Baştan söyleyeyim, yazı acık uzun. Valla… Lakin konu ‘uzun’ şekerim. Tee ‘kırk’ yıldan bahsediyoruz burada, kolay mı iki satırla geçiştirmek. Bence al yanına çayını / kahveni ya da soğuk neyin bi’ içeceğini, otur işte, hem iç hem oku… Oh, mis… Bahaneyle mola verirsin biraz hayat gailesine. İvit.
Başlıyorum…
Eskiden otuz beş’ti,
yolun yarısı. Tabii…
Mesela ben küçükken, otuz beş / kırk yaşlarındaki bir
yetişkini, devasa büyüklükte ve hatta nerdeyse bi’ gözü toprağa bakar vaziyette
görürdüm. Onlar ‘kocaman’ teyzeler, amcalar, dedelerdi. Peh… Breh, breh, breh…
O kadar büyüktüler ki; ben yanlarında küçücüktüm, düşün yani?!
Ama şimdi git,
otuz beş yaşındaki bir adamceğize, hele ki kadınceğize; ‘yaşlı’ de, o dakka
sümsüğü yersin valla. Devir itibariyle
yolun yarısı; ‘elli’ bile değil şu an Allah seni inandırsın. Öyle deme, devir
teknoloji devri… İlim bilim almış başını gidiyor, buluşlar ve umutlar arttıkça
artıyor. Hadi hatırın için düz hesap yapayım, toparlak bir rakam olan sevimli
elli’de kalayım da, anlatımımız da mantıklı gibi olsun mahsusçuktan…
Her yaşın ayrı bir
güzelliği var ya? Var, var… Tabii canım, olma mı? Lakin, o yaşın içine eden
insanın ta kendisi. Yoksa, birkaç rakamın lafı olmaz. Güzelliği de, çilesi de
ayrıdır her yaşın. Ve hepsini sindire sindire, layıkıyla yaşamak lazım…
Mesela, örneğin,
farz-ı misal, diyelim ki çocuksun. E, o zaman çocuksan, çocukluğunu bileceksin,
beni sinirlendirmeyeceksin!.. Hoplayacak, zıplayacak, çayır çimen koşacak,
çamurlara bulanacak, toprakta yuvarlanacak, düşüp dizini çizecek, koşup bi’
yerini ezecek, doya doya gezeceksin. Öyle ‘büyücek’ olmayı beklemeyeceksin
hemencek. Çocuk gibi giyineceksin; marka takıntılı, makyaj / traş sıkıntılı,
moda takibi, stil sahibi olmayacaksın. Sen çocuksun ayol; senin stilin ancak
koşup oynarken itinayla kirlettiğin bi’ tişörtün, bi’ de şort donun, nedir
yani? Sen onları kafana takma o yaşta. Büyüyünce, ‘ölümcül’ dertlerin olacak
zaten, şimdi keyfine bak. Gerçi senin suçun yok, ebeveynin takıntısı hepsi… de…
Neyse… Konu bu değildi, dağıldım anam.
Her yaş’ta illaki
gülersin de ağlarsın da…
Bebeklikte, altını alsınlar diye ağlarsın…
İki mimik görür gülersin.
Çocuklukta, bisiklet alsınlar diye ağlarsın…
Tablet alındı diye gülersin.
Ergenlikte, seni anlamıyorlar diye ağlarsın…
‘O’, sana baktı diye gülersin.
Gençlikte, ‘o’ seni anlamıyor diye ağlarsın…
Kanka’n iki şebeklik yapar, gülersin.
Olgunlukta, kariyer mi çocuk mu diye
düşünür ağlarsın… Haline bakar gülersin.
Olmuşlukta, pişmanlıklarına ağlarsın…
İnsanlara güler geçersin.
Yolun yarısında; ‘geri sayım başladı’ der
ağlarsın… Hayata güler geçersin.
Yaşlılıkta, torun tombalak görünce ya da
göremeyince ağlarsın… Torun iki şebeklik yapar, gülersin…
İhtiyarlıkta, gelen giden azaldı diye
ağlarsın… Eski fotoğraflara bakar gülersin.
Yaşanmışlıkta; öğretilerini anlatır
ağlarsın… Anlayanı görünce gülersin.
Eski toprak’lıkta, ‘gayri bu kadar yeter,
gideyim varayım Huzur’a ereyim’ der ağlarsın… Son nefesinde gülümsersin.
Bi’ gözün toprakta, bi gözün hayatta, ‘kalbim
Ege’de, ruhum kim bilir nerede?’ diye uçar gidersin sonra cancağızım… Bir de;
Beden fani ölüm ani, ruh gezer yaylalarda,
kim kalmak ister ki zati buralarda?! Di mi ama?
Ayol üzülme, hüzünlenme, güzel bir şey
söyledim aslında. Valla…
Evet, her yaş ayrı güzel ama bana sor; ‘Hangi
yaşta sabit kalmak isterdin?’ diye… Sor bak bi’…
Hiç düşünmem; ‘Kırk’ derim ki! Tabii…
Yukarıdaki listede, ‘olmuşluk’a tekabül
ediyor kırk. İvit…
‘Olmuş’
derken; hayatı hatmetmiş, çok bilmiş, aman da kendini bi’ bok sanmış manasında
değil şekerim. Hani, kendince yaşadıklarından deneyimlediklerinden, yine kendine
güzel paylar çıkaran, onları demleyip demleyip içen ve arada sevdiceklerine de
ikram eden, ‘sevmicek’lerine gülüp geçen, hayatı bazen tespih yapıp sallayan ve
lakin hakkında söylenenleri sallamayan; ‘çokta fifi’ modundaki kişiden
bahsediyorum. Aha, işte öyle birini görürsen bil ki; o kırkına girip bu
öğretiye nail olmuş kişidir. Onu buldun mu, kaybetme.
Ha, baktın kırkında değil de daha genç,
onunla da arkadaş ol hemen. Erkenden keşfetmiş hayatın anlamını demek ki.
Kırkına girdiğinde ise hala arkadaşsanız, sana da çok şey katmış olur o zamana
kadar. Sen de kırk’ı beklemek zorunda
kalmazsın bunu öğrenmek için. Biraz zor tabii ama olabilitesi de var yani. Çünkü
bunun esas yaşı kırk da, ondan böyle diyorum. Biliyoruz da söylüyoruz akıllım…
(Biz kimiz?)
Kırk’a, sağlık ve huzurla kavuş inşallah
genç insan. Kırk, güzeldir. Özeldir…
İngiltere’de bir araştırma yapmışlar ve
kadınlar için hayatın kırkından sonra başladığını gözlemlemişler... Hayret, İsviçreli
bilim insanları yapmamış bu kez araştırmayı!
Neyse anacım, bu araştırmaya katılan
kadınceğizlerin %55’i, dış görünüşlerini daha az önemsediklerini ve fakat bu
konuda kendilerine daha fazla güvendiklerini söylemişler. E, doğru! Öyle
oluyor.
Aynı kadınların %17’si ise, cinsel
yaşamlarının daha doğru ve iyi olduğunu söylemişler. E, kadın kendini tam
anlamıyla anca tanıyor tabii. O zamana kadar da, o manada ruhuna hitap edecek
bir adamceğiz ile karşılaşamadıysa, kırkından sonra bunu o zamana kadar boşuna
dert ettiğini anlıyor ve daha doğru ilişki kurabiliyor.
İngiltere’de genel olarak nasıldır bilemem
ama Türkiye’de kadınlar, bırak kırkından sonrayı, doğdukları andan itibaren
yaşamıyorlar! Böyle bir gerçek söz konusu. Bu gerçeği tartışmak da birkaç kırk
yıl sürer ve asla çözüme yönelik olumlu bir sonuca varamayız! Çok mu karamsar
oldu. İvit, oldu…
Eğitim sistemimiz sağ olsun, ilkokuldan
üniversiteye kadar ağlatıyor çocukceğizleri...
“Yetenekli ve istekli oldukları şeyleri yapabilmeleri sağlayan meslek kollarında eğitim görmelerini nasıl engelleyebiliriz de, onları kendi ‘özel’ sistemimizin kölesi edebiliriz yahu?” diye çırpınan yöneticiler eşliğinde; mutsuz ve umutsuz bireyler de çoğalıp durmakta zaman içinde.
“Yetenekli ve istekli oldukları şeyleri yapabilmeleri sağlayan meslek kollarında eğitim görmelerini nasıl engelleyebiliriz de, onları kendi ‘özel’ sistemimizin kölesi edebiliriz yahu?” diye çırpınan yöneticiler eşliğinde; mutsuz ve umutsuz bireyler de çoğalıp durmakta zaman içinde.
Yirmilerinde; okul-iş-aile arasında
gitgeller yaşarsın…
Otuzlarında; iş ve aile arasında dengeyi
kurmaya çalışırken ‘neyaşarneyaşamaz’sın…
Kırklarında; tüketmekte olduğun hayat
enerjinin eşliğinde, ev-iş-kira-fatura-kredi-çocukların okul masrafı
sorumluluklarında, niye yaşadığını bilemeden yaşarsın…
İngiliz araştırmacılara göre, erkeklerden
daha mutlu olduğunu düşünen kadınceğizlerin oranı sadece %8… Buna da şükür,
bari bazı hemcinslerimiz ‘mutlu’ imiş?!
Kırlarındaki ‘mutsuz’ hatun kişilere bir
bakalım;
*Kendi geçimlerini sağlamaya çalışan yalnız
bireyler ise, maddiyat derdi onları biraz gerip stres yaratıyor haliyle. Evli
ise, genel olarak geçim derdine eşlik ediyor...
(Yalnız olan kadın ise, üzerinde durmaktan ziyadesiyle yorulan ayacıklarını uzatıp keyif yapabileceği bir 'ruh eşi' kanepesi olmadığı için bunalıma bile girebilir. Çünkü konu erkek ise yaşı önemli değil ya, o her daim kabul görür. Lakin kadın öyle mi? Maazallah yaşı 'geçkin' oluverirse, kim alır sonra onu, değil mi ama?)
(Yalnız olan kadın ise, üzerinde durmaktan ziyadesiyle yorulan ayacıklarını uzatıp keyif yapabileceği bir 'ruh eşi' kanepesi olmadığı için bunalıma bile girebilir. Çünkü konu erkek ise yaşı önemli değil ya, o her daim kabul görür. Lakin kadın öyle mi? Maazallah yaşı 'geçkin' oluverirse, kim alır sonra onu, değil mi ama?)
*Yeni yeni rahatsızlıklar çıkabiliyor
mesela. Sağlık sorunları baş gösterebiliyor…
(Genelde kırkın ikinci yarısında olabiliyor ama öncesinde olması da mümkün. Genetiğiydi, sağlıksız yaşamıydı, sigarası, boku püsürüydü derken, hastalıklar gelebilir erkenden! Örneğin; her zamanki gibi bir şey okumak için yazıya fokuslandığında, eciş bücüş/ şaşıbeş olan gözlerini kısıp; 'N'oluyo lan?' diyebilirsin aniden. Tabii. "Tansiyon mu, uykusuzluk mu, yoksa yazı karakteri pek ufak da ondan mı?" diye sorgulamaya başlarsın. Sonra baban; "Al bakiim şu yakın gözlüğümü, bak bakiim nasıl görücen?" der kıs kıs gülerken. Sen de; "İlahi baba, ne alaka?" der ve lakin meraktan alıp gözlüğü takarsın. Ve ta ta... Eşşek gibi olmuş karakterleriyle yazı, gözüne gözüne girer! Tabii sen de bunalıma! Gidersin doktora istemeye istemeye. Kendi gözlüklerinin üstünden kaldırdığı kaşlarıyla sana bakan doktor sırıtır ve "Mühim bişii değil, yaş'a bağlı olarak görme bozukluğu... Yazarız bi' dinlendirici..." der. O böyle der de, sen buna ne dersin bilmiyorum?! ツ
"Ayol daha altı ay önce cillop gibi görüyordum, n'oldu ki şimdi?"...)
(Genelde kırkın ikinci yarısında olabiliyor ama öncesinde olması da mümkün. Genetiğiydi, sağlıksız yaşamıydı, sigarası, boku püsürüydü derken, hastalıklar gelebilir erkenden! Örneğin; her zamanki gibi bir şey okumak için yazıya fokuslandığında, eciş bücüş/ şaşıbeş olan gözlerini kısıp; 'N'oluyo lan?' diyebilirsin aniden. Tabii. "Tansiyon mu, uykusuzluk mu, yoksa yazı karakteri pek ufak da ondan mı?" diye sorgulamaya başlarsın. Sonra baban; "Al bakiim şu yakın gözlüğümü, bak bakiim nasıl görücen?" der kıs kıs gülerken. Sen de; "İlahi baba, ne alaka?" der ve lakin meraktan alıp gözlüğü takarsın. Ve ta ta... Eşşek gibi olmuş karakterleriyle yazı, gözüne gözüne girer! Tabii sen de bunalıma! Gidersin doktora istemeye istemeye. Kendi gözlüklerinin üstünden kaldırdığı kaşlarıyla sana bakan doktor sırıtır ve "Mühim bişii değil, yaş'a bağlı olarak görme bozukluğu... Yazarız bi' dinlendirici..." der. O böyle der de, sen buna ne dersin bilmiyorum?! ツ
"Ayol daha altı ay önce cillop gibi görüyordum, n'oldu ki şimdi?"...)
*Ev
hayatı ile sosyal hayat çakışıyor, biri diğerine karışıyor ve fakat her bünye
buna alışamayabiliyor. Alışmış ‘gibi’ yapanın ise kafası karışabiliyor…
(Malum geçim derdi, geçinememe derdine dönüşüyor. Var ise eş ile 'eskisi gibi' olmayan ilişkinin nereye gideceğini düşünmek, gezememek, istediğini istediğin zaman yapamamak, yani kısaca hiçbir şeyin 'eskisi gibi' olmaması durumu kasıyor da kasıyor şekerim insanı.)
(Malum geçim derdi, geçinememe derdine dönüşüyor. Var ise eş ile 'eskisi gibi' olmayan ilişkinin nereye gideceğini düşünmek, gezememek, istediğini istediğin zaman yapamamak, yani kısaca hiçbir şeyin 'eskisi gibi' olmaması durumu kasıyor da kasıyor şekerim insanı.)
*Öncelikleri farklı oluyor. Eşi ve çocuklarının
mutluluğu için kendininkinden feragat edebiliyor…
(Çocuklar canımız, kanımız elbet ama kendi hayatının kalmaması anlamına da geliyor tabii varlıkları. "Yeter ki olsunlar, ben istediğimi yaşamasam da olur, onlar yaşasın varsın. Zaten çocuğu olmayan anlayamaz, var ise onlar için yaşıyorsun o saatten sonra..." diyebilirsin evlat sahibi kişi?! Ama ı-ıh... İşte öyle değil. Elbette evlat bambaşka bir şey, dadından yinmez şekerlikteler maşallah. Ve lakin durum bu diye de, çocuk yapmamak olmaz tabii. Çocuk sahibi olma konusu bambaşka mecralara akar ama burada konumuz o değil. Daha çok hanımlar fedakar çocuk ve eş konusunda. Onlar mutlu olsun diye, kendi mutluluğunu göz ardı eder hiç düşünmeden. Peki bu davranış tamamıyla doğru mu? Bence değil. Ama tartışılır. Bence eşit davranmalı kendine de, eşine de, çocuğuna da mutluluk paylaşımı konusunda kadınceğizler. Kendini tamamen adamamalı insan hiçbir şeye ya da hiç kimseye. Kulağa sert geliyor ama gerçekten mutlu olabilmek yani -muş- gibi yapmamak için bu şart. )
(Çocuklar canımız, kanımız elbet ama kendi hayatının kalmaması anlamına da geliyor tabii varlıkları. "Yeter ki olsunlar, ben istediğimi yaşamasam da olur, onlar yaşasın varsın. Zaten çocuğu olmayan anlayamaz, var ise onlar için yaşıyorsun o saatten sonra..." diyebilirsin evlat sahibi kişi?! Ama ı-ıh... İşte öyle değil. Elbette evlat bambaşka bir şey, dadından yinmez şekerlikteler maşallah. Ve lakin durum bu diye de, çocuk yapmamak olmaz tabii. Çocuk sahibi olma konusu bambaşka mecralara akar ama burada konumuz o değil. Daha çok hanımlar fedakar çocuk ve eş konusunda. Onlar mutlu olsun diye, kendi mutluluğunu göz ardı eder hiç düşünmeden. Peki bu davranış tamamıyla doğru mu? Bence değil. Ama tartışılır. Bence eşit davranmalı kendine de, eşine de, çocuğuna da mutluluk paylaşımı konusunda kadınceğizler. Kendini tamamen adamamalı insan hiçbir şeye ya da hiç kimseye. Kulağa sert geliyor ama gerçekten mutlu olabilmek yani -muş- gibi yapmamak için bu şart. )
*Bu yaşının ‘geçkin’ olduğu dayatıldığı ve
öğretildiği için bunca zaman, orta yaşlara doğru ilerlediğini hatırlayıp, fiziksel
olarak kendini daha iyi hissedebilmek ve kabul görmek adına yıpranabiliyor…
(Halbuki güzellik dediğin şey sadece fiziksel olmamalı. Klasik bir söylem ama insanın içinin güzelliği yansımışsa dışına, gözü kaşı daha çekici ve alımlı olabilir. Güzellik, 'güzel insan' olmakla perçinlenmeli. Ancak bu mevzu erkekler için aynı şartlarda gelişmiyor. Onlar kadını yaşı ne olursa olsun gözüne kaşına, poposuna bacağına, vs. baktığında 'güzel' görmek istiyor. Öğretildiği üzere, dayatıldığı üzere kadın her zaman toplumun standartları doğrultusunda 'güzel' olmak zorunda. Ama sadece ve sadece erkekler beğensinler diye. Yoksa hiçbir albenileri olmaz, kabul görmezler. Maazallah evde filan kalırlar sonra!)
(Halbuki güzellik dediğin şey sadece fiziksel olmamalı. Klasik bir söylem ama insanın içinin güzelliği yansımışsa dışına, gözü kaşı daha çekici ve alımlı olabilir. Güzellik, 'güzel insan' olmakla perçinlenmeli. Ancak bu mevzu erkekler için aynı şartlarda gelişmiyor. Onlar kadını yaşı ne olursa olsun gözüne kaşına, poposuna bacağına, vs. baktığında 'güzel' görmek istiyor. Öğretildiği üzere, dayatıldığı üzere kadın her zaman toplumun standartları doğrultusunda 'güzel' olmak zorunda. Ama sadece ve sadece erkekler beğensinler diye. Yoksa hiçbir albenileri olmaz, kabul görmezler. Maazallah evde filan kalırlar sonra!)
*İş hayatında, erkek egemen bir toplum
olmamız sebebiyle ezilip, hayattan sıtkı sıyrılabiliyor…
Evli ve çocuklu ise, kankitaları ile
geçirdiği o ‘eski ve eskimeyen’ zamanlara özlem duyup, şimdi niçin bunu
yapamadıklarını düşünüp içlenebiliyor…
(İş yerinde hanımlar eskiye oranla daha fazla kabul görüyorlar, eyvallah ama hala yine de tatmin edici bir seviyede değil. 'İnsan güzeli' erkekler de var tabii. Hanımlara baş tacı muamelesi yapıyorlar evde ya da işte. Fakat azınlıktalar. Zaten genel manada zor memleket şartlarında çalışmak, bir de kadın isen ekstra zorlaşıyor.
Çoluk çocuk yok iken biraz daha kolay oluyor kankalarla ya da kankitalarla buluşup görüşmek. Ancak onlardan sonra en fazla telefon veya sosyal medya aracılığıyla haberleşmek, sanal buluşmalar yaşamak kalıyor elde. Saatlerce gezmek, gece takılmak, tatile matile gitmek hayal oluyor yalnız yalnız. "Olsun be, onun da tadı başka" diyebilirsin evlat sahibi kişi ama işte senin de hakkın değil mi keyfince gezmek tozmak, zaman mekan düşünmeden coşmak? Bazen ardına bakmadan, hiç kimseleri takmadan kaçıp gidesin gelmiyor mu dellenip? Ama yapabilir misin? I-ıh... Tabii ki hayır!)
(İş yerinde hanımlar eskiye oranla daha fazla kabul görüyorlar, eyvallah ama hala yine de tatmin edici bir seviyede değil. 'İnsan güzeli' erkekler de var tabii. Hanımlara baş tacı muamelesi yapıyorlar evde ya da işte. Fakat azınlıktalar. Zaten genel manada zor memleket şartlarında çalışmak, bir de kadın isen ekstra zorlaşıyor.
Çoluk çocuk yok iken biraz daha kolay oluyor kankalarla ya da kankitalarla buluşup görüşmek. Ancak onlardan sonra en fazla telefon veya sosyal medya aracılığıyla haberleşmek, sanal buluşmalar yaşamak kalıyor elde. Saatlerce gezmek, gece takılmak, tatile matile gitmek hayal oluyor yalnız yalnız. "Olsun be, onun da tadı başka" diyebilirsin evlat sahibi kişi ama işte senin de hakkın değil mi keyfince gezmek tozmak, zaman mekan düşünmeden coşmak? Bazen ardına bakmadan, hiç kimseleri takmadan kaçıp gidesin gelmiyor mu dellenip? Ama yapabilir misin? I-ıh... Tabii ki hayır!)
*Spor ve sağlıklı beslenme ikilisinin çekim
alanına girip, aslında istemediği için yapamayacağı diyetlere ve egzersizlere
maruz kalıp, kendi kendini sıkıntıya sokabiliyor…
(Yahu, selülitin, çatlağın patlağın senin yaşanmışlıkların. Sen sadece sağlık adına yap ne yapacaksan. Oranı buranı beğendirmeye çalışmak adına değil. Seni beğenen olduğun gibi beğensin. Ha, sal göbeği möbeği demiyorum ama sokma kendini de o kadar sıkıntıya. Kendin için yapacak, yaptıracaksan oranı buranı ne ala fakat bırak şu elalemi. Hele ki erkekleri hiç takma. Seni fiziğin için beğenen bir adam, o fiziğin değişmeye başladığında daha güzelini, daha çıtırını arayacak zaten. Seni 'sen' olduğun için seven adamla ol. Her kadın incecik, sıfır beden olmak zorunda değil. Sen kendi beden ve ruh sağlığını düşün sadece, beni de sinir etme, hadi bakiim... Şaka şaka, niye sinir olayım sana ayol. Kıyamam. ツ )
(Yahu, selülitin, çatlağın patlağın senin yaşanmışlıkların. Sen sadece sağlık adına yap ne yapacaksan. Oranı buranı beğendirmeye çalışmak adına değil. Seni beğenen olduğun gibi beğensin. Ha, sal göbeği möbeği demiyorum ama sokma kendini de o kadar sıkıntıya. Kendin için yapacak, yaptıracaksan oranı buranı ne ala fakat bırak şu elalemi. Hele ki erkekleri hiç takma. Seni fiziğin için beğenen bir adam, o fiziğin değişmeye başladığında daha güzelini, daha çıtırını arayacak zaten. Seni 'sen' olduğun için seven adamla ol. Her kadın incecik, sıfır beden olmak zorunda değil. Sen kendi beden ve ruh sağlığını düşün sadece, beni de sinir etme, hadi bakiim... Şaka şaka, niye sinir olayım sana ayol. Kıyamam. ツ )
Ve…
İşte bunların sonucunda mutluluk arayışı
başlıyor. Ta ta…
*Göbeciğini eritip, kilocukları verip
hafiflemek suretiyle güzelleşeceğini düşünüyor ve garibim çileli bir sürece
giriyor bunların uğrunda…
*Mesela dişlerinde bir sorun varsa ya da hatta
yoksa bile, daha iyisi ve daha güzeli için doktora ‘merhaba’ diyor. Kaldırma, gerdirme, ekleme, çıkarma işlemleri pırtlıyor.
*Daha kaliteli (yani dolu dolu, ince ruhlu, hisli
misli, neşeli eğlenceli, heyecanlı capcanlı, az da olsa öz bi’ hakiki zamanlar
manasında), daha ilgili, daha bilgili zaman geçirmeye çalışıyor ailesi ya da
arkadaşlarıyla ki, mutsuz ‘geçmiş zaman’ı telafi edebilsin…
*Fobilerinden kurtulup, hobilerine vakit
ayırabilmeyi düzenli hale getirmeye çalışıyor…
*Eski enerjilerini ve heyecanlarını geri
kazanabilmek adına ne yapılabilirse, yapmaya çalışıyorlar işte…
E, haksız da değiller, di mi? N’apsın
kadınceğiz şimdi; hödük bir kocası varsa, ite kalka yürüyen bir birlikteliği
varsa ya da hiçbir şeyi yoksa, kendi başının çaresine bakmak zorundaysa, birilerini
veya bir şeyleri idare etmek zorundaysa, henüz ruh eşini ve kaygısız işini bulamamışsa,
gelecek ya da gelmeyecek kaygısı varsa, başka çaresi yoksa…
N’apacağıdı
ya? Ölsün müydü? Yok ya?!. Tabii ki kendini de düşünecekti acık, artık!
Bedeni ve ruhunun huzuru için mutluluk
arayışına girecekti tabii ki… N’apacağıdı ya?
Zor vesselam… Kadın olmak çok zor. Ama
konumuz tam olarak bu değil, dağıtma beni okuyucu!
Kırk yaşına yenice girmiş olanlar için, ilk
ders:
“Korkma, bitmez bu damarlarda gezen
heyecanlı kanın. Hiç sıkılmasın boşuna canın.
Korkma erken menopozdan, eldeki kozdan,
evdeki tozdan…
Korkma yalnızlıktan, ‘evde kalmak’tan, ruh
eşine geç kalmaktan, erken yaşlanmaktan, çocuk var diye boşanmaktan, yeni
hayatına koşmaktan…
Korkma lan işte, ne var bunda? Altı üstü
yepisyeni, mis gibi, tertemiz bir kırk! Kalma kalbi kırık…
(Kafiyeyi seviyom ben, ehe)
Ayol, çok güzel diyorum kırklar… İnan bana.
Yalan söylemem bu konuda. Bak, olumsuzluklarını da yazdım ya ucundan acık.
Korkma kız, korkma, Allah seni n’apmaya? Cillop, cillop…
Keyfinin kâhyası da, paşa gönlünün efendisi
de sensin artık. Kim karışır sana be? Heheyt…
Sen kadınsın bi’ kere kızım… Özelsin.
Kırkın da özel olacak merak etme. Bin bir türlü derdin de olsa, hayatın güllük
gülistanlık da olsa, bu kırk’a illaki girilecek ve alnının akı ile çıkılacak, o
kadar! Yeter ki sen kendini mutlu tutmayı bil. Otu boku da dert etme öyle ki,
zaten etmemeyi öğretecek sana kırk!.. Kendiliğinden, şıpadanak bambaşka bir
kafaya bürüneceksin ve o kafayı çoook seveceksin. Çok ciddiyim ki, ben öyle her
zaman ciddi olabilen biri değilim, kıymetimi bil. İvit.
Ha, kırklı yaşlarda olmanın iyi yanları yok
mu? Kız, var ayol, olma mı? Ondan bahsedeceğim ya zati. Nerden nereye işte…
*Bir kere en başta söylemeliyim ki; ‘çokta
fifi’ moduna girmek işin en güzel kısmı. İnsanları bu modda görmeye başlıyorsun
ve hayat pespembeleşiveriyor birden. Kimseyi umursamıyor, damarına basana
ağzına geleni en bi’ doğrusundan, çekinmeden söyleyebiliyorsun. Ha, bu
kendiliğinden oluyor, öyle çabalamana filan gerek yok…
*Ne
değişmeye, ne de değiştirmeye çabalıyorsun insancıkları. Bırakıyorsun kendi
haline, havale ediyorsun gerekli merciiye…
*‘Az aşım, kaygısız başım’ deyip muhallebi
kıvamında güzelleşiyorsun yumuşak yumuşak…
*Mutluluğun aslında nerede ve nasıl olduğunu
keşfediyor, geç kalmış da olsan keyfine varıyorsun…
*İstediğinle, istediğin mesafeyi şakadanak
koyabiliyorsun arana. “Ben üzüleceğime, o üzülsün acık da, aaa, yeter be…” diyorsun
en volümlüsünden…
*Gülmenin de ağlamanın da dibine
vurabiliyorsun gönlünce. ‘Kim ne der?’ demeden, yayıla yayıla…
*İnsanları daha kolay anlayıp, algılayıp,
analiz edebiliyor ve gerektiğinde gereken tavrı sergileyebiliyorsun çatır patır…
*Seni düşünmeyene, değer vermeyene ‘tak
sepeti koluna, haydi yavrum herkes kendi yoluna’ diyebiliyorsun en
cesaretlisinden…
*Yenilgilerin, kayıpların, ayıbın, günahın ve sevabın ile
yüzleşiyor; bunlarla kendiliğinden geliştirdiğin taktiklerle mücadele edip, hayatını geri
kazanabiliyorsun…
*Yapmacıklıktan uzak, içindekileri dan dan
söyleyen bir karaktere bürünüyorsun ve sonra ‘Ben neymişim be abi?’ diyorsun…
Her şeye ve herkese rağmen
gülümseyebiliyorsun hayata…
Yakın bir zamanda, elli’nin keyfini sürecek
bir kadın olarak canım hemcinsim, sesime kulak ver bak ne diyorum;
Kız, ben ne dediğimi biliyor muyum, Allah
beni n’apmaya?.. Şaka şaka… Biliyorum da söylüyorum şekerim; pek güzel ve pek
keyifli bir yaş bu kırk. Tabii…
Yeni sorular ve sorunlarla gelecek elbet
ama dadından yinmez halde bir kıvamı da var ki, sorma gitsin. (Bırak gitsin…
bırak gitsin… dertleri…leri…leri… Bildin sen onu?)
Nesensornebensöyleyim hemşiire… Şaka, bu da
şaka… Sor, anlatırım ben, gocunmam. Ama yazarak anlatsam olur di mi, konuşmayı
pek sevmiyom da ben? Klavye çenem düşük bu yüzden. İki kelime özet yazıp
bırakamıyom anacım. İllaki ıcığını cıcığını didiğini dimediğini yazıcam…
Du bi’ ilaçlarımı alayım da geleyim anam…
Şaka kız şaka, ne ilacı bu yaşta, bu
bünyede? Sen de kullanma mümkünse.
Bol bol, vücutinin istediği ve istemediği
kadar suyunu iç. Ben arada İngiliz karbonatı atıyorum suya, öyle içiyorum mesela…
Sen de araştır istersen bak, istersen kullanırsın, istemezsen bakma, istersen
kullanma ya da isteğe bağlı emekli ol, ne bileyim?..
Tuz ve şekerden uzak dur. Artık bünye her bir
şeyi öyle kolayca özümsemeyebilir şekerim. Kırk bu, boru mu?..
İstediğini ye ama dana gibi değil. Tadımlık.
Böyle güzelce yersen, bilmemne diyetleri yapmak zorunda da kalmazsın. Lakin her
şeyin bir zamanı da var. Gece hapur hupur gömme dolmaları, tatlıları, çukuları.
Tabii…
Sporunu yap anacım. Kız, sana “kalk, spor
salonuna git yazda ıscakta, karda kışta” demiyorum ki?! Gidebiliyor ve
istiyorsan git tabii ki de, yoksa temiz havada kaldır kıçını da acık yürü. Öyle
tembel tembel oturmakla olur mu? (Söyleyene bak, te Allahım yea…)
Gülümse… Her daim, her yerde, herkese ve
her şeye gülümse. Hayata gülümse her şeye ve herkese rağmen.
Kırk, öcü değil. O da senin benim gibi
insan…
Tamam, tamam, öyle diyesim geldi cümlenin
devamında, tutamadım kendimi, n’apim? İki dakka ciddi olabiliyorum ben ki,
düşün kaç satırdır epey ciddi şeyler yazdım, düşün gari sen gerisini.
Velhasıl kelam, sözün özü, öküzün gözü (ben
cabarne ve shiraz seviyom gerçi ama o da olur iyiyse), ebe ninenin örekesi*,
benden söyleyesi, sen dinleyesi, şöyle ki;
Kırk yaş sendromu diye bir şey yok!
Boşuna kendini triplere sokupta, bi’ bokvarmış gibi dellenme. Yok işte, olanı biteni, hepi topu yeni bir rakam ve ayrıca pek de lezzetli.
Boşuna kendini triplere sokupta, bi’ bokvarmış gibi dellenme. Yok işte, olanı biteni, hepi topu yeni bir rakam ve ayrıca pek de lezzetli.
Aslına bakarsan, hiçbir yaşın sendrom’u
yok. Biz kendimiz yaratıyoruz illaki çok lazımmış gibi. Tabii canım. Sen
ileriye bak, geçmişe değil. “Gençtik, yaşlanıyor muyuz şimdi yani?” diye
hırpalama kendini yok yere. Sonradan; “Kız ne salak mışım ya, dinlememişim
seni?!” dersin ama iş işten geçmiş olur… Geçmiş zaman olur ki…
Kırkındaki adamceğizlerin de sorunları veya
güzel yanları vardır ama şimdi bir de onları yazamayacağım. Paşa gönlüm
isterse, bi’ ara bakarız, yazarız, çizeriz…
“Bi’ sussa da, kalkıp gitsek şunun başından”
diyorsundur sen şimdi içinden. Korkma, dışından söyle. Nasılsa duymayacağım…
Ehe…
Ama gerçekten de korkma, dışından söyle ne
söyleyeceksen hayata ya da insanlara. Kırklısın kızım sen artık. Tabii… Her bi’şeye
hakkın var.
NOT:
Bkz. *Öreke:
Yaklaşık
1 metre uzunluğundadır. Kızılcık ağacından yapılır, uç tarafı yünü tutması için
çatallıdır.Alt tarafında ‘ arşak ‘ denilen bir çubuk ve topaç benzeri, ortası
delik bir aparat bulunur.
Bel’e bir kuşak yardımıyla bağlanır. Arşak
çevirilir ve yün ip olarak arşak’ta toplanır.
Öreke’
ye terbiyesiz bir mana içeriyormuş gibi haksızlık edilmektedir.
Milletimin
efendisi kadınlarımız, çorap ipi veya kazak ipi hazırlamak için kullanmaktadırlar
bu faideli aleti.
Bu yüce öğretiyi de
aldığına göre, şimdi sakince makinanı kapayıp, pencereni aç ve deriiin bir ‘oh’
çek en temizinden…
Aferin.