Bir yer çekimi cazibesiyle bağlandığımız, yakalamaya çalışırken kaçırıp, kaçmaya çalışırken yakalandığımız ömür ne ola ki?
Kimimiz durmadan öğütülüp zaman değirmeninde, sonra ayrık gibi savrulup gitmede rüzgarlarda...
Kimimiz aşkın derin yangınlarında yanmada...
Ekmeğimize katık biraz umut, bir parça hatıra...
Ömür dediğimiz; anıların yanaklarından süzülen birkaç damla...
Hasretlerimizi uçurduğumuz mavi gök, yıldızların koynunda uyuyan gece ve bir demet beyaz papatya masum bir çocuğun ellerinde...
Parkta çektirdiğimiz hatıra fotoğrafımız; ellerin ellerimde, gözlerim gözlerinin ötesinde...
Ah ömür!
Acılar devşirmek öbek öbek, tatlı acılar...
Ruh med cezirleri zaman okyanuslarında, nihayetsiz iniş çıkışlarıyla tarifi zor insan coğrafyasında...
Kırk ikindi yağmurlarında nefsin erbain'i, kırk günlük anda...
Bir içim su, bir lokma ekmek ağız tadında...
Hatırası var diye sakladığımız bir kurutulmuş çiçek mazinin avuçlarında...
Yolcular yollarda, yolcular duraklarda...
Ben zamanı sorgularken zaman beni yontmada...
İşte belli belirsiz bir silüet kumsalda, suya yazı yazmada...
Her şeye ve her şeye rağmen ömür; gecelerde batmak, seherlerde doğmak, iki an arasında kendini bir var bir yok saymak...
Zıtlar arası yolculuk, zıtlar arası mekik dokumak...
Bu istasyonda yaptığım şey hüzünlerimi, sevinçlerimi bana aşina kaldırımlara haykırmak...
Ah ömrüm!
Ah, akşamlardaki bir çay içimi ömrüm.
Bu hissettiğim beden, bu bastığım toprak, emanet ömürden yolda bir durak...
Hayal tuvalime bir resim çizivermek, hüzünlerimin en çarpıcı tonuna uğrak...
Ayrılıkları anımsatan bir hüzzam faslı sonrası, vuslata sırdaş bir saba makamına kulak kabartmak...
Yolculuğun tadına varmak Sevgiliye yakın, kendime uzak iklimlerde.
Çöllerde Leylalardan izler sürmek, 'bulamasam da' diye diye.
Ah ömrüm...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder