Sefamız olsun cancağızım… Keyifler her daim tıkırında olsun…
'Bergamotcular Derneği' kurulsun... İnsanlar ince belli'leriyle denize karşı sofralara kurulsun...
Saatler çoook ileri bir vakte kurulsun... Şimdiki zaman pek keyifsiz anacım!
“Allah ne muradınız varsa versin” diye devam edicem neredeyse haminne kıvamında…
Hay Allah yav…
Yaş alıyoruz malum gün geçtikçe, nine de olacağız inşallah bi’gün… Hakikaten hepimizin gönlüne göre olsun hayatımız inşallah.
Bir de hızlı geçiyor ki ömür dediğin;
“A, ne oluyor yahu, hafta sonu ne zaman da geliverdi?” derken, Pazartesi sabah oluyor erken...
Vallahi…
Geçen gün, on sekiz–yirmi yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir genç kızceğiz otobüste bana yer verince
(ki, neden olduğunu anlamış değilim?! Ve evet, ben otobüse de biniyorum... :)
ve biz sohbete başlayıp, “A… Benim de annem sizin gibi kırk beş yaşında!” deyince
(ki, demeyeydi iyiydi), bir garip ruh haline büründüm ben de anacım…
Geçen gün, geldi çattı bir hafta sonu daha ve toplandık arkadaşlarla. Güzel İzmir’imin gökyüzünde “Güneşi Gördüm” diyen fırladı sokağa, buldu diğerini… Hepimizin yaşlar otuzların sonunda ya da kırkların içinde… (Kamuran marketten sola dön, caminin hemen yanı!)
Etrafa bakıyoruz, gencecik bedenler güle oynaya dolanıyorlar. Dedikodularını yapıyoruz “Biz de böyleydik zamanında” diyerek ve onların da bizimkini yaptığını tahmin ederek…
Gençtik be… Piii...
Konu geldi; Kırk Yaş Sendromu’na…
(Hah... Sendrom'muş? Bana vız gelir tırıs gider be... Heheyt...)
Kahkahalar eşliğinde herkes bir şey söylüyor. Semptomları, yan etkileri, bünyede ve sosyal yaşamda yarattığı değişiklikleri tartışıyoruz. Çıkan sonuçlar eğlenceli olduğu kadar sinir bozucu da...
Dur anlatayım bak, anlatasım geldi;
Erkekler ve kadınlar için farklılık gösteriyor tabii değerlendirmeler… Uzman olmaya falan gerek yok bunları tespit için. Malum şeyler anacım, bilmeyen mi kaldı?
***
Sevgili karşı cinsim, cins cins dolanıyorsa boynuna uzanan kır saçlarla, marka fularıyla, genç – modern kesim blue jean’iyle salınıyorsa bu yaşın içinde; “Karizmatik” olur.
(Ki, dubleanne'min * bi tespitleri ve özlü sözleri var ki konuyla ilgili cuk... Lakin söylemicem! Bu arada anneanne * yazsam da aynı vakti alacakmışmış, onu fark ettim.)
Hemcinsim saçları yaptırsa, ne giyse, orasını burasını bile gerdirse; “Kocamış” olur aynı durumda…
***
‘Karizmatik’(!) adamın, kendinden çok genç hatun kişi ile birlikte olmaya hakkı vardır. Çünkü erkeğin yaşı yoktur bi’kere… Hıh...
Lakin kadın yaparsa aynı şeyi, kendine ‘jigolo’ tutmuş olur… O yaşta neyinedir genç adam, otursundur oturduğu yerde? Cık cık cık canım, aaa...
***
Erkeğin evlenmek için daha çoook vakti vardır. Çünkü erkeğin yaşı yoktur dedik ya yahu…
Kadın ise çoktaan evde kalmıştır… Bir yaştan sonra da kartlaşır zaten, kocar, buruşur. Derdine yansındır.
(E, dışarı çıksın, n'apıyo evde? Ev işi bitmez ki anacım?! :)
***
Adam istediği an çocuk sahibi olabilir. Erkek’tir o! Spermler ölmez uleeen!
Kadıncağızın ise hiç şansı yoktur bu konuda. Çünkü ‘gitti – gider, bitti –biter’ bünyeye sahiptir. O yaşa kadar yaptı-yaptı’dır. Yoksa treni çoktan kaçırmıştır...
***
Erkek, eli ekmek tutandır her yaşta. O ekmeği almak için parayı nasıl kazandığı, ne ile katık ettiği, kimle paylaştığı (!) önemli değildir. Ve hiçbir karşı cins ile kariyer mücadelesine girmesine gerek yoktur çünkü zaten o 1-0 galip başlar hayata bilmem kaç santim fazlalığıyla…
İş hayatındaki kadın ekonomik özgürlüğünü elde etmiş olsa da; ‘olgun’ ve yalnız bir kişi olarak, acınası ve ezilesi durumdadır. Karşı cinsi ile mücadele etmek zorundadır ayrıca her daim. Ne kadar başarılı olduğu önemli değildir. Yazık’tır ona ve erkekler tarafından ya elde edilmek istenesi ya da alay konusu edilesi konumdadır…
***
Adam özgürdür her şekilde. İşi, evi, arabası vs. ile istediği zaman, istediği şeyi yapabileceği rahatlıktadır. Her ortama girebilir, çünkü o bir 'erkek'tir ve “Vay, herife bak, hiç yaşını gösteriyor mu? Karizma on numara” diye karşılanır!
Kadın çalışıyorsa işinde iş arkadaşlarıyla, çalışmıyorsa evinde komşuları yaşıtı hanımlarla katılır hayata, ayrı tellerden. Maazallah yaş ortalaması kendinden küçük bir ortama girse bir mekanda; ‘Bu teyzenin de ne işi var burada?’ olur…
***
Erkek bu yaşına kadar evlenmemişse, özgürlüğüne düşkün olduğu için kendi kararıyla evlenmemiştir. Yoksa elini sallasa ellisidir olum?!.. Kadıncağız ise, bulamamıştır demek ki bu yaşa kadar birini de tutamamıştır elinde. ‘Kız Kurusu’ olarak göçüp gidecektir bu hayattan. Bu saatten sonra da sarkmış göğüsleri, buruşmuş yüzü ile zor bulur zaten birini… ‘Karizmatik’ amcalar da onu ne yapsındır, çıtırlar dünyasında cirit atabiliyorken?!
***
Adam, evinde istediği hatunu, istediği şekilde ağırlayabilir gece – gündüz. Sonuçta olgun ve bekâr bir erkektir. Zamparalık, -pardon- ‘çapkınlık’ yapması çok doğaldır. Elinin kiridir her yaştan hatun kişi… Adı; ‘Çapkın Karizmatik Bekâr Adam’ olur.
Kadın, ola ki herhangi bir arkadaş kıvamındaki erkeği evine alırsa (!) adı; ‘Aşifte’ olur, ‘Bak bak, gördün mü, duydun mu?’ olur, ‘Kaç yaşına gelmiş, hala namus nedir bilmiyor. Eve giren çıkan belli değil’ olur. ‘Bu değirmenin suyu nereden geliyor, belli oldu’ olur…
***
Yahu şöyle bir baktım da yazdıklarıma, sadece kırk yaşla ilgisi yok kadıncağızların çektiklerinin. Her yaşta kadın, bir şekilde ezilebiliyor hayatın içinde. Ezik – korunası – ihtiyaç sahibi değildir ama kadınlar ha! Erkekten çok daha güçlüdür tam tersine… Tabii canım...
Bir kere erkekleri de ‘Kadın’ denen muhteşem varlık doğuruyor. Oradan bir başlayalım… Heheyt...
Erkeğin çoğunlukla yapamadığı gibi aksine mütehakkim’dir kadın, kontrolü alır ele… Onların ruhu duymaz, halleder düzenler her bir şeyi hayatlarında halbuki... (Her kadın anne'dir be ya!)
Aklına koyduğu şeyi yapamama gibi bir alternatif söz konusu değildir onun için. Lakin güçlü olduğu halde, her durumda ortaya koymaz bunu. İster ki erkeğinin gücünü hissetsin ve hissettirsin.
Çünkü bilir, erkek daha güçlü olmak, öyle görünmek ve göstermek ister.
Kadın ise böylece kendini ‘ezik’ değil, daha dişi hisseder…
Güç’ten bahsetmişken, şöyle bir durum da var mesela;
Kırklarında – ekonomik özgürlüğü elinde – kimseye eyvallah etmeyen – başı önünde gezmeyen – paylaşmayı ve tartışmayı bilen bir kadın erkekler tarafından kolay kolay taşınamıyor.
Yalan mı?
Çünkü erkek milleti (çoğunluktakiler); her şeye ‘he’ diyen, fazla zeki olmayan, maddi manevi ona muhtaç olan kadın istiyor. Öyle istiyor ki erkekliğini (!) konuşturup, rahat rahat başına vurabilsin kadının eksikliğini (!)… Ne de olsa kadın kısmısının her bir şeye aklı ermemelidir öyle hak – mak iddia edecek kadar?!
Anam okumamışından, en okumuşuna kadar aynı bu tipler.
Bir kaç dil bilen, yurt dışı seyahatleriyle iş yapan, iki üniversite mezunu bir herif; gittikleri bir cafe-bar'da sevgilisini azarlama ve hatta tokatlama hakkını buluyor kendinde. Yazık olandır ki; kadın gıkını çıkarmıyor?! Siniyor, pusuyor, sonra da gidip helada kusuyor?!
Diğer yandan pek okul yüzü görememiş fakat bilginin kralını bünyesinde barındıran ve tatlı tatlı sohbet edilesi bir adam, sevgilisine/eşine her gün, onu ne kadar sevdiğini ve değer verdiğini söyleyerek sarılıyor...
Al, buyur burdan yak?!
Kırkıydı ellisiydi yok bu işin esasen… Beraberce güle oynaya, sarıla sevişe, anlaşa kaynaşa, sevgiye sevgi katıp saygıyla yoğurup harmanlaya harmanlaya yaşamak varken, ne diye dövüşürsünüz bizimle ey sevgili karşı cinsim? Cins misiniz?
Ne diye döversiniz, söversiniz, ezersiniz, taciz edersiniz, istismar edersiniz sevgimizi?
Ne diye kanıksarsınız varlığımızı ve doğanın verdiği güzelliğimizi?
Sinirlendim ama bak şimdi ya... Şurda iki latife yapacaktım, ciddiyete daldım.
Halbuki hep tam tersi olur... He yav...
Mesela bir ayrılık sürecini iki cins çok farklı yaşar...
Erkek direkt dağılır. Tabii canım... Ne de olsa, her daim onun poposunu toplamaya gönüllü eşi/annesi/hemşiresi/sırdaşı/bakıcısı/dadısı/hizmetçisi/kız kardeşi/dostu/ruh doktoru yanında yoktur artık?!
Kadın ağlar, sızlar, içlenir, hislenir, sinirlenir, depreşir... Sonra bi silkelenir, ayağa kalkar ve hayata daha güçlü olarak kaldığı yerden devam eder.
Lakin istisnalar da var tabii iki taraftan da...
Anam ne gıcık adamlar, ne salak kadınlar var çırpınıp duran ex ilişkisine dönebilsin diye...
(Ki, bu mevzuda da fikrim biline, değil mi?:
http://iklimdora.blogspot.com/2012/11/extir-ne-yapsa-yeridir.html )
Ya da depresyona tedariksiz girip, dımdızlak çıkanlar var...
Veya depresif tosbağa kıvamında artık orda yaşayan mı ararsın?...
Ve yahut ...
Aman, neyse ne. Sıkıldım...
O değil de, ocakta çay vardı ya la... (İğrenç güzel bi espri geldi aklıma ama söylemicem:)
Ben bi varayım gideyim, ince belli'den bergamotlu ile kafa çekeyim.
Bilahare sohbet ederiz tekrar...
Zamanında ingilizceyi nasıl öğrendiğimizi gösteren pek hoş bir foto ile nostalcik ve de hemencik gitmekteyim mutfağa doğru...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder