Hayır, hayır… Bu benimle ilgili bir şey olamaz. Yani bana
olacak bir şey değil. Tabii canım.
Geçen sene Aysel teyze, geçen hafta Hikmet
abi ve her gün kim bilir kim? Ama ‘ben’ değil! Olamaz! Olmamalı. Olmaz tabii
ki… Olmaz olmaz…
Ilık suyu suratıma çarptım ve doğruldum. Ayılmak zor geliyor
sabahları. Birden, akan suya aldırış etmeden aynada bir süredir kendimle göz
göze olduğumu fark ettim. Sanırım bu bir süre ‘epeydir’ manasına geliyordu. O
değil de suya yazık, boşa aktı bir miktar ki, ben dişimi neyin fırçalarken bile
kapalı tutarım musluğu. Lakin şimdi bunu dert etmenin zamanı değil zira asıl derdim
daha büyük! Alnımda üçü derin dört çizgi vardı boydan boya. Göz kenarlarım,
yaşların daha rahat akabilmesi için oluk oluşturmuştu nerdeyse yine alnımdaki
gibi çizgilerden. Gülümsedim yalancıktan. Yanaklarımdaki yılları görmekti
maksadım. Ruhum gibi inceydiler. Aynanın üzerindeki makyaj lambasını açtım daha
iyi görebilmek için. Yoksa yakın gözlüğümü mü alıp gelmeliydim çalışma
masamdan. Gerçi çalışma masamda da olmayabilirdi, yatakta kitap okumak için
almış ve orada unutmuş da olabilirdim. Ne de olsa ‘unutkanlık’ denen bir
arkadaşım vardı. Lakin yetti aynadaki ışık beni aydınlatmaya. Fazla
aydınlandım, hatta gözlerim kamaştı ve acilen kapadım daha fazla yıllanmamak
için. Yeterdi bu kadarı. Ki bu kadarı bile o kadar çoktu ki… Dayanamadım daha
fazla… Fazla fazla fazla… Daha çok, epeyce, fazlaca…
Böyle abuk sabuk düşünürken neyse ki musluğu kapamayı akıl
edebildim. ‘Kendine gel’ dedim kendime… Yatağa döndüm sonra, kahvaltıya mecalim
de isteğim de kalmamıştı nedense. Şimdi kim koyacaktı çayı, çorbayı sabah sabah
bu ruh haliyle. Uzandım… Ha, neredeyse kırıyordum benim emektar yakın’ı… Tahmin
ettiğim gibi buradaymış sağ olsun. Sonra, aslında unutkanlık’la pek de iyi bir
arkadaş olmadığımı düşündüm bu durumda. Yok artık, bunayacak halim de yoktu ki
canım bu yaşta?... Hangi yaşta? Kaç yaşındayım ki ben? Bildiğim bir şey varsa o
da; ‘o’ yaşta olmadığımdır! Tabii… Mesela Necla ‘o’ yaşta… Adnan da… Komşu bir
teyze ile amca var, onlarda ‘o’ yaşta. Annem de… Yok ama annem sayılmaz. I-ıh… Annem
de benden, o yüzden sayılmaz işte, bana ne?! Yaşı mı var ki bunun hakkat? Var
mı? Yok mu yoksa? Olmayabilir de. Olabilir de. Evet. Çünkü bazen Eda da, Burak
da, Nazlı da, Alican da olabilir sıra. Onlar ‘o’ yaşta değiller. Demek ki yaşı
yok! Aman, kafam karıştı. E, sırası mı var peki? Ne sırası? Sırayla ise eğer,
ben rahatlayabilirim. Ne de olsa henüz inceden gidiyorum… Alnımda belki alın
yazısının ağırlığından derinleşmiştir yıllar. O kadar olur canım. Ne de olsa
yıl’lanacağım daha! Hem sıra bana geldiğinde ben orada olmayacağım ki?! Nasıl
mı? Bunu henüz bende bilmiyorum ama olmayacak işte… Yani tam ifade de edemedim
şöyle ki; ben görmeyeceğim nasılsa bunu. Evet, evet, görmeyeceğim.
Nasıl bir şey acaba? Bilmek de istiyor değilim doğrusu ama
merak da etmiyor değilim. Öğrenmenin de bir yolu yok ki?! Göremem ki bir
şekilde… Hah… Gözlüklerimi kafama takmışım da ondan. Gözüme taksaydım görürdüm
de yakinen… J
Kafama bir şey taktığım kesin de, gözlük olmadığı kesin. Kendime stand-up
yapmam da işe yaramıyor aslında…. Bu arada kalkmışım da, kahvemi bile yapmışım
da, pencere kenarındaki yerimi almışım her zaman olduğu üzere…
Birazdan çöp kamyonu
geçecek. Karşı apartmandan genç bir kadın çıkacak hemen önündeki arabasına
binecek ve kırk saat şoför koltuğuna yerleşmeye çalışacak. Aynada kaşına gözüne
bakacak son rötuşlar için. Ve arkasındaki çöp konteynırına dokundurarak manevra
yapacak çıkmak üzere. Pek de iyi bir sürücü değil çünkü. Biliyorum, çünkü her
sabah aynı terane. ‘Bugün çarpmazsa çöpe, yarın oturmayacağım pencereye, söz’
diyorum ama nafile. Onun yüzünden her gün mesai yapıyorum burada. Deli miyim
ne?
Ambulans geldi dün yan apartmana. Biri gitmiş ama kim
bilmiyorum. Kurtaramamışlar deniyor kalp masajı, vs… derken. Eskidendi komşuluk falan, şimdi karşı
dairemde kim var bilmiyorum?! Yaşlı da değilmiş ha, gencecik biriymiş. İşte bak
gördün mü, yaşı yokmuş!... Hadi bakalım!?
Sabahın körü, zar zar korna sesiyle sağır da olunuyor sağ
olsun saygısızın biri sayesinde. Gerçi niye de sağ olsun, çektirsin gitsin
mümkünse buralardan. Eksik olsun onun gibiler. Manyak mı arıyorsun, (efendim?) ondan
bol ne var memlekette? Yahu ne trafik var, ne insan… Ne akla hizmetle basarsın
o saatte o zımbırtıya? Aslında, ineceksin aşağı, bir güzel pataklayacaksın
oracıkta onu, kornayı söküp eline vereceksin bak bakalım bir daha çalıyor mu o
yöreden zurnasını? Hayır, şiddete karşıyız da, bu gibilere de karşıyız! Bunlar
da anca bu dilden anlar, ne yapalım? O yüzden bizi uğraştırmasın gitsin tıpış
tıpış kendi rızasıyla!... Of…
Hayır, kafam dağıldı iyi oldu bir yandan da bu sinir… Uyku
muyku kalmamıştı didik didik düşünceden…
Hayır, hayır… Bu benimle ilgili bir şey olamaz. Yani bana
olacak bir şey değil. Olmamalı. Herhalde olmaz canım. Olsa da ben orada olmam
yani. Kaçarım ki… Kaçılır mı ki? Öğrenmenin de bir yolu yok ki… Saçmaladım
şimdi bak. Hayır, zaten öğrenmek istemiyorum ki yahu?! Öğrenmem demek, onu
yaşamam demek. Yani yaşamamam demek! Al, buyur, buradan yak! Beni yak, kendini
yak, her şeyi yak! Gemileri yak… Zaten ‘o’ olduktan sonra dünya yansa ne olur?
Uyku gibi bir şey mi acaba? Bak şimdi öğlen uykusuna da
yatamam ben bugün. Aklıma sokmayacaktım bunu. ‘Uyku gibi mi’ymiş? O da nereden
çıktı şimdi? Bir de iyisi var, kötüsü var. Kolayı var, zoru var. Acılısı,
çilelisi var… Vay vay vay… Beni hangisi bekliyor acaba? Güzelinden olsa bari. Yok,
yok… Neler diyorum ben ayol? Benim başıma gelmeyecek ki sonuçta. Piii… Ne
düşünüyorum, ne söylüyorum, tam hasta? Buyrun, evet benim o ‘hasta’. Tahtaları
eksik biraz kafamın. Peki, daha artarak çoğalacak mı bu yıllar yüzümde,
kaşımda, gözümde, oramda buramda? Onu da istemiyorum ki ben. İstemem tabii… Kim
ister ki? Al işte, ben istemiyorum. Bana ne?!
Yok… Uyku yok… Gerçi kahve de içtim, açıldı iyiden iyiye.
İçmeyecektim işte şunu ne güzel, dönecektim sıcacık yatağıma yumuşak yumuşak… …
Canım çok yanacak mı ki? Niye yansın ki? Nasıl bir türde olacak ki yansın?
Yanmaz, yanmaz ki… Hisseder miyim ki? Nasıl olur ki? Olmaz, olmaz, bana olmaz.
Olmayacak… Olursa da ben anlamadan olup bitecek. E, oldu diyelim, sonra ne
olacak? Ne olacağım? Nereye gideceğim? Geri dönebilecek miyim? Annemi
görebilecek miyim? Zeki Müren’de bizi görecek mi? J Ne olacak yaa? Hayır,
istemiyorum! İstemiyorum, bana ne? Nasıl ki?
Kafayı yiyeceğim düşün düşün. Bir
terapist’e filan mı gitsem ki? Takıntı mı ki bu? Hayır, öyleyse bileyim de
takıntılamayayım, her gün oluyor artık çünkü. Deliriyor muyum ya da delirecek
miyim de o safhadan önceki aşamada mıyım ki acaba? Yok, zaten deliyim, ekstra
daha nereme delireceğim ki?
Yok, yok… Bana olmaz, olmayacak. Olsa da ki olmaz ama
diyelim oluyor, kaçarım ki ben… Tabii. Kaçılır mı ki? Yaşı yok, sırası yok,
kaçışı da yok belki?! Yok mu ki? Aman canım, nelere nelere çareler bulunuyor da
buna mı bulunamayacak, hangi devirdeyiz Allahınsen? Ne diyorum ya ben? Biri
bana ‘dur’ diyebilir mi acaba? ‘Dur’ demişken bir açıklama da getirebilir mi ki
lütfen?
Hayır, hayır… Bu benimle ilgili bir şey olamaz. Yani bana
olacak bir şey değil. Lakin bu ne yaman çelişkidir ki kendimden başka herkes
için olabilitesini düşünebiliyorum da oluyor da, bana olmayacak? Benim ne
ayrıcalığım var? Uzaylı mıyım ben? E, evet, uzaylıyım, uzaylıyız! “Başka bir
galaksiden miyim ki?” diyeyim bari!
Ha, annem de var tabii… Ona da olmaz. Olmamalı… Olursa da
zaten bana da olsun. O’ndan sonra ben n’apayım buralarda öksüz öksüz? Yaşlandı
da yahu. Yaş’landım bak şimdi ben de hüzünlendim sabah sabah. Bir de bu terane
var; yaş hadisesi! Ne ilginç yarabbi… Yıllar, yol – su - elektrik olarak geri dönüyor sana
yüklüce… Hor kullandıysan; ‘Al’ diyor itinayla inceden inceden çizip
yaptıklarını, yaşanmışlıklarını yüzüne vurup. İyi baktıysan, özendiysen
kendine; ‘Aferin’ de demiyor ama daha vicdanlı davranıyor diğerlerinden. Ama
yine de yapacağını yapıyor sağ olsun.
Iyy… Nasıl bir şey ki? Yani ne bileyim,
böyle buruşuk – uyuşuk – mayışık – karışık – hayata alışık fakat bir o kadar
alışamamışlık?! İsyan, inkar, öfke, yorgunluk, depresyon, son’a hazırlık?! İstemiyorum
işte, istemiyorum! Niye bu kadar karamsarım yarabbi? Olumla, karma – kurma yap
bir şeyler ortaya karışık en pozitifinden! I-ıh… Olmuyor!
Yitip gitmek, ex olmak, göçmek, uçmak, iki seksen yatmak da
bi daha kalkmamak, hem yerde hem gökte olmak… Of ki ne of… Korkuyorum, ürküyorum,
tırsıyorum, üç buçuk atıyorum, yusuf yusuf sayıklıyorum, ürperiyorum, diken
diken oluyorum, ödüm ödüm patlıyorum… Ki hepsi aynı kapıya çıkıyor ve aynı manaya
hizmet ediyorlar adamını satayım!
Evet… Bu benimle ilgili bir şey olamaz. Yani bana olacak bir
şey değil. Yıllanmayacağım ve ‘o’na
yenilmeyeceğim… O
kadar!
Yaşlanmak istemiyorum…
Ölmek istemiyorum…
İstemiyorum işte, bana ne?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder