Kategoriler

22 Aralık 2011 Perşembe

Bu Ne Ya?



                              Birini tanıyabilmek için ne yapmak lazım? 
                                                    Bilmiyorum... 
                                 Bilen varsa bi zahmet söyleyiversin.
                                   
"Birini Tanımak İçin Evine Gitmeniz Yeterlidir" konusu da var ki bi göz at derim!

http://iklimdora.blogspot.com/2011/08/birini-tanimak-icin-evine-gitmeniz.html )


                                                Hadi Buyur bakalım...

 Anacım, görünen ile esas olan farklı çıkıyor her seferinde. 
Bu yaşa geldim,  hala insanları tanıyabildiğimi sanıp yanılıyorum.
Hangi yaşa mı? İşte 'bu' yaşa! Hatuna yaşı mı sorulur ayol? Aa... 

Şaka şaka, bana sorabilirsin, valla... Hatta ben yarım yıl fazladan bile söylerim daha girmeden yenisine... Geleceği söylerim yani... Yok, öyle geleceği değil; Haşa... Nerden bileyim yahu geleceği? Kimse bilemez de konumuz bu değil, niye saptırıyorsun ki şimdi? Daha en başta sinirlendiriyosun beni?! 
Hayır, tanımayan da bilmeyecek mülayim bi hatun olduğumu, sinir küpü bişey sanacak?! 

Nerde kalmıştık?
Hah... İnsanları tanıyamamaktan muzdariptim... Evet...

Aslında gördüğümle, 'görmek istediğim' yer değiştiriyor. 
Tabii tabii ondan oluyor bu "Tanıyamamışım" teranesi! 
'Hay babanın şarap çanağına...' deniyor sonra da tabii... Tabii...

Tanışıyorsun, ona belli bi' vakit ayırıyorsun. Hatta başka zamanlardan bile çalıp, ona veriyorsun. Vermiyor musun, veriyorsun?! Hiç öyle 'vermiyorum' deyin kandırma beni de kendini de... 
Sonracığıma belli bir kişi profili çiziyorsun kafanda ona oturtmak istediğin. A be salak, kişi zati olduğu gibi karşında. Ne diye hipotezler üretip;
 "Bu kesin şöyledir, böyledir, şunu yapar-yapmaz, bu tipler hep öyle olur, şunu dersem bunu anlar, onu yaparsam bunu söyler, bla bla bla..." deyip durursun yahu?
Sonra da bu hipotezi destekleyecek kanıtlarla kendi karşına çıkarsın. Lakin karşına çıkardığın şeyler hep olumsuz olur. Çünkü ancak hatalarını görebilirsin karşıdakinin böyle yaparsan. Tabii canım.

Ya bi sus... Bi bırak insan evladı nasıl görünmek istiyorsa, bi izle, bi gözlemle, bırak hipo'yu mipoyu!
Ama daha önce yaşadığın hayal kırıklarını aldırmadığın için, yıpranmış durumda bünye. O yüzden savunmaya geçip, kendini sözde bi çeşit korumaya almak istiyor. İvit...

Nerden geldiği meçhul bi düşünceyle, eksik ve hatalı yönlerine bakıyorsun tanımak adına. Hani komplo teorileri üretiyorsun, en kötüsünü düşünüyorsun ki; sonuç olumlu çıkarsa extra sevinesin diye! Allahım... Sen akıl fikir ver biz kullarına!
Korkma, bak ve görmeye çalış güzelliklerini. Güven... Nereye kadar güvenmeyeceksin, nereye kadar göz ardı edeceksin iyi yanlarını, di mi ama? AllahAllah ya...

Bir de kimi, ne için tanımaya çalışacağımız önemli. Tabii canım. 
Şimdi... 
Tanımaya çalıştığın kişiyle ilişkin ne olacak? 
Arkadaşın mı, sevgilin-eşin mi, iş partnerin mi olacak mesela? Hepsi için ayrı ayrı kriterler, koşullar, tanılar koyacaksın. Genel bir uyarlama yapacağın şeyler de var elbet lakin, ilişkinin boyutuna göre aradığın özelliklerin önem sırası ve boyutu da değişiyor.
Sevgilin-eşin olacak birinde daha önemli mesela... Hayatındaki yeri ne olacaksa, oraya konduracağın şeyler farklı tabii...

Test'e tabi tutarız insanları. Yine ilişkinin durumuna göre değişiklik gösterir tabii testler. Yazılı mı, sözlü mü, uygulamalı mı olacağı o an belli olur. Ne bileyim işte; maddiyatına bakarız, statüsüne bakarız, karizmasına bakarız, cinsel yönden bakarız, tabiatına bakarız... Bakarız oğlu bakarız... 
Bunlar, o insan hakkında bize ip uçları verir. Fakat ipin ucunu kaçırmamak da lazım... ツ 
Çocukluğundan toplum içindeki yerine, öz güveninden söz güvenine hepisi bir bir çıkar ortaya. Hepisi pisine de inanırız, inanmak isteriz bazen test sonucunun doğru çıkacağına. Ya da görmezden gelip, bilinmeze gidebiliriz bilincin altından üstünden. 

Aha bir de o "Ön yargı" denen zımbırtı var. Ne fenadır, ne pistir, ne gereksizdir, ne ukaladır, ne verimsizdir, ne iğrençtir, ne ...  Ay şiştim. Tu kaka'dır velhasıl. Olmamalıdır, oldurmamalıdır!
"Öngörü" olmalıdır. Bir de "Görünen Köy" vardır ki; adı üstünde görmelidir, görmezden-duymazdan-bilmezden gelmemelidir. İvit...

Şimdi gelelim tanımaya çalıştığımız insanla neler yaptığımıza... ツ 

*Öncelikle onunla tartışma ortamına girdiğimizde, kendi fikrimizi empoze edip kabul ettirmeye çalışmaktansa, dinleyip anlamaya çalışarak ne demek istediğine bakmalıyız zannımca. 
Bir uzman'a sorsak, o da öyle der eminim. Der tabii canım. Uzman bu, boru mu? Biliyor da söylüyor 'Bilim İnsanı'. 
Biz de söylüyoruz da uzman olduğumuzdan değil, lakin biliyoruz, tecrübe etmişiz ki söylüyoruz canım. Aa... ('Biz' kimiz Lan?)
Bi sus da dinle adamını satayım... 

*Mesela, örneğin, misal olarak, diyelim ki, farz-ı misal; para ile kafayı bozmuş biri karşıdaki şahsiyet. Para bir şekilde gücü temsil ettiği için, şahsın diğer mevzulardaki yetersizliklerini örtbas da eder ayriyeten. 
'Ne ka ekmek, o ka köfte'... Ne kadar paran varsa, o kadar güçlülük duygun olur. Alır o duyguyu, başkalarına gösterirsin;
'Para bende, derman bende, güç bende, ego bende' dersin! Havaya girersin...
Ahan da böyle biriyse, 'nerde tırak - orda bırak' demek isterim ben mevzuubahis kişi için. Hatta dedim bile. 

*Mesleği her ne ise, statüsüne-kariyerine binaen arka kısım kalkmışsa indirmeye çalışma, uzaklaş hafifi hafifi... Ne uğraşacaksın Allahını seversen? Tamam iyi ve hoş bir şey konumunun yerinde olması. İvit. Lakin bunu sınır göz etmeksizin, uğrunda bir çok şey feda edecek kadar arzuluyorsa sakat! Seni de feda eder bi'gün. Valla bak...

*Hayatını para kazanıp - biriktirip - harcamamaya adamışsa, adama ömrünü ada-ma derim. Har vurup harman savursun da demiyorum tabii lakin ölümlü dünyada dini - imanı 'para' olmuşsa sakat! Başarılı olarak mutlu olamıyor da kenarda köşede duran banknotlarla mutlu oluyorsa, gitsin onlarla yatsın - kalksın, benim de sinirimi zıplatmasın durduk yere... Gerçi cimriler iyi insanlardır kı... O ölünce sana epeyce bi'şeyler kalsın diye çırpınıyo yazık...

*Tanımaya çalışırken, genelleme yapmamak lazım. Gerçi her zaman için geçerli bu durum ama... 
"Bu da diğer erkekler-kadınlar gibidir, şöyledir, bunu yapacaktır kesin, şunu diyebilir başkaları gibi, vs...vs..." 
I-ıh... Bunu dememek lazım. 

Mesela ben; hep gülümseyen - zor sinirlenen - hep tolere eden, alttan alan üstten giren biriysem; bu benim genel manada 'mülayim' olduğumu göstermeyebilir?! Fakat bunun yanı sıra ani bir sinirle bağırıp - çağırmış olmam 'agresif' biri olduğumu göstermez. Çaktın köfteyi?
 (Ne anlatıyorum Lan ben?)

Misal; yarım saat - bir saat sohbet ettiğin biri karşında ezilip büzülüp, sürekli gülümseyip 'canım-cicim-balım-aman efenim-canım efenim' diyorsa, nazik tavırlar sergiliyorsa; bu da onun genelde 'kibar' biri olduğunun göstergesi değil! Rol yapmadığı diğer zamanlarda öküzün teki olabilir. Anladın? 
(Anlamadıysan da çok da fifi anacım)

O yüzden genelleme yapmamalı. Bir anlık tepki, genel tutum ya da süreklilik arz eden bir davranışı mı bilemeyiz. Zamana yayıp, anlamaya çalışmalıyız ön yargısız.
(Psikolog olaymışım ya ben?! Yok yok… Olaymışım da şişe şişe dolaymışım başkalarının derdiyle? Vaşş… Sonra ben arardım artık köşe bucak bi' psikolog, açılayım ona!)

*Her bir Allah'ın kulu yalan söyler. İllaki. Beyazı, siyahı, zararlısı, zararsızı, kaybetmemek, ilgi çekmek, kabul görmek için söyleneni, intikam dı, ot du, bok du, püsür dü diye sallananı, kendi bile inandığı için sarf edileni, hatta sırf ego pohpohlamak için olanı bile var... Biliyoruz da söylüyoruz herhalde... 
Ama önemli olan; karşımızdaki kişinin yalan söylediğine inanıyorsak, neden söylediğini anlamaya çalışmaktır. Tabii canım. 
Onu yargılamamamız için, yanlış anlaşılmak istemediği için, bizim nezdimizde kabul görmek için mi yoksa bizi salak-saftirik gördüğü için, bağlama çekmek adına, dolandırmak-bulandırmak için, duygularımızla oynayıp alıcılarımızın ayarını bozmak için mi olduğunu ayırt etmemiz ilazım şekerim... Bakıcaz; fikri ile zikri bir mi? Söylediği şeylerin tutulur bir yanı var mı? Varsa, tutacaz, bırakmayacaz...

*Senin için önemli bir konuyu anlatmaya ve cevap almaya istekli olduğunda, bak bakalım ne yapıyor? Alıcı kulakla mı dinliyor, kulak ardı mı ediyor, ne diyor? 
(Christian Dior!.. İvit iğrencim...)

Cevaplamaktan kaçıyorsa, kovalamayın. Gaz'ı vardır muhakkak, stres yapar. Biliyor çünkü, verecek cevabı yok eşşoğlusunun... Yeterli ve istediğin şeyleri söyleyemeyecek, bi'tarafından bi'şeyler uydursa uyduramayacak, biliyor. O yüzden geçiştirip; 
"Aman canım şimdi sırası mı, sonra konuşuruz" der veya işi şebekliğe vurup gönlünü almaya, lafı karıştırıp lagaluga yapmaya çalışır.
Aldanma bak buna! Kendi kendine bi dur düşün, sorgula. Her seferinde bunu mu yapıyor? Hah... Yol yakınken, kes biletini gitsin. Böyle sürer gider çünkü durum. Bakacak sen de çıt yok, sineye çekiyorsun, göz ardı ediyorsun, alışkanlık yapacak sıpa'da bu tavır. Eşşek sıpası ya... Koyver gitsin...

Hım... Bir de dipnot: 
Önem arz eden konuları stresin yaşandığı veya sinirli olduğunuz an değil, sakin bir anınızda ve uygun ses tonuyla konuşursanız biraz daha etkili olabilir. Hem karşıdakinin stresini de azaltmış olacağınız için, doğruları alma oranı artar. 
Kesin bilgi, yayalım arkadaşlar!..


                                            

       

Vallahi şiştim ha... Çok sıkıcı bu konu... Ya niye bunları anlatmak, dinlemek, konuşmak zorunda kalıyoruz hala anlayamıyorum. Bi' insan olun da, artık öğrenin şu iletişmeyi yahu... 

Bir de karşıdakinin doğal davranışlarını, sanki senin inadına kasten yapıyormuş gibi algılamak var ya?.. Bitiyorum orda ben. Lan, bi bırak olduğu gibi olsun zat-ı şahaneleri, değiştirmeye çalışma işte. Ha, kötü-olumsuz bi özelliği-huyu-suyu vardır. Onun da yararına olacaktır, ona eğil. Ama değiştiremeyeceğin kişisel, karakteristik özellikler var canım. Beğenmiyorsan, hiç girme iletişime, salak mısın?

Yok;
 "Sen bunu dedin fakat aslında şunu demek istedindi, biliyom ben!"
"Şöyle davrandındı da aslında böyle yapmak istiyodundu ama biliyom ben!"

Bi'bok bildiğin yok evladım! İşte hep bunlar o izlediğin salak sepelek Tv dizilerinin eseri. Bakıp bakıp entrika kuntrika çeviriliyor sanıyorsun hep ilişkilerde. Rahat ol acık. Güzel insanlar da var bu dünyada.

"Beni anlamıyorsun, şöyle yapıyorsun, bunu yapmıyorsun, bla bla bla..." diyeceğine, acık da kendine baksan diyorum insan evladı?!
Ciddi söylüyorum, aslında kişinin kendini iyi tanımamasından da kaynaklanıyor karşıdaki ile olan iletişim bozukluğu. Valla bak...

"Adamını satayım, neymiş ki bu 'Kendini Tanımak' teranesi" diyorsun di mi? Deme!
Ne sen sor ne ben anlatayım diyeceğim ama dayanamam ben anlatırım şimdi. Yorma kafanı sen...

*Öncelikle kendine yalanlar söylemeyeceksin. Neyse o. Başkalarını kandırabilirsin lakin kendini kandırmaya çalışma. Olan yine sana olur.

*Hayatı bölümlere ayır. Ev-iş-eş-dost-sosyal yaşam-siyasi görüş vs... Her birinde başka birisin aslında. Kendine kaldığında veya arkadaşlarınla olduğunda nasıl davrandığını, ne yaptığını düşün. Farklı değil mi? E, doğal tabii ama her bölümde kendin gibi olabilsen keşke?! Zor, biliyorum...

*Bir sorunu oluşmadan bertaraf edebilsek keşke ama her zaman olmuyor. O zaman sorunu başladığı andan itibaren yok etmeye çalışmalısın. 
Hani göğsün ağrır ağrır da; "Aman canım gaz sancısıdır..." dersin, önemsemezsin, geçiştirirsin de bi' daha bi' daha olduğunda 'yusufyusuf' diye kıstırıp kuyruğunu bi tarafına, kalp krizi geçirmene ramak kala yetişirsin doktora? Hah, işte bunun gibi olay. Göğsün bir ağrıdı geçmedi, ikinci de bir an evvel git doktora. Maazallah ihmale gelmez...

(Benim kanka öyle yaptı işte anacım. Zor yetiştirdik geri zekalıyı hastaneye. Ulan eşşek kadar adamsın, her boku biliyosun da, sağlığın söz konusu olunca ne diye "Adam sen de" diyosun sığır?!  Ne tırstımdı, sen koru yarabbi... Hayır seviyorum keratayı, sonuçta otuz küsur yıllık çocukluk arkadaşı. İnsanın sevdiklerini kaybetmesi ne acı bir sınavdır Allahım...)

Sonuçta ölümlüyüz anacım. Lamı cimi yok... Öyle ya da böyle gidicez hiç beklemediğimiz, hiç istemediğimiz bi vakitte... 
Ne garip bir şey değil mi şu 'Ölüm'???
Ölüm'de, Dirim'de bizler için... O yüzden ne gerek var anacım şu hakkat kısacık hayatta birbirini kırmaya, üzmeye? Yapmayın anacım, etmeyin, eylemeyin.

O değil de, ne anlatıyorum Lan ben? Konumuz neydi adamını satayım? 
Amaaan... Boş veeer, neydiyse ne... 
Dur ben bi çay koyayım en kırmızısından, kokulu-bergamotlusundan mis gibi...
Bir de uykum geldi ki sorma... Zati niye de sorasın, o da ayrı?! Hayır, kalkmadım ki kaç saattir şunun başından. Ne biçim vakit geçiyo di mi şu meretin karşısında?

Haa... Geçiyo tabii... 

Hadi ben bişiler yazıyorum ayağına oturuyorum burda bi bok biliyomuş gibi, sen n'apıyosun şekerim? Kaldır poponu da bi gün yüzü gör, git bi nefes al, yemek ye, gez-toz, bi film izle, tembel tembel uzan kanepeye şekerleme yap da gözün dinlensin... Tabii... 
Maazallah pek zararlı bu Pc ekranı, biliyosun di mi? 
Biliyosun da işine gelmiyo?! Yahu, onu bırak, o kadar zararlı şey var ki etrafımızda ister istemez maruz kaldığımız, bi de bu oluversin n'olucak yani, di mi?
Ha... Di tabii... Kandır kendini sen... Ana... Bak konuyu bağladım...

Kendini kandırma, kendine yalan söyleme, karşındakini alıcı kulakla dinle, anlamak istediğini değil onun anlatmak istediğini anlamaya çalış, değiştirmeye değil devşirmeye çalış olayı-şahsı...

Hadi bakalım, bu yüce öğretiyi de bedavadan aldın, hadi yine iyisin seni köftehor...

O değil de biri bana 'Dur' desin. Ne düşük yahu benim klavyemin çenesi?
Şşş... Nereye... Bitmedi daha anlatacaklarım... Alooo... Kime diyorum?
Şaka şaka... Git tabii... Ben bile sıkıldım yav... Tamam sustum...


Dur bi' gideyim halkın arasına karışayım ben de, iki hava alayım, seveyim-sevileyim... 












26 Kasım 2011 Cumartesi

Söyle bana güzel kuş; O gün, Bu gün mü?


Ağlamak güzeldir de, sevdiğin birini kaybettiysen acıdır, çünkü içini acıtır. Ama yine de ruhunu dinlendirir, bir çeşit terapi yapar bedene ve ruha gözyaşları. 
Ne dayanılmazdır sevdiğinin ardından yaşadığın kaybetme duygusu. Biri öldüğünde, ardından ağlarız kaybımıza. Kendimizi bile kaybederiz bazen...

Ağlamak güzeldir de, bize yani geride kalıp yaşayan kişiye, onun da birgün öleceğini hatırlatır ya... İşte ondan ağlarız aslında.

Giden gitmiştir ve asla, kat-a geri dönmeyecektir. Bir Son'a mı yoksa bir Başlangıç'a mı gitmiştir? İşte bu cevabı bilemediğimiz ve hiçbir zaman da öğrenemeyeceğimiz için ağlarız.

Giderken bizden de bir parça götürmüştür sevdiğimiz. Ne demiş Aristo; "Dostluk; ruhun iki bedende yaşamasıdır"... Yani bizim ruhumuzdan da alıp götürmüştür birşeyleri... Çünkü ölüm, sadece yaşamı sonlandırır, sevdiğimizle aramızdaki bağı değil. Velhasıl yalnızca beden gömülür, dostluk değil. İşte bu yüzden ağlarız.

Onunla paylaştığımız en 'son şey' olmuştur ölüm... İşte onun için ağlarız.

Hayatı, yaşam şeklimizi sorgulamamıza sebep olur giden ve bu dünyada kalıcı olmadığımızı görür ağlarız halimize.

Elbette öleceğimizi biliriz fakat bunu kendimize bile söyleyemeyiz. Bizi bırakıp gitmesine inanamayız ama aslında "Birgün öleceğime inanmak istemiyorum" demek isteriz. Çünkü "ölümlü" olduğumuz gerçeğiyle yüzleşiriz. Ve bu yüzden ağlarız.

"Motrue vivos docent" der bir Latin Atasözü'nde. "Ölüler, yaşayanlara öğretir." Öğrenir ve ağlarız...

Ölüm; insan bedeninin bir çeşit inzivaya çekildiği ve kendini meydana getiren elementlerine ayrışarak, yeniden doğaya karıştığı bir olaydır. Ve belki ruhun da yeni hayatına uğurlandığı?!... 

Ne demiş ömer Hayyam; 
"Bulut geldi; lalede bir renk bir renk... Şu seyrettiğin yeşillikler, yarın senin toprağında bitecek."

Mevlana ise; Ölümden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönlündedir." demiş. 

Evet... Ölü bedenimizi gömüyorlar fakat bedenin yok olması gönüllerde ölmemiz manasına da gelmiyor demek ki...? Hani şu sevdiklerimizi kaybettiğimizde, içimizde hala bizimle yaşadıklarını hissetmemiz gibi mi? Çok zor çok. İnanmak - inanmamak, kabul etmek - edememek, öğrenmek - hala öğrenmemiş olmak... Zor ve derin mevzular. Fazla girersek çıkamayız.

Herhalde yapmamız gereken, ölümün varlığını kabullenmek ve kalan hayatımızı daha kaliteli ve anlamlı hale getirmeye çalışmak olsa gerek. En azından deneyebiliriz.

Budist Rahiplerin yaptığını denemeliyiz belki?... 
Her sabah uyandıklarında, sol omuzlarına dönerek orada var olduğuna inandıkları bir kuş'a; 

"Söyle bana güzel kuş, O Gün, Bu gün mü?" diye sorarlarmış. 

Böylece her güne, ölüm'ü hatırlayarak başlayıp iyilik ve güzellik dolu bir gün yaşamaya çalışırlarmış.

Sevgi Fakiri insanlar olarak, belki de daha çok sevmeliyiz herkesi ve herşeyi. 
İyilik gözüyle bakıp güzellikleri görmeliyiz, birer "Ölümlü" olduğumuzu hatırlayarak.

Bir ömre bedel hayat yaşamanız dileğinde ve ömürlük Aşk'lar bulabilmeniz arzusundayım. 
                                                                 
                                                        Ve farkındayım...








23 Kasım 2011 Çarşamba

Gelme Sevgili...Beraber Yaşlanmayacaksak, Gelme!



Gelme sevgili!  Boşuna gelme!  Tamam Afrodit gibi kadınım, evet ama istediğin zaman kırıp gideceğin taş kalpli (!) bi heykel değilim!

Gelme sevgili!  Boşuna gelme!  Tamam olgun bi kadınım, evet ama canın sıkıldığında sığınacağın bi liman değilim!

Gelme sevgili!  Boşuna gelme! Tamam sabırlı bi kadınım, evet ama ne yaparsan kabul edecek kadar Mevlana değilim!

Gelme sevgili!  Boşuna gelme!  Tamam şarap gibi kadınım, evet ama canın her çektiğinde içebileceğin bir kadeh şarap değilim!

Gelme sevgili!  Boşuna gelme!  Tamam kitap gibi kadınım, evet ama istediğin zaman rastgele bir sayfayı açıp okuyacağın kitap değilim!

Gelme sevgili!  Boşuna gelme! Tamam kapı gibi kadınım, evet ama istediğin zaman açıp girebileceğin Han kapısı değilim!

Gelme sevgili! Boşuna gelme! Tamam gencecik bi kadınım, evet ama yaşlanacağım ve benimle yaşlanmayacaksan, lütfen gelme!

BİTMEZ! ... :)



Yorgun Düşünceler...


Yorgun düşüncelerin biriktirdiği tortu ile semaya bakıp kendimi izliyorum yukarıdan… Düşüncelerin sesi olsa da anlatsalar... 
Biraz da sol yanımla konuşuyorum, hala kıpır kıpır hayret...
Derken, uzun bir yolculuğun kokusunu alıyor bedenim… Yakıtı ben, güzergâhı ben, nihayeti ben…
Pencereden izliyorum beni, yan yana seyahat ettiğim ‘zaman’, parmağıyla yetişebildiğim anlarımı gösteriyor heyecanla... Çok hızlı gidiyoruz.
Karşımda biraz tombulca bir "sıfır" oturuyor, o da bizimle geliyor, yanında bolca eşya getirmiş...
Benimse eski bir çuvalım var sadece, içine biraz ‘dirim’, biraz ‘hakikat’, biraz ‘hürriyet, biraz ‘iyi niyet’, bir de ne olur ne olmaz diye az biraz ‘hüzün’ koymuştum yolda acıkırım diye…
Gece ve gündüz birbirlerine sürekli ‘sıra sende’ derken daha önce hiç duymadığım ‘keşke’ istasyonu’nda duruyoruz, bu hiç olmazdı oysa…
Bu durakta aramıza simasını hatırladığım ‘nefs’ katılıyor, sürekli ofluyor nedense... Her ofladığında ‘sıfır’ ve ‘zaman’ kıs kıs gülüyorlar...Çuvaldan biraz hakikat alıp, uykuya dalıyorum... 
Uyandığımda ‘elbette’ diye cevap veriyorum, defalarca ne olduğunu hatırlamadan.
‘sıfır’, ‘zaman’ ve ‘nefs’ birbirlerine bakıp bir anlam veremediklerini ima eden mimikler sergiliyorlar...
Çuvala ‘öfke’yi koymadığıma sevinirken, ‘sabr’ı koymayı unuttuğum 
için çok öfkeleniyorum...
Güneş doğuyor…

Huzur mu dedim? Dünyaya gelmiş en ulvi insanin dahi huzuru yoktu, daha kendimle yüzleşemezken nasıl olur da huzuru aradığımı söylerim?  
Ey Suna kadını; hiç tanımadığın insanlar için düşüncelerinde dua için zaman ayırdığını farz et... Yalın adımlar atarak kapı gıcırtısını dinle, ne demek istiyor sence? Devasa bir süzgeçten geçsen, acaba tortu olarak senden ne kalır geriye? Ya geçemezsen, ya süzgeçten sonrası...
Bir tarafta terazi, diğer tarafta sen, hanginiz ağır gelir? Bir kez olsun kendine küfür etsen hangi küfrü söylerdin?

Uğruna, daralan vakitleri genişlettiğin anlarına bir bakar mısın,  nedir seni alıkoyan? Kâfi olanı elinin tersiyle itmene sebep olan nedir? Seni doyuracak tahta kaşığın boyutu ne olmalı, söyler misin?
Çok yakındaydı hâlbuki uzak gibi görünen değerler, içimize işlemişler habersiz… Çok basit bir tarifi vardı aslında huzurun. Bir kaşık deniz suyu, iki tutam bulut ve göz kararı toprağı karıştırmak yeterliydi...
Adını bilmediğim duvarlara bütün boyalarımı döküyorum… Oluşan şekillerle saatlerce konuşuyorum…
Karşıdan karşıya geçerken istem dışı gelgitler olur ya onlara sorun beni… Başaramadınız değil mi? Biraz daha sabredin, aynı filmi tekrar izleyeceğiz nasıl olsa...

Nedendir bilinmez ama sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilmez olduk, derinlerde kendimize söyleyemediğimiz gerçekleri bir başkasında arar olduk… Yaşam adına ne varsa hepsini ölümün içine gömdük. Çaresizlikten çareler üretip onlarla avunduk, sevgimizi parçalara ayırıp olmayan kalıplara sokmaya çalıştık. İhanet ederken ihanete uğradık. Böldük kendimizi, sonra da tekrar toplamaya çalıştık. Bir sonraki yalanımızı bile bile tekrar tekrar söyledik...

Nedendir bilinmez ama sahip olduğumuz kudretin kıymetini bilmez olduk, yarının ne getireceğini düşünmeden bugünü dünle geçirdik. Başkaları için başkalaştık. Verdiğimiz kararların sonuçlarına katlanamadık, çözümler yerine problemlerle uğraştık… 

Nedendir bilinmez ama sahip olduğumuz inancın kıymetini bilmez olduk, sırtımıza bize ait olmayan çuvalları yükledik. Kendimizden ziyade başkalarıyla barışık olmayı tercih ettik.
Saygıda kusur ettik, sevmedik... Oturup armudun düşmesini bekledik, bir başkası için dualar etmedik.

Nedenini bildiğimiz halde, bilmezden geldik ve bu şekilde katlayarak devam ediyoruz…




Ben Yine...





Akşam oldu hüzünlendim ben yine

Eve geldim,mal gibi oturdum kaldım ben yine

Canım bi'şey istemedi, sütü diktim kafama ben yine

Gaz yaptı biraz, 'niye laktozsuz almıyom ki' dedim ben yine

Çamaşır yıkadım astım balkona ben yine

Film mi izlesem kitap mı okusam dedim kastım ben yine

Kastım kendime mi, mal mıyım kasıyorum dedim ben yine

Mal gibi oturduğumu hatırladım, bunaldım ben yine

Bi kahve koydum, çarpıntı yaptı daraldım ben yine

Çaya talim, baktım aynaya boktandı halim, sıkıldım ben yine

Uykum kaçtı, insom-nia uyuyamaz ki diye düşündüm ben yine

Oturdum yatağa mal gibi, baktım yanım boş, üzüldüm ben yine

Kalktım tartıldım kemiksiz iki kilo vermişim sevindim ben yine

'Aşk bu boru mu' dedim, kendime konuştum ben yine

Buzdolabının önüne dikildim tekrar tırtıkladım ben yine

Süt içmedim bu sefer, zaten şişmişim senin derdinle ben yine

Gözümü açtığımda küvetteydim, sızmışım ben yine...

22 Kasım 2011 Salı

KİTAP HEDİYE KAZANAN OKUYUCU HADİSESİ



Güzel, yakışıklı, zeki, sevgi ve saygılı, içten ve samimi, harika FanFanlar...
Can'lar, Canan'lar...
Çok tatlısınız... Ne güzelsiniz... 

Bir süredir, kitabımı sizlerden birine hediye edebilmem için, bana kıvamında yalnızlığınızı yazmanızı istediğimi duyuruyordum... Harikasınız... 
Hepsi birbirinden hoş yazılar geldi... Seçim yapmak da zorlaştı tabii...
Ama takdir edersiniz ki kitap bastırmak epey alengirli ve zor bir iş.
O yüzden her birinize ayrı ayrı dağıtamayacağım... :)))
Ben de zorlandım ama birini seçtim...

Tam kıvamında anlattığı puding tadındaki yalnızlığı ile
Güzel FanFan NAZİK ALTINEL...

Bayıldım... Çok tatlısın... Klavyenin hakkıyla kazandın... Üşenmedin, yazdın...
Samimi, dobra ve içten satırlarını keyifle okudum... İyi ki varsın...

Şifa Niyetine Oku
İKLİM DORA

27 Ekim 2011 Perşembe

Ya Medet

Çok sevdiğim arkadaşlarım var benim;
Apayrı fikir ve görüşlerde,
Farklı tabiyette ve inançta,
Ayrı zevklerde,
Apayrı zihniyette,
Farklı bakış açısında olduğum arkadaşlarım...
Hepsiyle de çok iyi anlaşır, güzel vakit geçiririz.
Nasıl mı? Cevap:
SAYGI...
Karşılıklı sevgi, hoşgörü ve saygı ile...
Herkes, karşısındakini olduğu gibi kabul ediyor ve ayrılıkları birlikteliğe dönüştürüyor.
Zıt fikirlerini rahatça ve insanca tartışıyor, uzlaşamasa bile tadında yapıyor tavrını.
Aslında bu kadar basit... Karşındakinin de senin gibi yaşamaya ve sevilmeye hakkı olan bir insan olduğunu hatırlaman yeterli.
Sevmediğin birine bile, saygı duymuyorsan da göstermek zorundasın. Onu sevmediğin için, senin gibi olmadığı için yargılama hakkına da sahip değilsin.
Sevgi, her şeyin ilacı oysa ki.... Sevgisiz - Saygısız insanlar olup çıktık.
O kadar basit ki aslında tüm bunlar. Sevmeyi bilmek, bilmiyorsak öğrenmek yeterli...


Sevgi; değer vermektir, karşındakinin yaşam hakkına saygı duymaktır.
Sevgi; birliktelikten kuvvet almak ve bundan mutlu olmaktır.
Sevgi; hiç kimse için ayırımcılık yapmamaktır.
Sevgi; iyiyi - güzeli olduğu kadar, acıyı ve kederi de paylaşmaktır.
Sevgi; başkasının mutluluğundan haz almaktır.
Sevgi; karşıdakini mutlu ederek mutlu olmaktır.
Sevgi; insanı insan yapan en zenginleştirici duygudur. 


Bizim gibi olmayan, bizim gibi düşünmeyen, hoşlandığımız şeyden hoşlanmayan biri olduğu için karşımızdaki insanı yargılamamalı ve kendi kalıplarımıza girmesini istememeliyiz.
Düşmanca beslediğimiz kin, önünde sonunda bizi yiyip bitirecek ve insanlıktan çıkaracaktır. Kalbimizde kin - nefret değil, sevgi barındırmalıyız. Sevemediklerimize de saygı göstermeyi öğrenmeliyiz.
Bu hayat, ne sadece benim, ne de sadece sizin. Hepimiz bir şekilde yaşamımızı sürdürmek zorundayız ve o da sınırlı bir süreyi kapsıyor.
Bir gün elbet öleceğiz, aynı yerin altına gireceğiz. O halde, neden yerin altını üstüne getirmeye çalışıyoruz, kalplerimizi bir araya getirmek varken?


Sevgi - Saygı - Barış - Huzur dolu günler bizimle olsun...

Hayat Devam Ediyor

Hayat devam ediyor...

Ben heyecan kıpırtıları yaşarken sevinçle, başka birinin ödü kopuyor heyecandan...
Ben makarnamı domatesli mi peynirli mi yesem diye düşünürken, başka biri
ona pişirebileceği bir makarna verilir mi diye düşünüyor...
Ben üşüdüğüm için yumuşacık battaniyeme sarılırken, başka biri sarılabileceği hiçbir şeyi olmadığı için üşüyor...
Ben canım sıkıldığı için alışverişe çıkarken ağzına kadar dolu olan dolabıma atacağım şeyler almak için, başka birinin giyecek tek bir giysisi olmadığı için canı sıkılıyor...
Ben bir sevgilim olmadığı için kendimi yalnız hissederken, başka biri çok sevdiği kocasını kaybettiği için yalnız kalıyor...
Ben Tv de zapping yaparken aylak aylak ne istediğini bilmeden, başka biri istediği hayatı yaşayamadığı için program bile yapamıyor geleceğe dair...
Ben üç çift ayakkabımın diğer rengini de almak için mağaza mağaza gezerken, başka biri kaybettiği bacağına protez yaptırıp güzel bir ayakkabı giyebilmeyi hayal ediyor.
Ben mutluluktan uyuyamazken sabahlara kadar, başka biri yatacak bir yatağı olmadığı için sıcacık bir uyku çekemiyor...
Ben saçımı ne renge boyatsam diye kararsız kalırken, başka biri ansızın yakalandığı bir illetten dolayı saçsız kalıyor...
Ben yaşarken, başka biri bir yerlerde ölüyor...



Biri doğarken gelmek için yeni hayatına, başka biri diğer hayatına gitmek için ölüyor. Ve 

Hayat böylece devam edip gidiyor...






Türk Milleti olarak çok vicdanlı, duygusal, iyilik severiz... İyi hoş...
Lakin bi alemiz anacım... Alttan alttan başka duygularımız var esasen...
Öğretilen, dayatılan, empoze edilen, edindiğimiz duygularımız...
Ağlayana, güçsüze, ezilene acıyıp üzülüyoruz, evet...
Ama gülen, güçlü ve pozitif birini görünce sinir oluyoruz hasetimizden...
Evet öyle... Aynen böyle...
Milletçe şarkısından, dizisine, şov programından, evlilik zımbırtısına kadar nerde ağlak, nerde acınası, nerde zavallı, nerde bizden kötü durumda olanları görüyorsak onu izliyoruz, dinliyoruz... Evet, durum bu...
Acımayı, sevgi sanıyoruz... Ağlayanla ağlar görünüp, gülenle kahkaha atamıyoruz...
Başkasının mutsuzluğunda ahlayıp vahlıyor, mutluluğunu yuhluyoruz...
Evet, öyle... Parası olanın parasını haram kılıyoruz, parasını kaybedene 'helal olsun' diyoruz...
Ayıplıyoruz, kınıyoruz bilmeden etmeden tanımadan önyargılarımızla...
'Zavallıcık' diyoruz üzgün mimiklerimizle ve özel efekt oskarı görselliğimizde...
Bilmiyoruz ve öğrenmeye de çalışmıyoruz gerçek insan olmayı...
Acıların çocuğuyuz, acıların kadınıyız... Acılı seviyoruz her şeyi...
İsot'lu olsun istiyoruz hayatlar... Ama başkalarının hayatı tabii ki; onunla dertlenebilelim...
Lakin kendi yaşantımız cillop gibi olsun ha... Herkes bizden daha aşağıda, daha hüzünlü, daha kederli, daha muhtaç olsun ki; öğretildiği şekliyle -merhamet- duygumuzu tatmin edebilelim... Evet... aynen böyle...
Hiç bir zaman ve hatta kendimize bile itiraf edemesek de aynen böyle...
Bilmiyoruz sevmeyi de sevilmeyi de...
Vicdanımızı rahatlatmayı umuyoruz süslü tavırlarımızla...
Unutuyoruz üç beş zaman sonra acıdıklarımızı da...
Oysa kendimiz acınacak haldeyiz...
Bilmiyoruz...

30 Ağustos 2011 Salı

BİRİNİ TANIMAK İÇİN EVİNE GİTMENİZ YETERLİDİR! 'YÜCE ÖĞRETİ' İÇİN OKUMAYA BAŞLAYINIZ!


Yeni biriyle mi tanıştın? Adı üstünde yeni tanıştın ya, her bi'şeyi bilemezsin hakkında. En uygun zamanda evine gitmelisin. Valla... Bak nasıl sırıtıyo ya? Ayol, kalbin kötü senin, yakından tanımaya yardımcı olsun diye gidicen... Baktın asayiş berkemal, etraf süt-liman, şahıs very nice... O zaman Allah ne verdiyse, nasıl istiyosan öyle yap, durduğun kabahat! :)

Diyelim ki sohbeti ilerlettin, evine gitmeyi göze aldın... (Tabii, neyle karşılaşacağını da bilmiyorsun ki anacım, ne olur ne olmaz, yaşar ne yaşar ne yaşamaz... Di mi ama?) Eve girdiğinde ne hissettin hemen kapıda? Kendini daha baştan kötü hissettiysen ki enerjiden bahsediyorum, ardına bakmadan kaç! Baktın, hiç fena değil, yola devam... İçine dolan ılık huzurla otur şimdi kanepeye. 
(Bu arada gündüz ise sorun yok lakin gece ise ve ışıkları azaltıp, müzik koyduysa hazır ol niyet belli! Bi de film izlemek istiyorsa durum 'banko'dur. Yahu, sen de istiyorsan tabii ki sorun yok da konu o değil, niye dağıtıyorsun ki şimdi kafamı? Evini araştıracağız şahsın ya...)

İzzet-i ikramda bulunuyo mu, seni rahat ettirmek için elinden geleni yapıyor mu? Onlara bi bak bakalım. Eşyalarına bak, nesi var nesi yok ve neye önem vermiş bi incele. Mesela, playstation seviyordur ona göre düzenek kurmuştur ya da film manyağıdır homecinema gıcırdır ve yahut müzik delisidir katman katman ses sistemi mevcuttur? Akvaryum'u vardır belki? Gitarı filan? Toz-duman var mı etrafta, bi kadın gelmiş de temizlemiş gibi mi, yoksa günlerdir el değmemiş gibi mi? Bi bak, bi gör. Öyle mal mal oturma, incele. 

Çişe mi gitti? Hah... Hemen kanepenin altını üstüne getir, bak bakalım orasına burasına sıkışmış ona ait olmayan bi'şey neyin var mı unutulmuş ya da aceleyle oraya saklanmış? Sümük var mı kenarında kıyısında kurumuş? Ne fast food'lar, ne haltlar yenmiş üstünde anlamaya çalış. Ama acele et, erkek bu, tak yanında bitiverecek. Elini çabuk tut anlayacağın...
Geldi mi, 'Aa, sen manikür mü yaptırıyorsun bakiyim?' diyerek al elini avucuna, çaktırmadan bak-kokla elini sabunlamış mı? Tabii... Sonra sen izin iste; 'Bi de ben gideyim, ehüe...' deyip. Eğer elini yıkamamışsa, senin bi an evvel yıkaman lazım zaten, o yüzden gitmiş ol ki ayrıca da hemen ordan uzaklaş bi bahane yaratıp. Acil bi telefon filan gelsin mesela, onu da mı ben söyleyim, hayret bi'şey ya? Sinirlenmeyim diyorum durduk yere, zorla... Neyse...

Diyelim ki hala her şey yolunda, elini neyini yıkamış gelmiş, ok... Mis... Girdin mi banyoya? Hah... Bak bakalım, klozet kapağı açık mı kapalı mı, sifonu çekmiş mi? Keşke klozeti oturarak kullanan adamlardan çıksa ne güzel olurdu? Öyle deme, o kadar önemli ki... Tertemiz bi klozet, tertemiz bi adam... Ayol ne gülüyorsun, o çişler etrafa nasıl sıçrar bilmiyor musun? Iyy... Pis...
Neyse sadede geliyorum; Lavaboya bak bi... Bak bak... En son ne zaman fırçalanmış? Sümük-balgam-kıl-tüy-yün neyin pislik var mı? Dolabı kurcala. Tuvalet kağıdı stoğu nasıl, temizlik malzemesi-cilt bakım malzemesi-bok püsür ne var incele? Kirli sepeti ordaysa içine bak. Bak bak... Kirli pisli defalarca giyilmişi neyin var mı yok mu, bak! Of...Sus sus...
Bunları da bi çabuktan yapıp çık ki işkillenmesin herif... Bu arada makyaj tazeleyip, çişini de yapmayı unutma. Öyle zırt pırt gidemezsin banyoya çünkü. Ok?..

Kahve ikram etmiştir mesela. Sonra su içmek bahanesiyle mutfağa git. 'Ay sen zahmet etme şekerim, n'olucak ayol...' filan de işte ne bileyim ya... Kaşla göz arasında bak bakayım dolaplara filan. Bardak-çanak-çömlek ne durumda? Mutfak robotu, boku püsürü var mı? Ev-ye temiz mi? Bulaşık birikmiş mi? Makine var mı? Var da biriktiyse, daha sakat o da ayrı... Buzdolabını aç bi... Aç aç...Akmış-kokmuş bi'şey var mı? Ne yiyip içiyo? Hadi çabuk zıkkımlan suyunu da, bizimki uyanmadan git içeri... Hadi... Bak hala sallanıyo ya...

Gece ise şarap vs ikram etmiş olabilir mesela. (Kafaya koymuş!) Yanlışlıkla acıcık üstüne dök... Ay çıkar lekesi merak etme. Hadi madem dipnot düşerim onu da. Bu güzelliğimi de unutma ayrıca!.. Her şeyi hazır istiyorsun ama ya... Nasıl evlenicen de kadın olucan sen hamarat hamarat? Hahaha... Şaka şaka lan... En iyisinin köküne kibrit suyu. Öyle 'hamarat' olucam diye yıpratma kendini. Az yesin de bi hizmetçi tutsun kendine?! Kimse madalya almamış bu güne kadar bu yüzden. Analarımızı, garip-fedakar-cefakar analarımızı düşün? Var mı duvarda bi belge, masada bi plaket, oskar heykelciği? Yok!
Saçlarını süpürge etmişler, 'Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçermiş, bi hamur açayım da yesin civanım hapur hupur...' demişler yıllarca... E, n'olmuş? Babaları almışlar di mi? Ayrıca, kalbine giden yol midesinden geçiyorsa zati terslik vardır bi kere oğlum?! Niye beyninden bi yerden gitmiyor da mideden gidiyor? Abuk yani?! Bilmiyorum...
Ya, bak yine konunun orta yerinde yön şaşırttın bana ya... Burda yüce bi öğreti vermeye çalışıyorum, dinleyen kim? Piii... Dur, dipin notunu da çizittireyim yeri gelmişken:

DİPTENBİRNOT:
Şarap mı döktün üstüne a be sakar, a be salak? Sus, zırlama, çıkartacaz beraberce o hain lekeyi. Dinle şimdi: 
*Önce üstüne bi gömlek bi atlet bişi iste... (Unutturma buraya dönücem, bu anı değerlendiricez!) İvit... Neye döküldüyse artık seni sakar, al onu ters çevir. Tut soğuk suyun altına, sadece orayı bi yıka. Ok?
*Bu arada giysinin diğer tarafına geçmesin yaptığın işlemler. Dikkat et işte. AllahAllah ya... Ilık suda acıcık deterjanı (Dikkat et ağartıcı bi'şey demiyorum, bildiğin köpüren bişi... Sabun da olur yani) erit. Bu suyla lekeli yeri sil bi havlu bi bez neyin yardımıyla. Bak, hiç eline de yakışmıyor ya, neyse... 
*Sonracığıma anacım rica et adamdan da bi yıkayıverin makinada ki umarım vardır kıçı kırık da olsa bi makinesi... Zati yoksa durma daha da orda! Almaz bu sana da sonradan... Ha, etiketine bak da kaç derecede nası yıkanması gerekiyorsa ona göre yıka kıyafeti. Ok?
*Kurutma makinası var diyelim ki bi de herifin. İyi... Keyfine düşkün, zamanı kıymetli, pratikliği seviyor. (Ya da ütü yapmaya bayılıyor!) Hah, ne diyordum, var mı kurutma makinası?... İyi, sadece sordumdu, kullanma! Ehe... İvit, kendi halinde kurusun. Ok?
*Daha da çıkmamış mı leke? E, ne halin varsa gör... Şaka şaka... Çıkmıştır artık eşşek değilse! Lakin baktın az bi'şey kalmış, at makineye tekrar yıka, bu kez ağartıcı bi'şeyle  . Mis...

Ben olmasam ne yapacaksın acaba?
BİTTİ

Şimdi şekerim, hani üzerine döktün diye içeceğini, üstüne bi'şey vermesini istedindi ya. Hah. Onu giymek için yatak odasına git. Tabii. Orayı araştırıcaz bir de. Tabii... Alelacele yap hemen şunları: Bak bakalım giysi dolabı düzenli mi? Başucundaki çekmecede bi'şeyler var mı? Yastık kılıfını kokla, çarşafa bak farklı renk bi saç teli, vs bişi var mı? Temiz mi gıcır gıcır yoksa? Kirli sepeti ordaysa, banyoda yapacağın işlemleri burda yap. Kitabı-dergisi filan varsa, bak bakalım ne okuyor salak? (Niye de salak oluyorsa? Bi kıskandım mı ben ne?) Yedek çarşafı-pikesi falan filan neleri var, neleri yok, gör bunları, önemli... Evine ne kadar özen gösteriyor bi anlayalım. Öylesine yatmak ya da hatun atmak için mi geliyor eve sadece, di mi ya? Hadi çık artık, çık... Kırk saatte giyinemedin ya...

Döndün mü odaya? Hah... Sohbete devam. Laptop'u açtı sana foto filan mı gösteriyor? Süppero... Bu arada anasına danasına filan bak, nasıl tipler? Sonra bir bahaneyle onu markete, bakkala, çakkala filan gönder. Hadi... Bahaneyi de kendin bul ama ya, ooo...
Bu arada telefonunu yanına mı aldı, yoksa artistlik yapıp, evde sehpanın üstünde mi bıraktı? Bıraktıysa hani diyor ki;
'Beni senden başka özel bir hatun arayamaz, aha da ispatı, senden saklayacak bi'şeyim yok, hatta çalarsa açabilirsin bile!' diyor! Ya... Vay vay vay... Artize bak? Yer miyiz lan biz bu numaraları? :)
Neyse göreve devam: Hemen kurcalamaya başla delil bırakmadan makineyi... (Geçmişini... Makinenin diyorum geçmişini temizle de çık! Ha, telefonu bıraktıysa bi zahmet onu da acilen yoklayıver!) 
Masa üstünde ne var makinenin? Karışık mı, otu boku doldurmuş mu? Kafası da karışıktır onun, salla... Hemen çık, git o evden. Şaka lan şaka... Hemen inanıyor bu da, yavrum ya... En son girdiği sitelere bak, feysi meysi açık kalmışsa bak bakalım arkadaşları kimler, kimlerden? Bak, bak, bak... Kime ne yazmış? Gizli dosyası var mı? Klasörlere göz at... Fotolarda gizli dosya var mı hemen bi bakıver önce ona. E, kızım bu ayrıntıları halletmeyi öğrenip de gideceksin eve... Soracaksın bilgisayardan neyin anlayan birine önceden...
Çabuk, çabuk, geliyor...

Evet canım... Buraya kadar içine sinmeyen bi'şey olmadıysa... Bu bi daha da olmayacak anlamına gelmiyor! 'Neee' mi? Ne sandındı?! Güven olmaz kızım erkek milletine. Tabii...
Üzülme, üzülme, artık gönül rahatlığıyla sevebilirsin adamı...

Neyse, umarım şansına cillop gibi, istediğin kıvamda bir adam çıkmıştır. Mutluluklar...


PS:
Şşt... Yakışıklı okuyucu... Evet sen! Sanma ki seni unuttum? Hayır... 
Beni bak; bu öğretileri sende kendine uyarlayabilirsin rahatlıkla. Sadece unutmaman gereken şey, bir kadının dolap-çekmece-çanta-pc ya da telefonunun kurcalanmayacağıdır! Tabii...
'E, ne yapıcam o zaman ben? Onları kurcalamadan nasıl anlayacağım hatunu?' dediğini duyar gibi oluyorum... Doğru duydum di mi? Kulaklarıma inanamıyorum! Olacak şey mi? Çok ayıp, bir hanımın özel eşyaları kurcalanmaz!!!

İşte cevabım: Kadını anlamaya çalışma zaten, sadece ve yalnızca sev! O kadar.
Sabah-akşam sev, bayram seyran sev...
Yeter ki sev... Bol bol sev... Acayip sev... Sev Lan işte... Başka bi'şey istemiyoruz Allah Allah ya...










                                                           Hayat sevince güzel... 

22 Ağustos 2011 Pazartesi

HAY ŞANSIMA TÜKÜREYİM...



Hay şansıma tüküreyim yahu...

İllaki demişizdir bu lafı hayatın içinde bir yerlerde, değil mi? 
Gerçi hayatın dışı da mı var ki içi diyoruz o da ayrı bir mevzu?
 İçi-dışı bir halbuki. Bknz: Ben! Özü-sözü bir manasında yani... 

Ama işte bizim içimizdekilerle örtüşmüyor bazen hayatın içindekiler. İşte o zaman okkalı bir küfür eşliğinde söylüyorsun can-ı yürekten bu lafı... 

Şansıma tüküreyim!

Mesela işsizsindir bir süredir. Birkaç yere de başvurmuşsundur lakin bir türlü cevap gelmemektedir. 
“Ne güzel de işim vardı, bir sürü insan var, neden ben çıkarıldım ki, zaten bende şans olsa bilmem ne olurdum (?), hay şansıma tüküreyim...” dersin.  
“Benim gibi şahakulade bir insan işsiz, elin kıçı kırık yeteneksizi - vasıfsızı nerde müdürlük yapıyor?” dersin... 
Denir yani... Olsun, insanız... Üzme kendini, rahat rahat söyle...  

Tam ümidi kesiyorken, tak... Bir telefon; “Gelin görüşelim”... 
“Ağzını yirim!” deyip kaparsın telefonu. Tabii içinden mümkünse...  Haydi Bismillah... Aniden gelen bu  haber seni hem sevindirir, hem de ne idüğü belirsiz bi karın ağrısına sebep olur. Çünkü epeydir kıçını devirip yatmışsındır ve üzerine bir miskinlik,  bir tembellik, bir Bezgin Bekirlik, bir Koalalık gelmiştir... Çok istemektesindir ama oflaya puflaya gidersin görüşmeye. Vee... 
Ta taaam... Olumlu bir görüşmenin ardından; “İki hafta sonra şu gün başlayabilirsiniz, vs...” Derler... Derler mi? Derler!

“Lan...” dersin, “Şansım dönüyor galiba?” 
Karın ağrın artar... Alt tarafı iki haftan vardır...
(Ya da ne kadarsa işte? İki gün sonra gidecek de olabilirsin yani... Ben ürkütmeyim deyin iki haftalık örnek verdimdi ) 
Biraz sevinçli, biraz buruk, kah gülümseyerek, kah ağlamaklı kendini hazırlamaya çalışırsın yeni işine. Psikolojik ve fiziksel hazır olmalısındır çünkü. Yeni insanlar tanıyacaksın, yeni bir patronla çalışacaksın... İn midir, cin midir bilmiyorsun? Sevecek misin, onlar seni beğenecek mi?  Ya başarılı olamazsan, ya eline yüzüne bulaştırırsan?  
“Maaşı da çok bir şey değil ama idare de eder, hiç yoktan iyidir, oturduğum yerde o da yoktu adamını satayım!” dersin... 
Sabahın köründe kalkıp, iki vesayit yapman gerekecektir ama olsundur, onu bulamayan da vardır! Hiç olmazsa,  iyi - kötü bir işin olacaktır ve dönüşte markete uğrayıp alışveriş yapabileceksindir...  
Fakat, insanoğlu doyumsuz bir hayvan olduğu için şöyle de düşünmeye başlar içine limon sıkılasıca beynin;
“Lan, x iş olaydı iyiydi... Parası da iki kuruş daha fazlaydı. Hem tek vesayit gidecektim. Hem de daha severek gidecektim... Hay şansıma tüküreyim”...

Ulan dingil... Bu zamanda kolay mı iş bulmak? Bulmuşsun işte, daha ne ağlanıyorsun? Hele bir gir buna... Acık palazlan... Gidersin gene x işe...  Kaldır kıçını da çalış, hadi bakayım... 
Neyse efendim,  sen öyle böyle düşünüp kendini tam hazır hissetmeye başlamışken, tak... X işten telefon gelmesin mi? Gelmeyeydi iyiydi de, geldi bir kere... Ararlar ve seni beklediklerini söylerler mülakata. Haydiii... Buyur burdan yak adamını satayım, içine de bade katayım! 

“Napıcam lan ben? Tam da istediğim iş?! Öncekiyle de anlaştıydımdı... Herşey tamamdıydı... Hazırdımdı... Dım... Mıydım???” Dersin bu kez de?!... 
Tabii, başka alternatif yoktu, tek atımlık kurşun yerini bulduydu, sen de düzene uyduydun... Karar vereceğin tek şey, elin şeyinde oturmaya devam edip sürünecek miydin, yoksa ayağına gelen işe ‘he’ deyip bir an evvel bir yerden başlayacak mıydın? Ki, bunun karar vermek için düşünülesi bir yanı da yoktu doğrusu! Şimdi düşün babam düşün! Bir de şöylesi var: Düşün düşün, boktur işin!...

Peki şekerim, şimdi sen neyi düşünüp üzülüyorsun ki? Zaten x’i istemiyor muydun, atla o zaman ona?! 
“E, ben kendimi psikolojik olarak öncekine hazırladımdı, ayrıca da anlaştık, ayıp olur şimdi!”... 
Hay psikolojine sıçayım! Bi çektir git ya! Neyse, sinirlenmiyeyim şimdi durduk yere...

Anacım, sonracığıma ne olur ne olmaz deyip, x’ e de bi gidersin konuşmaya. bulunsurdur elde... E, ana... Hiç fena değildir şartlar şurtlar. Olumsuz bir-iki şey vardır ama öncekinde de vardır zaten... Hepsinde illaki olacaktır bir olumsuz yan - yön canım. 
Yalnız, işte asıl sorun burda başlar. Önceki görüşmen de iyi geçmiştir ya, ikilemde kalırsın hangisini seçeceğin konusunda.  Bunlar da bir süre vermiştir gidip başlaman için lakin sen; 
“Başlayacağım böyle işin içine, hay şansıma tüküreyim ya, şu x, öncekinden önce (?!) geleydi iyiydi... Hangisini seçeceğim ben şimdi?” 
Ohooo... Okkalı bir küfür savurmamak için zor zaptediyorum bak kendimi... Efendi efendi laf anlatıyorum burda... Başlayacam işinden de senden de ha... Sinirim zıpladı zıplayacak ha...

Sonracığıma, sen ikilemi ikilerken, ‘y’ işi  aramasın mı? Evet, biliyorum... 
Aramayaydı, iyiydi!... Aradı diyelim... Artık şöyle hem okkalı hem cukkalı sağlam bir küfürü hak etti değil mi dinine yandığımın şansı? Hah... Koyver gitsin... Bi rahatla... Zira, hakkat tüküreyim yani ben de böyle şansın - kaderin - kısmetin içine?! 
Durur, durur hepsi birden gelir zaten ya. Hep öyle olur, her şeyde öyle olur ya... (Dayanamıcam ama yeter ya)

Günlerce aylarca, işte ne kadarsa oturursun kukumav kuşu gibi düşünüp durursun. Pat pat dökülmeye başlar alternatifler sözleşmiş gibi aynı anda... Birbirleriyle haberleşmiştir sanki keratalar; 
“Haydin bakalım hücum... Şunun bi beyninin içine edelim de ambale olsun denyo...” derler sankim...  

Pekii, kritik soru şu: 
Bunun sonu yok... ‘y’ işinin mülakatına da gitmeli midir, yoksa önceki ya da x arasında mı gidip gelmelidir? Ya da hiç kafa yormadan direkt öncekini mi bağlamalıdır sona, mala bağlamadan önce?!  Durum boktandır. Bi bilinemez, bi kıpraşılamaz, bi içinden çıkılamaz hal almıştır durum çünkü psikolojinin damına konmuştur kuşlar!  

Önceki?... X?...  Y? = Bulanık zihin
Bknz: Mala bağlanmış bir surat ifadesi + Ağlamaklı ve acınılası bir seçim dönemi...

Şimdi değerlendirelim bakalım durumu adamını satayım:

a)      Önceki, hiç fena değildi ve ilk göz ağrındı.
b)      X, hep istediğindi ve kalbin ona yakındı.
c)       Y, adı gibi yeni bir seçenekti ve denenesiydi.

Üçünün de olabilitesi yüksek. İşte şimdi harbiden sıçtın. Tükür artık bu şansının içine rahat rahat. Hem de şöyle balgamlı balgamlı, bi okkalı tükür yani! (Çok iğrencim ya... )

İçlerinden birini seçeceksin ve diğerleri ‘kaybettiklerin’ olacak?! 
İçinde bir ukte olacak, merakına mucip olacak, acabaların olacak... 
Olacak da olacak yani anlayacağın. Boktan yani... 
E, aralarından aldığın da senin seçimin olacak sonuçta? 
Kendin için en iyisi olduğunu düşündüğün için seçeceksin? 
Öyleyse anacım, ne diye gidecek olanlar için üzülüyorsun? 
Elinde olan seçiminle yetin işte?! Ya da kalacak olan için niye sevinmiyorsun? Yok... Iıh... 
İllaki doyumsuz hayvan düşünecek, kuracak, beynine ağrılar sokacak, iyinin de iyisi - güzelin de güzeli vardır deyin?! Demeyin adamını satayım!... Zorla ‘sinirlen’ diyorsunuz ya?!

Bak şimdi, bunu başka bir hadiseye uyarlayacağız beraberce. Bak şimdi... Bakmıyosun?

Bir zamandır yalnızsındır. Ya eşinden, ya dişi’nden ya da kuş'undan ayrılmışsındır bir şekilde. Kimseleri de beğenemiyorsundur tabii tecrübelerin verdiği olgunlukla...  
Yeni birini gör, tanımaya çalış, huyuna suyuna alışmaya çalış... Zor gelir bunlar gün geçtikçe... Valla... Biliyoruz da söylüyoruz heralde anacım... Neyse...  
Yaralısındır, kanadın kırıktır, vs... İnanmak-güvenmek zor iştir bu saatten sonra. Zaten karşına da çıkmıyordur cillop gibi bi kadın ya da erkek... 

“Hay şansıma tüküreyim, elin sümsük herifi mis gibi hatunu bulmuş, biz burda oturalım yakışıklı yakışıklı!” dersin. Veya;

 “Hay şansıma tüküreyim, elin yamuk bacaklısına nasıl da sarılıyo mis gibi herif, ben burda oturayım muhallebi gibi!” dersin?! Demez misin? Dersin!  Sonracığıma; 

“Biraz kendime kalayım, kendimi sever yalnızlığımı gideririm artık!” dersin... 
De... De Bir yere kadar o da! Tabii canım... Bir süre sonra tak eder canına, birini istersin yanına! (Kafiyeye bayılıyorum!:)

Vee...  O an gelmiştir... İşte karşında tüm haşmetiyle ya da endamıyla durmaktadır ağzının suyunu akıtan kısmetin. Evet, evet, iyi bak... İşte orda! Tam da ümidini yitirmek üzereyken gelmiştir aniden.  
“Tam istediğim gibi lan, şansım dönüyor mudur nedir?” dersin. İvit.. Dersin... 
İçin bi hoş olmuştur, kıpraşmıştır, heyecan  tavan yapmıştır. 
“Bu, beklediğim mi yoksa? Beklediğime değse bari...” dersin, dedin mi? Dedin?! Hah... 

Tamam. ‘Yeni Gelen’ diyeceğim ben ona. Canına can katmıştır Yeni Gelen, çünkü tak etmek üzereymiştir yakın zamanda... 
İşte, efendim, aradıydı - geldiydi - gittiydi - şunu dediydi - böyle yaptıydı - aman da şöyle gülümsediydi - bunu verdiydi derken zaman geçmiştir güzel güzel ki.... Tak! 
“X” çıkagelir! Haydeee... 
Alakasız bir yerde, alakasız bir zamanda görünüverir içini bi hoş etmeye. Haydeee... Yah...Yah... Kaşı-gözü de ne güzeldir... Ağzından da bal damlıyordur en hakikisinden... Lakin hiç de sırası - yeri-zamanı değildir ki? Nerden çıkmıştır şimdi durduk yere olmayan aklını karıştırmaya? Halbuki Yeni Gelen ile mutlu mesut flört etmektesindir. Belkim saadetinizi perçinleyecek ikinci - üçüncü evrelere bile yatay geçiş yapacaksınızdır tam da?! Nedir yani şimdi bu içine tükürülesi şansın yaptığı?  Tam da ‘Buldum’ derken;
 “Meğer o değilmiş istediğim, aklım buna kaydığına göre?!” deyip, bi ikilemin içine girersin durduk yere.  Hiç gereği yoktur oysa ki. Ne gereği var di mi? Bi de engereği var ama o zehirli! Ehe... (Zehirli miydi ki la engerek?)

Düşünür taşınırsın; 
“İyisi mi ortalığı karıştırmayayım, içimi dışıma çıkarmayayım, Yeni Gelen ile kalayım!”
Dersin bir tarafın x’de kalsa da!..
 E, tabii bir şekilde önlem almaya çalışıyorsun ne de olsa psikolojinin ve hayatının içine etmemek için kendi kendine.  Yeni Gelen’e de ayıp olur ayrıca. Ne bu canım; 

‘Eskisini atın, daha yenisini alın’ kampanyası mı? 

Elinde olanın kıymetini bilsene. Hem sen seçmedin mi onu, ‘İşte bu’ demedin mi zamanında doyumsuz hayvan? Yeni Gelen de seni kazanmak için zaman harcadı, emek harcadı. Yüreğini  küreğini  koydu ortaya al diye!? Emeğe de mi saygın yok a kerkenez?

Hani iyi bi insandı, bilmem nesi istediğin gibiydi? N’oldu? Niye harcıyorsun güzelim Yeni Gelen’i,  şimdi gelen için? X, çok mu daha iyi? Nesi daha iyi? Daha mı taze? Karpuz mu bu hepsini elleyip elleyip seçiyosun da sonra eline - kulağına - gözüne iyi geleni alıyorsun?  Daha daha iyisi de gelebilir o zaman? A dangalak, a embesil, a doyumsuz insan hayvanı?! Sonu yok ki a dallama!

 Hep olacak o halde, iyinin iyisi - güzelin güzeli-istediğinin ötesi! Hep olacak?! Nedir bu doyumsuzluk hali, nedir bu açgözlülük durumu? A sığır! Elinde olanın kıymetini bilip yetinsene... Hayır, sonsuza kadar onla ol demiyorum sana? Yürümüyodur artık, eskisi gibi hissetmiyosundur, bişeyler ters gidiyordur anlarım! Çektir git o durumda, ne kendini ne onu mutsuz et?! Lakin bir başkası için, sonu olmayan bir döngüye girmek için harcama güzelim ruhu!

Bunları düşünüp, “Dur lan, ne olur, ne olmaz, X’i di de bi deniycem ben” derken... Zırt diye...
Ve de sana inat ‘Y’ çıkagelir... 
“Ulan, şansıma tüküreyim... Yapayalnızken nerdeydiniz lan?” dersin şimdi? Di mi? Dedin di mi?
E, hak ettin, ne deyim?! 

Seni dallama seni? Seni aşifte seni? Yah... İşte öyle... Y alır seni, götürür zihninin derinliklerinde boğulmaya... Daha Yeni Gelen’in kıymetini bilemezken, bırak X’i, bir de ‘Y’ gelmiştir sinsice...  Haydiii... Beni yak, kendini yak, yanalım kavrulalım gayri ateşlerde... Of ki ne of... Ulaaayyynnn...  Dellendirmeyin beni layn... Tükürürüm böyle hayat adamını satayım, hay şansıma tüküreyim...

Y’ye; “ye beni” diye bakarken, X’i ve özellikle de Yeni Gelen’i düşünürsün vicdan azabıyla, beynin seni yer bitirir. Ölçer-tartar-biçersin kafanda, ne yapacağının ip uçları dahi yokken zihninde... Pekii o zaman değerlendirelim bakalım durumu adamını satayım :)

a)      Yeni Gelen, bütün güzelliğiyle gelmiştir zamanında ve ilk göz ağrındır
b)      X, hiç fena değildir ve kafa karıştırandır
c)       Y, yepyeni sıfır kilometredir ama risklidir

Üçünün de olabilitesi yüksek. İşte şimdi yine harbiden sıçtın. Çık çıkabilirsen işin içinden?!  Keşke geleceği görebilsendir! (Pekii... Zeki Müren de bizi görebilecek mi?)  Birini bağrına basınca, diğerlerini kaybetmiş olacaksındır... İş mevzuunda olduğu gibi, her türlü olacaktır da olacaktır!

Evet şekerim... Sonu yok bu gidişin... Bu gidiş gidiş değil... Yolun yol değil... Bi seçim yap ve onda kal... Onun tadını çıkar... Onunla mutlu olmayı öğret kendine... Yeter ya... Aa...

Ayakkabı mı alıyorsun da; “Siyahı mı alsam, kırmızıyı mı?” diye düşünüyorsun. 
Ya da ayakkabı değil ki bu; “Siyahı da kırmızıyı da alayım bari karar veremedim!” diyesin?! 

O an elinde olanın kıymetini bil. Bir başka şey veya bir başka insan için, elinde olanı bırakma! Bırakacaksan da kendi içinde bitirmiş ol. Diğer seçeneğin var diye değil. Bir şeyden ve birinden vazgeçmeden diğerine atlama!
 Bir şeyin başlaması için, öncekinin bitmesi gerekmez mi? Öyle olmaz mı? Gün bile bitiyor, sonlanıyor da yenisi başlıyor! Heheyyy...

Al-al-al... Nereye kadar? Biraz da vermeyi öğret kendine. Değer vermeyi, kıymet bilmeyi... Yetinmeyi, şükretmeyi... Bugün sen terk edersin bi başka şey ya da başka biri için elindekini... Yarın da elindeki seni bırakıp gider, eline başka şey tutuşturup... Etme-bulma dünyası gülüm... Al gülüm-ver gülüm...

Hayatın sonu 'Ölüm'... Yaşarsın ve ölürsün bir gün... Yaşıyorken, yaşamının ve sahip olduklarının kıymetini bil. Şansına tükürüp duracağına, kendin yarat onu!
Zaten kendi seçimlerini yaşamıyor mu insan? Pekii neden bu isyan?


                                   

                                 PS: 
                                 Kırk yılın başı bi; 'gideyim Kordon'a da,
                                 tavşankanı yudumlayım' dedim... 
                                 Yağmur başladı Lan! 
                                 Hay şansıma tüküreyim! 

Popüler Yayınlar

Bendeniz

Fotoğrafım
Yazıyorum, paylaşıyorum... Hayatın sevmek ve inanmak olduğunu düşünüyorum... Az ve öz dostum ile kitaplarım olduğu sürece benden mutlusu yok... Dünyalıyım... İçi-dışı bir, özü-sözü bir olmak, istediğim...

Hürriyet Spoa

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

Hürriyet