Beden ve ruh
sağlığına mukayyet olabildiğin,
Hücrelerine
kadar neşe dolabildiğin,
Olmayanı oldurup
gülmeyeni güldürebildiğin,
Seven
kalplerle buluşabildiğin,
'Hayat çok
güzel' diyebildiğin;
Olabildiğince huzurlu bir hafta sonunu müteakip,
Yepisyeni
musmutlu bir haftaya kavuşman dileğiyle başlayayım istiyorum yazmaya...
Yazmayı seviyorum çünkü ben. Mektup yazmayı da çok severdim bak. Hala da
seviyorum ve yazıyorum tabii. Severim yani. Ama teknoloji var şimdi. Patpat
yazıyorsun, pıt diye yolluyorsun, saniyede karşı tarafa ulaşıveriyor. Mail diye bir şey var. Whatsapp diye bir şey de
var mesela. Her Allah’ın günü mıncık mıncık yazabiliyorsun. Kısa mektupçuklar. Ama ben uzun uzun yazmayı
severim. Ve aslında kağıda yazmayı
tercih ederim. Tadi bi’ başka be... İvit... Ama klavyede şakada şukada yazmak da
eğlenceli ha.
Mektuplar da uzun uzun yazılırdı eskiden. Onçün seviyorum sanırım
mektup hadisesini. Çok sık yazılmadığı için birikirdi konular, dedikodular. Kısa,
iki kelime ile anlatamıyorum derdimi ben. Ha, konuşurken öyle değil bak; birkaç
kelime ile oluşturulmuş kısa cümleler kullanıyorum. Üşeniyorum galiba
konuşmaya?! Bilmem, bak şimdi yaptım bu tespiti... Olabilir!
Yazmayı
seviyorum ben. Hatta bak, yalnızlıkla ilgili yine yazmışım kafe'ye, belki
bi' bakmak istersin ona da;
Yazmayı seviyorum dedim ya, hah, hiç üşenmem, sayfalar
dolusu yazabilirim her an. Ve fakat bu konuyu niçin açtımdı, onu unuttum?
Bi'yere bağlayacaktım ya!
Aman neyse... Buluruz elbet ilgiyi alakayı?!.
Okumayı da
seviyorum tabii.
Mesela kitap okuyacaksam, iki - üç tanesini birden okurum
dönüşümlü.
Yok, kopmuyorum bir öncekinin konusundan, çıkmıyorum havasından.
Dalarım yine, merak etme sen... ツ
Yalnız yalnız da güzel olur okumak veya
yazmak, eşimle birlikte de. Bazen o okur ben dinlerim, bazen ben okurum o
dinler. ("... yanımda tin tin eder? Bil bakalım nedir?" diyesim geldi
ve kendimi tutmadım, dedim de sanki! Ki; kendisi benim çocukluğuma tekabül eden
ve dedemin bıkmadan usanmadan sorduğu bilmecelerden biridir: 'Ben giderim o
gider, yanımda tin tin eder!? Tabii ki -baston- akıllım?! )
Dağılmayalım
lütfen... Devam...
Okumayı
diyordum, seviyorum. (Seviniz, sevdiriniz!)
Veee ne anlatacağımı hatırlıyorum.
Hihi...
Bir gazete
haberi okudumdu epey bi' önce, internette. Aklımda kalmış.
Baktım
başlığa; ‘Hım…’ dedim, ilgimi çekti içeriği. Daldım içeriye... Ve fakat İçerik;
dışarık’la alakasız?! Hayır, biliyorum haber başlıklarının tık’lanma oranını
arttırmak için böyle yapıldığını. Lakin bu, o da değil! Başka bir şey!
Ünlü ve yerli / yabancı önemli ödüller almış bir yönetmenimizin
sözünü almışlar, sözün içinde geçen kelimeleri kafalarına göre yorumlamışlar.
Cümle başka bir şey ifade ediyor fakat içindeki kelimeler itibariyle murdar
olmuş yazık. Görmüş müdür acep yönetmen? Yahu, ne gerek var bunlara, sinir
stres yaratmaya? Çok gıcık! Ay...
Zaten sırf o
mu? Bir haber başlığı görüyorsun, fotoğrafına bakıyorsun ve açıyorsun okumak
üzere. Bir de bakıyorsun ki; ne demişler, ne yapmışlar, ne yazmışlar da bizi
çileden çıkarmak için nasıl uğraşmışlar, onu görüyorsun?! Mutsuz oluyorsun durduk yere...
Neyse efenim, haberi okudum söz ile kel alaka olsa da… Çünkü ilgi alanıma giren bir konudan bahsediyor idi… O bağlamda bahsettim bu sinir konudan. Oradan yola çıkarak da aklıma geldi anacım, paylaşayım bari dedim düşüncelerimi; ne kadar çok yalnız insan var değil mi? Evet. Var ve bu oran gitgide çoğalıyor.
Son yıllarda
da hatırı sayılır oranda artmış ve sonuç itibari ile neredeyse milyon
küsur’ları geçmiş rakam olarak. Tek kişilik hanede yaşayanların yüzdesine
bakıldığında ise; kadınlar çok daha fazla. Neden acaba? Nedir bu durum Allahınsen?..‘Erkeklerden
hayır yok, en güzeli yalnız yaşamak’ mı diyoruz acaba?
Genelde
30-64 yaş arası kişiler imiş yalnızlar grubundakiler. Lakin ‘yalnızlık’ sayısal
olarak ölçülüp biçilecek bir şey de değildir ki?!
Yalnızlık; bazen bir seçim, bazen de belki kaderimizdir.
Lakin her zaman ‘kimsesizlik’ manasına gelmez. İnsanın kendiyle baş başa
kalmasıdır bir nevi… Yani aslında sadece bir ‘hissiyat’tır. Büyütülecek bir şey
değil! Tekil olmak da değildir, çünkü etrafı insan doluyken de yalnız hissedebilir
insan.
Biliyoruz da söylüyoruz akıllım...
Demek ki iş kalpte bitiyor. Kalbimize dolan his; kimsenin bizi anlamadığı, kimseyle
konuşmak görüşmek istemediğimiz, bir tuhaf boşlukta olma hissi ise, evet
yalnızız. Bir başına otururken dahi, mutsuzluğa dair en ufak bir hissiyatımız
yoksa, yalnızlığımız ile iki iyi dost olmuşuz demektir. Yani yalnız değilizdir.
(Buyur
buradan yak)
Yalnız olmak
da, yalnız kalmak da bize bağlı o zaman?! Yalnız olmayı seçmek, kişinin en
doğal hakkıdır. Ve hatta bir ihtiyaçtır ve gereklidir. İnsan arada kendine
kalmalı; hesaplaşacak – tartışacak – eleştirecek – çıkardığı derslerden aldığı
tecrübeleri paylaşacak – öğütler verecek – gerektiğinde azarlayacak ama illaki
sevecek vakitler yaratmalı kendine kendiyle…
Aynı evin içinde, yalnız ve kendine kalabilmeli insan mesela
diğer bireylerden ayrı. Tabii. Eşimle pek
güzel başarıyoruz bunu 7/24/365... Gerçekten. O yüzden kendisini gönülden
tebrik ile takdir ediyor, başarılarının devamını diliyor, her eve lazım bu
güzel adamı ve ‘insan’ gibi insanı tatlış yanaklarından öpüyor, her bi’ iş gelen
ellerinden sıkıca tutuyor, acık nezle olup mızmızlandığında dahi bağrıma basıyor,
her zaman sonsuz sevgiyle kucaklıyor, ‘iyi ki varsın be ya’ diyorum...
Ay, ben ne diyorum? ツ
Dur, dur, sinir olma hemen... ‘Ay, iyi ki bi’ kocası varmış
bunun da...’ deme hemen... İçimden geldi, sevgim depreşti, ne ka güsel senin
ile paylaştım işte heyecanımı canım okur. İvit...
Yalnızlık
diyordum... Hah..
Kendisi pek
hoş sohbettir bir kere. Vallahi...
Hep
doğruları söyler sen dinlemek istemesen de ve canını acıtacak da olsa. 'Dost'
gibi yani?! Ayrıca da iyi bir dinleyicidir. Sana kendine yetmeyi öğretir, öz
güvenini yükseltir. Kuvvet verir. Sana, sen olmayı öğretir. Çünkü bilirsin ki
yalnızlık, senin sen gibi olmanı sever. Asla yargılamaz, olduğun gibi görünmeni
kabul eder. Böylece sen de en doğal, en yalın halinle görünürsün ona.
Birbirinize güvenirsiniz. Birbirinizin sırdaşı, dostu, en yakın arkadaşı
olursunuz sohbeti koyulaştırdıkça… Yani aslında, tek başınayken de yalnız
değildir insan aslında…
Bir huyu da
vardır ki; aynaları sevmez. Çünkü gösteriverir bedbahtlığını, acizliğini,
çirkinliğini, bezmişliğini, vazgeçmişliğini aniden gözlerinin içine içine. Ha,
dost olduysan yalnızlığınla o da barışıverir hemen aynalarla, hakkını yememek
lazım. Demek ki, iş yalnızlığınla dost olmaktan geçiyor vesselam.
Kimi insan
alışıktır uzun zamandır yalnızlığıyla yaşamaya
Kimisi sudan
çıkmış balığa döner bir anda yalnız kalınca
Bazısı kaçar
insanlardan, hep yalnız olmak ister
Bazısına da
ara sıra gelir o kaçma hissi, kalır kendiyle şöyle bir rahatlar, döner
kalabalıkların arasına
Kendiyle
konuşturur kimisini yalnızlık, kimi de hiç kimseyle tek laf etmek istemez
günlerce
Bir
sevgilisinin, kocasının – karısının olmamasıdır bazıları için ‘yalnızlık’
Hayatında
biri olduğunda bütündür. Yoksa yapayalnızdır, yarım’dır, eksiktir kimsesiz
Bilmez çünkü
aslında , yalnızlık ‘kimsesizlik’ değildir!
O sadece
‘tek’ olmaktır, tek başınalıktır, tekil kalmaktır
Bilmez
aslında, öyle de çift’tir, beraberdir, çoğul’dur insan oysa ki, kendiyle ve
etrafındakilerle
Anlamaz
aslında, bedenin değil ruhun yalnız kalmaması gerektiğini
Bazen ne
idüğü belirsiz bir histir yalnızlık.
Bazen
‘cuk’tur, oturuverir bünyeye.
Bazen
kiracı, bazen sahip’tir. Kalıcı da gidici de olsa, iyi ya da kötü yan etkileri
vardır.
Her bünyede
farklı tepkimelere yol açar.
Bu da
kişinin ne kadar kendi olduğu, ne derece pozitif baktığı ve ondan ne anladığı
ile alakalıdır. Sen ona iyi bakarsan, o da sana öyle bakar.
Esasen bu kadar basittir yalnızlık ile anlaşmak.
Ne kadar çok
‘yalnız’ız ayol?
Bir kaçış,
zorunluluk, hissizlik, sevmeme – sevilmeme, tercih, özgürlük, bağımsızlık,
tahammülsüzlük, hazımsızlık, kıvamsızlık halini aldı artık çoğunlukla.
Teknoloji ilerledikçe, hayat yeni gelişmelerle – icatlarla kolaylaştıkça ve
fakat kişiler asosyal bireylere dönüşüp iletişimsizlik arttıkça, yalnızlık da
mı arttı ne?
Ne idüğü belirsiz bir sahipsizlik, kimsesizlik, amaçsızlık
hüküm sürmekte elini kolunu sallayarak etrafta
Sanırım özgür olmak ile bağdaştırıyor bazısı da yalnız
olmayı. Oysa özgürlük; karşılıklı sevgi ve özellikle saygı demektir. Yani
yalnız olmaya gerek yoktur özgür olmak için. Anlayış, hoşgörü, saygı
birleştiğinde beraber yaşayan insanlar da gayet rahat özgür olabilirler.
Biliyoruz da söylüyoruz akıllım...
Kısa süreli
geçici durumlardaki yalnızlıklar aşılır. Hatta iyi gelir bünyeye. Önemli olan
ömrünü yalnız geçirmemektir. Yani sosyal olmak, sevmek – sevilmek ve sesini
duymak istediğinde birini bulabilmektir esas konu. Yalnızlık bir rakam değildir
ki, tek kaldığımızda ‘yalnız’ sayılalım ya da üç – beş kişi olduğumuzda
sayılmayalım.
Bir hissiyattır sadece. Bu kadar basit ve birlikte yaşanası…
Yalnızlığın manasını kavrayamamış, hissedememiş, kendiyle
kalmayı becerememiş insanlar yanlışlar yapar bazen ellerinde olmadan veya
bilinçaltlıklı…
Gerçi gayet güzel yalnız olabilenler de zaman zaman hatalara
izin veriyorlar istemeden de olsa.
Ne de olsa insanız değil mi?
Yalnızlıktan,
boşluktan, can sıkıntısından, iyi – kötü demeden bir ses bir nefes duyma
ihtiyacından, ondan ya da bundan, işte bir şekilde yapıyoruz saçmalıkları
sonradan kendimize kızacağımızı bile bile.
Lades mi? ‘Hayır, aklımda!’
diyemiyoruz her daim…
Bir bedende
kanıyoruz yalnızlığımızın susuzluğuna bazen…
İnternet'in
başına geçip sanal mutluluklar arıyoruz kimi zaman…
Çenemize
vuruyor bazen de, aslında pek de göresimiz gelmeyen birini arayıp konuşuyoruz
saatlerce…
Alıyoruz başımızı
çıkıyoruz sokaklara, düşünmeden taşınmadan, umarsızca, sabırsızca alışverişler
yapıyoruz gereksiz yere…
‘İşkolik’
oluyoruz, başarıdan başarıya koşarken mutlu olmayı unutuyoruz…
Her bir şeyi
tüketiveriyoruz, tatminsizliğimizin biletini yalnızlığımıza kesiyoruz…
Ya deli gibi
sosyalleşiyoruz vıcık vıcık ya da içimize kapanıp ‘asosyal’ oluveriyoruz
farkında olmadan…
Hem diğer
insanlara muhtacız her yönden, hem de onları istemiyoruz kendimizi
yalnızlığımıza iterken…
Nörotik karakterler olup çıkıyoruz gün geçtikçe.
Erkekler bir
alem, kadınlar başka bir alem anacım. Kendine uygun bir eş arama çabası içinde
boğuluyor insan çoğu zaman.
Sokağa çıktığında, her an suratına bir yumruk atma
isteği varmış gibi birbirine bakan, hep acelesi olup sabrı olmayan mutsuz ve
nefret dolu insan topluluğuna karışmamak için, asosyal olup çıkıveriyorsun
farkına bile varmadan. Kendi dünyanı yaratıp, orada kendinle mutlu mesut
yaşamayı umuyorsun. Bazen de bulduğun, aşık olduğun, sevdiğin, güvendiğin insan
şaşırtıveriyor seni bir gün. Hiç beklemeyeceğin şeyleri yapıveriyor sen bahtına
yanarken. Ondan sonra da, hooop yine ‘yalnızlık ömür boyu...’
Örneğin, mesela, misal olarak, farz-ı misal
yani; son dönemde “Ahmet Kural’ın Sıla’ya baktığı gibi” ona bakan bir adam bulmayı
dileyen nice kadının, kuralın bozulmasıyla gönlü yaralandı ya hani?!. Çünkü; güçlü, kendi dünyası ve
öz güveni olan güzel bir kadın yaralanmıştı. Ve o nice sıcak bir bakış bekleyen umutlu
ve özlemli kadınlar yine yalnız kalmıştı.
Ekonomik durumu, tahsili, şan-ı
şöhreti, titri, fikri ve zikri ne olursa olsun bir erkek; bir kadına sözlü,
fiziksel, psikolojik,vs. şiddet uygulayamaz. Kendi acizliğini bastırmak için, ‘güçlü’
görünme çabasıyla kuvvet uygulayamaz! Nokta!
Sonunda yalnız kalan erkek olur aslında. Çünkü kadınlar artık daha cesur, bilinçli ve
akıllı. Susmuyorlar, haklarını arıyorlar. Gereksiz ruh ve hacim fazlalığı
bedenleriyle güzelim dünyada yer işgal eden heriflerle olacaklarına, kendi
ayakları üzerinde yalnız ama mutlu olmayı tercih ediyorlar.
Tabii bu bahsettiğim olayın içini tam bilemeyiz ama görünen o ki; ortada
bir yanlış var! Kim, ne kadar yanlış bilemeyiz tabii ama durum görünen gibiyse diye yorumluyoruz sadece.
Nereden nereye işte, laf lafı açıyor ama içimiz açılmıyor be
aman!.. Neyse... Nerde kalmıştık?
Yalnız ve
özgür olmak mı, yalnız ve emniyetsiz hissetmek mi?
Hangisi
yalnızlığı daha iyi tanımlıyor? Bilemiyorum.
Fakat daha
önce de belirttiğim gibi, ben özgürlüğün illaki yalnızlıkla geleceğine inanmak
istemiyorum. Ve fakat bir emniyetsizlik duygusu da vermiyor değil. O yüzden
ikisine de ne ‘evet’ ne de ‘hayır’ diyebilmiş değilim!
Bazen, başkalarından farklı olduğumuzu düşünüp yalnız
kalırız veya yalnız kalmaya itiliriz. Çünkü kimse kendinden olmayan, kendine
benzemeyen birini ya da bir şeyi bağrına basmaz bizim toplumumuzda. Genelde bir
saygı söz konusu değil, insanları oldukları gibi kabul etme hoşgörü ve empati
yeteneği yoksunu bir milletiz. Kaldı ki bu da apayrı ve incelenmesi gereken bir
konu…
Kişiler
arasındaki diğerlerini ‘kategorize etme’ durumu da ister istemez yalnız kılıyor
insanı. Müdür memurunu, patron işçisini, üst ast’ı, müşteri garsonu, küçük
gördüğü sürece aradaki mesafeler büyüyor ve insanlar arasında adım atmaya
korkulacak uçurumlar oluşuyor. Ve herkes kendi tarafında yalnız kalıyor…
Bunun ise bir çözümü yok.
‘Sevgi – Saygı – Kardeşlik’ desem şimdi;
‘Ne o, bir şarkı adı mı?’ diyen olacaktır kesin!
He he... Şarkı, he...
Ben şarkımı
söylerken istersen sesi açarsın
İstersen
kısıp, bunu da yok sayarsın
Kim bilir
belki gülümser belki de ağlarsın
Yüreğimdeki sesleri susturamazsın !...
'Ferah' gönüllü ve 'Havada buhar durumundayken gecenin
serinliğiyle yerde ya da bitkilerin üzerinde toplanan su damlacıkları' gibi
gönlümüze düşen dizelerle bitireyim diyorum yazımı, dört dörtlük olmasa da bari
en az yarısı kadar mutluluklar dilerken kıvamında yalnızlara, tadında
yalnızlıklara...
Planların,
isteklerin ve hayallerin gerçekleşsin istiyorum can-ı gönülden, güzel okur. Ve bunlara
sevdiklerinle birlikte kavuşmanı diliyorum.
İklim'in
Dora'n
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder