne anlatacağımı hatırlıyorum. Hihi...

Bir gazete haberi okudumdu epey bi' önce, internette. Aklımda kalmış.
Baktım başlığa; ‘Hım…’ dedim, ilgimi çekti içeriği. Daldım içeriye... Ve fakat İçerik; dışarık’la alakasız?! Hayır, biliyorum haber başlıklarının tık’lanma oranını arttırmak için böyle yapıldığını. Lakin bu, o da değil! Başka bir şey!
Ünlü ve yerli / yabancı önemli ödüller almış bir yönetmenimizin sözünü almışlar, sözün içinde geçen kelimeleri kafalarına göre yorumlamışlar. Cümle başka bir şey ifade ediyor fakat içindeki kelimeler itibariyle murdar olmuş yazık. Görmüş müdür acep yönetmen? Yahu, ne gerek var bunlara, sinir stres yaratmaya? Çok gıcık! Ay...
Zaten sırf o mu? Bir haber başlığı görüyorsun, fotoğrafına bakıyorsun ve açıyorsun okumak üzere. Bir de bakıyorsun ki; ne demişler, ne yapmışlar, ne yazmışlar da bizi çileden çıkarmak için nasıl uğraşmışlar, onu görüyorsun?! Mutsuz oluyorsun durduk yere...                                                       
                                                                                                                                  
                    


       Neyse efenim, haberi okudum söz ile kel alaka olsa da… Çünkü ilgi alanıma giren bir konudan bahsediyor idi… O bağlamda bahsettim bu sinir konudan. Oradan yola çıkarak da aklıma geldi anacım, paylaşayım bari dedim düşüncelerimi; ne kadar çok yalnız insan var değil mi? Evet. Var ve bu oran gitgide çoğalıyor.                               

                                                                                                                                                         
Son yıllarda da hatırı sayılır oranda artmış ve sonuç itibari ile neredeyse milyon küsur’ları geçmiş rakam olarak. Tek kişilik hanede yaşayanların yüzdesine bakıldığında ise; kadınlar çok daha fazla. Neden acaba? Nedir bu durum Allahınsen?..Erkeklerden hayır yok, en güzeli yalnız yaşamak’ mı diyoruz acaba?
                            
                           
Genelde 30-64 yaş arası kişiler imiş yalnızlar grubundakiler. Lakin ‘yalnızlık’ sayısal olarak ölçülüp biçilecek bir şey de değildir ki?!

Yalnızlık; bazen bir seçim, bazen de belki kaderimizdir. Lakin her zaman ‘kimsesizlik’ manasına gelmez. İnsanın kendiyle baş başa kalmasıdır bir nevi… Yani aslında sadece bir ‘hissiyat’tır. Büyütülecek bir şey değil! Tekil olmak da değildir, çünkü etrafı insan doluyken de yalnız hissedebilir insan.
Biliyoruz da söylüyoruz akıllım...
Demek ki iş kalpte bitiyor. Kalbimize dolan his; kimsenin bizi anlamadığı, kimseyle konuşmak görüşmek istemediğimiz, bir tuhaf boşlukta olma hissi ise, evet yalnızız. Bir başına otururken dahi, mutsuzluğa dair en ufak bir hissiyatımız yoksa, yalnızlığımız ile iki iyi dost olmuşuz demektir. Yani yalnız değilizdir.
                                          (Buyur buradan yak)
                                       

Yalnız olmak da, yalnız kalmak da bize bağlı o zaman?! Yalnız olmayı seçmek, kişinin en doğal hakkıdır. Ve hatta bir ihtiyaçtır ve gereklidir. İnsan arada kendine kalmalı; hesaplaşacak – tartışacak – eleştirecek – çıkardığı derslerden aldığı tecrübeleri paylaşacak – öğütler verecek – gerektiğinde azarlayacak ama illaki sevecek vakitler yaratmalı kendine kendiyle…

                             

Aynı evin içinde, yalnız ve kendine kalabilmeli insan mesela diğer bireylerden ayrı. Tabii. Eşimle pek güzel başarıyoruz bunu 7/24/365... Gerçekten. O yüzden kendisini gönülden tebrik ile takdir ediyor, başarılarının devamını diliyor, her eve lazım bu güzel adamı ve ‘insan’ gibi insanı tatlış yanaklarından öpüyor, her bi’ iş gelen ellerinden sıkıca tutuyor, acık nezle olup mızmızlandığında dahi bağrıma basıyor, her zaman sonsuz sevgiyle kucaklıyor, ‘iyi ki varsın be ya’ diyorum...
 Ay, ben ne diyorum?
Dur, dur, sinir olma hemen... ‘Ay, iyi ki bi’ kocası varmış bunun da...’ deme hemen... İçimden geldi, sevgim depreşti, ne ka güsel senin ile paylaştım işte heyecanımı canım okur. İvit...

  

Yalnızlık diyordum... Hah..

Kendisi pek hoş sohbettir bir kere. Vallahi...
Hep doğruları söyler sen dinlemek istemesen de ve canını acıtacak da olsa. 'Dost' gibi yani?! Ayrıca da iyi bir dinleyicidir. Sana kendine yetmeyi öğretir, öz güvenini yükseltir. Kuvvet verir. Sana, sen olmayı öğretir. Çünkü bilirsin ki yalnızlık, senin sen gibi olmanı sever. Asla yargılamaz, olduğun gibi görünmeni kabul eder. Böylece sen de en doğal, en yalın halinle görünürsün ona. Birbirinize güvenirsiniz. Birbirinizin sırdaşı, dostu, en yakın arkadaşı olursunuz sohbeti koyulaştırdıkça… Yani aslında, tek başınayken de yalnız değildir insan aslında…

Bir huyu da vardır ki; aynaları sevmez. Çünkü gösteriverir bedbahtlığını, acizliğini, çirkinliğini, bezmişliğini, vazgeçmişliğini aniden gözlerinin içine içine. Ha, dost olduysan yalnızlığınla o da barışıverir hemen aynalarla, hakkını yememek lazım. Demek ki, iş yalnızlığınla dost olmaktan geçiyor vesselam.

Kimi insan alışıktır uzun zamandır yalnızlığıyla yaşamaya
Kimisi sudan çıkmış balığa döner bir anda yalnız kalınca
Bazısı kaçar insanlardan, hep yalnız olmak ister
Bazısına da ara sıra gelir o kaçma hissi, kalır kendiyle şöyle bir rahatlar, döner kalabalıkların arasına
Kendiyle konuşturur kimisini yalnızlık, kimi de hiç kimseyle tek laf etmek istemez günlerce
Bir sevgilisinin, kocasının – karısının olmamasıdır bazıları için ‘yalnızlık’
Hayatında biri olduğunda bütündür. Yoksa yapayalnızdır, yarım’dır, eksiktir kimsesiz
Bilmez çünkü aslında , yalnızlık ‘kimsesizlik’ değildir!
O sadece ‘tek’ olmaktır, tek başınalıktır, tekil kalmaktır
Bilmez aslında, öyle de çift’tir, beraberdir, çoğul’dur insan oysa ki, kendiyle ve etrafındakilerle
Anlamaz aslında, bedenin değil ruhun yalnız kalmaması gerektiğini
Bazen ne idüğü belirsiz bir histir yalnızlık.
Bazen ‘cuk’tur, oturuverir bünyeye.
Bazen kiracı, bazen sahip’tir. Kalıcı da gidici de olsa, iyi ya da kötü yan etkileri vardır.
Her bünyede farklı tepkimelere yol açar.
Bu da kişinin ne kadar kendi olduğu, ne derece pozitif baktığı ve ondan ne anladığı ile alakalıdır. Sen ona iyi bakarsan, o da sana öyle bakar.
Esasen bu kadar basittir yalnızlık ile anlaşmak.

Ne kadar çok ‘yalnız’ız ayol?

Bir kaçış, zorunluluk, hissizlik, sevmeme – sevilmeme, tercih, özgürlük, bağımsızlık, tahammülsüzlük, hazımsızlık, kıvamsızlık halini aldı artık çoğunlukla. Teknoloji ilerledikçe, hayat yeni gelişmelerle – icatlarla kolaylaştıkça ve fakat kişiler asosyal bireylere dönüşüp iletişimsizlik arttıkça, yalnızlık da mı arttı ne?
Ne idüğü belirsiz bir sahipsizlik, kimsesizlik, amaçsızlık hüküm sürmekte elini kolunu sallayarak etrafta
Sanırım özgür olmak ile bağdaştırıyor bazısı da yalnız olmayı. Oysa özgürlük; karşılıklı sevgi ve özellikle saygı demektir. Yani yalnız olmaya gerek yoktur özgür olmak için. Anlayış, hoşgörü, saygı birleştiğinde beraber yaşayan insanlar da gayet rahat özgür olabilirler.
Biliyoruz da söylüyoruz akıllım...
Kısa süreli geçici durumlardaki yalnızlıklar aşılır. Hatta iyi gelir bünyeye. Önemli olan ömrünü yalnız geçirmemektir. Yani sosyal olmak, sevmek – sevilmek ve sesini duymak istediğinde birini bulabilmektir esas konu. Yalnızlık bir rakam değildir ki, tek kaldığımızda ‘yalnız’ sayılalım ya da üç – beş kişi olduğumuzda sayılmayalım.
Bir hissiyattır sadece. Bu kadar basit ve birlikte yaşanası…

Yalnızlığın manasını kavrayamamış, hissedememiş, kendiyle kalmayı becerememiş insanlar yanlışlar yapar bazen ellerinde olmadan veya bilinçaltlıklı… 
Gerçi gayet güzel yalnız olabilenler de zaman zaman hatalara izin veriyorlar istemeden de olsa. 
Ne de olsa insanız değil mi? 
Yalnızlıktan, boşluktan, can sıkıntısından, iyi – kötü demeden bir ses bir nefes duyma ihtiyacından, ondan ya da bundan, işte bir şekilde yapıyoruz saçmalıkları sonradan kendimize kızacağımızı bile bile. 
Lades mi? ‘Hayır, aklımda!’ diyemiyoruz her daim…

 

Bir bedende kanıyoruz yalnızlığımızın susuzluğuna bazen…
İnternet'in başına geçip sanal mutluluklar arıyoruz kimi zaman…
Çenemize vuruyor bazen de, aslında pek de göresimiz gelmeyen birini arayıp konuşuyoruz saatlerce…
Alıyoruz başımızı çıkıyoruz sokaklara, düşünmeden taşınmadan, umarsızca, sabırsızca alışverişler yapıyoruz gereksiz yere…
İşkolik’ oluyoruz, başarıdan başarıya koşarken mutlu olmayı unutuyoruz…
Her bir şeyi tüketiveriyoruz, tatminsizliğimizin biletini yalnızlığımıza kesiyoruz…
Ya deli gibi sosyalleşiyoruz vıcık vıcık ya da içimize kapanıp ‘asosyal’ oluveriyoruz farkında olmadan…
Hem diğer insanlara muhtacız her yönden, hem de onları istemiyoruz kendimizi yalnızlığımıza iterken…

Nörotik karakterler olup çıkıyoruz gün geçtikçe.


Erkekler bir alem, kadınlar başka bir alem anacım. Kendine uygun bir eş arama çabası içinde boğuluyor insan çoğu zaman. 


Sokağa çıktığında, her an suratına bir yumruk atma isteği varmış gibi birbirine bakan, hep acelesi olup sabrı olmayan mutsuz ve nefret dolu insan topluluğuna karışmamak için, asosyal olup çıkıveriyorsun farkına bile varmadan. Kendi dünyanı yaratıp, orada kendinle mutlu mesut yaşamayı umuyorsun. Bazen de bulduğun, aşık olduğun, sevdiğin, güvendiğin insan şaşırtıveriyor seni bir gün. Hiç beklemeyeceğin şeyleri yapıveriyor sen bahtına yanarken. Ondan sonra da, hooop yine ‘yalnızlık ömür boyu...’

                                                          

 Örneğin, mesela, misal olarak, farz-ı misal yani; son dönemde “Ahmet Kural’ın Sıla’ya baktığı gibi” ona bakan bir adam bulmayı dileyen nice kadının, kuralın bozulmasıyla gönlü yaralandı ya hani?!. Çünkü; güçlü, kendi dünyası ve öz güveni olan güzel bir kadın yaralanmıştı. Ve o nice sıcak bir bakış bekleyen umutlu ve özlemli kadınlar yine yalnız kalmıştı. 
Ekonomik durumu, tahsili, şan-ı şöhreti, titri, fikri ve zikri ne olursa olsun bir erkek; bir kadına sözlü, fiziksel, psikolojik,vs. şiddet uygulayamaz. Kendi acizliğini bastırmak için, ‘güçlü’ görünme çabasıyla kuvvet uygulayamaz! Nokta!
Sonunda yalnız kalan erkek olur aslında. Çünkü kadınlar artık daha cesur, bilinçli ve akıllı. Susmuyorlar, haklarını arıyorlar. Gereksiz ruh ve hacim fazlalığı bedenleriyle güzelim dünyada yer işgal eden heriflerle olacaklarına, kendi ayakları üzerinde yalnız ama mutlu olmayı tercih ediyorlar.

Tabii bu bahsettiğim olayın içini tam bilemeyiz ama görünen o ki; ortada bir yanlış var! Kim, ne kadar yanlış bilemeyiz tabii ama durum görünen gibiyse diye yorumluyoruz sadece.

Nereden nereye işte, laf lafı açıyor ama içimiz açılmıyor be aman!.. Neyse... Nerde kalmıştık?                                                                                      
                                         
Yalnız ve özgür olmak mı, yalnız ve emniyetsiz hissetmek mi?
Hangisi yalnızlığı daha iyi tanımlıyor? Bilemiyorum.
Fakat daha önce de belirttiğim gibi, ben özgürlüğün illaki yalnızlıkla geleceğine inanmak istemiyorum. Ve fakat bir emniyetsizlik duygusu da vermiyor değil. O yüzden ikisine de ne ‘evet’ ne de ‘hayır’ diyebilmiş değilim!

Bazen, başkalarından farklı olduğumuzu düşünüp yalnız kalırız veya yalnız kalmaya itiliriz. Çünkü kimse kendinden olmayan, kendine benzemeyen birini ya da bir şeyi bağrına basmaz bizim toplumumuzda. Genelde bir saygı söz konusu değil, insanları oldukları gibi kabul etme hoşgörü ve empati yeteneği yoksunu bir milletiz. Kaldı ki bu da apayrı ve incelenmesi gereken bir konu…
Kişiler arasındaki diğerlerini ‘kategorize etme’ durumu da ister istemez yalnız kılıyor insanı. Müdür memurunu, patron işçisini, üst ast’ı, müşteri garsonu, küçük gördüğü sürece aradaki mesafeler büyüyor ve insanlar arasında adım atmaya korkulacak uçurumlar oluşuyor. Ve herkes kendi tarafında yalnız kalıyor…
Bunun ise bir çözümü yok.

Sevgi – Saygı – Kardeşlik’ desem şimdi; ‘Ne o, bir şarkı adı mı?’ diyen olacaktır kesin!
He he... Şarkı, he...

Ben şarkımı söylerken istersen sesi açarsın
İstersen kısıp, bunu da yok sayarsın
Kim bilir belki gülümser belki de ağlarsın
Yüreğimdeki sesleri susturamazsın !...

'Ferah' gönüllü ve 'Havada buhar durumundayken gecenin serinliğiyle yerde ya da bitkilerin üzerinde toplanan su damlacıkları' gibi gönlümüze düşen dizelerle bitireyim diyorum yazımı, dört dörtlük olmasa da bari en az yarısı kadar mutluluklar dilerken kıvamında yalnızlara, tadında yalnızlıklara...




Haydi o zaman çayyy... Demli... Bergamotlu...






Planların, isteklerin ve hayallerin gerçekleşsin istiyorum can-ı gönülden, güzel okur. Ve bunlara sevdiklerinle birlikte kavuşmanı diliyorum.

     İklim'in Dora'n











                             

                                              
                                                
                              

                               

                               

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

Bendeniz

Fotoğrafım
Yazıyorum, paylaşıyorum... Hayatın sevmek ve inanmak olduğunu düşünüyorum... Az ve öz dostum ile kitaplarım olduğu sürece benden mutlusu yok... Dünyalıyım... İçi-dışı bir, özü-sözü bir olmak, istediğim...

Hürriyet Spoa

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

Hürriyet