O değil de... Geyik meyik hikaye, ızgarada bir dana bonfile olaydı da yiyeydik...
Lakin konu ciddi!
Neşeli, gülüp oynaya birkaç gün öncesinden karşılanan,
erkenden kalkılıp el öpülen, şeker ve harçlık dağıtılan, sokakta mantar maytap
veya torpil patlatılıp eğlenilen, gece yarılarına kadar çelik çomak – misket
kuyu kazmaca – saklambaç – yakar top oynanan, harçlıklarla elmalı şeker – pamuk
şeker alınan ve henüz ‘Nerede o eski bayramlar?’ Diye hayıflanılmayan günlerde
ne güzeldi be bayramlar?!
Benim gibi kırk yaş üstü iseniz pek bir aşinasınız demektir
o günlere. Genç iseniz, okuyup gülecek ve ‘Hadi canım sende… Nedir bu eski –
yeni bayram teranesi? Yaşlanmışsınız işte… Başka bir fark yok!’ Diyeceksiniz
muhtemelen?! Lakin tüm bunlar ‘ihtiyarlık’ yakınması ile ilgili değil genç
insan! Ruh ile, duygu ile, zihniyet ile, örf – adet ile ilgili… Sen yaş
aldığında ve ihtiyarladığında, umarım bu günleri özleyecek durumda olmazsın.
Ama oturduğun yerden olmaz bu! Çok çalışacaksın, vatanına sahip çıkacaksın,
memleketini ev’in bileceksin, evine yabancıları sokmayacaksın, aileni (!) bir
arada tutmak için var gücünle mücadele edeceksin ki; bu günleri hasretle
anmayasın! Kaldı ki; anacak ne gücün ne de iznin kalmayabilir mazaallah!!!
Halet-i ruhiyemiz mi, ekonomik durumumuz mu, memleket
meseleleri mi bizi bayramlardan haz almaktan alıkoyan?
E, hal böyle ise eskiden yani; gaz lambası ile
aydınlanıldığı, ekmek – çay – şeker – tüp kuyruklarının olduğu veya başka
deyişle hiçbir şeyin olmadığı (!) zamanlarda nasıl oluyor da bayramlarda
yoksulluk – yokluk - dert – tasa unutulup bir coşku hâkim olabiliyormuş? Peki,
ne kadar darda olursan ol çocuğuna ‘Bayramlık’ alma telaşının heyecanı? Ne
kadar yoksul olursan ol, illaki misafirine kurulan sevgi aromalı sofralar?
Acaba ‘maneviyat’ mı idi o günleri daha huzurlu ve güzel yapan?
Şimdi tam tersine;
‘Aman kim bu
vakitsizce (!) kapımı çalan?’
‘Yahu kim geldi şimdi çat kapı, bayram seyran benim neyime?’
‘Aman ne zahmete gireceğiz bayram bayram? Tatile gittik
deriz olur biter?!’
‘Eskidenmiş bayram seyran, kimseyle görüşesim yok vallahi…’
Cümleleri kuruluyor, değil mi?
Eskiden bayramlık pabuç ve elbisesini yastığının altına
koyup uyuyan çocuklar vardı ve bu mini minicik özel durumdan kocaman bir
mutluluk duyarlardı. Yani ‘mutlu olmak’ nedir, bilinirdi! Şimdi bin bir çeşit
ayakkabısı – oyuncağı olduğu halde huysuz, mutsuz ve bencil çocuklar yetişiyor?!
Gerçi şimdilerde bebelere bile markalı ayakkabılar, kıyafetler giydiren ve
giydirmeyeni kendinden küçük gören ‘yeni nesil ebeveyn’lerden; ‘Yeni ayakkabımızı
yastığın altına koyup uyurduk sabah bayram olduğunu ve onu bu yüzden
giyebileceğimizi bilmenin heyecanıyla’ Cümlesinin mana ve ehemmiyetini
anlamasını bekleyemeyiz tabii?!
Eskiden ‘özel günler’ vardı ve o günlerde alınırdı ‘özel’
şeyler. Bu da durumu daha da ‘özel’ kılardı. Alınanın, yapılanın kıymeti
olurdu. Çünkü her daim, her şeyi alacak parası yoktu insanların. Olanı da bu
özel zamanlar için saklarlar ya da önceden o an için biriktirirlerdi. Ve öyle
mutluydular ki… Şimdi ‘özel’ olan bir şey kalmadı. Her bir şeyi, her an bulup
alabiliyorsun. ‘Bayramlık’ ayakkabı ya da kıyafete ihtiyacın yok, çünkü artık
sana her gün bayram (!) ve zaten hepsine sahipsin, bayram’a saklamana gerek
yok! Hal böyle olunca da, ‘özel’ mutluluklar yaşayamıyorsun!
Eskiden aile ziyaretleri yapılırdı cümbür cemaat. İade-i
ziyaretler ihmal edilmezdi. Gelecek olan yakınların, eş – dostun yolu
gözlenirdi. Şimdi kimselerle muhatap olmamak için tatil bahaneleri yaratılıyor.
Bayram; ‘tatil yapmak’ manasına geliyor artık…
Eskiden sadece yaşayan değil, göçüp gitmiş yakınlarını da
sevindirirdi insanlar. Kabir ziyaretleri de azaldı sanki. Severek, sayarak,
hatırlayarak hatırlatırdı kendine kişi; bir gün kendisinin de oraya göçeceğini.
Kısacık hayatta ölümlü bedenler olarak, kıymetini bilirdi geçirdiği o ‘özel’
zamanların. Şimdi dedesinin, amcasının nerede yattığını bilmeyen insanlar var!
Eskiden kulaktan kulağa, dilden dile dolanır idi bu mevzu,
şimdilerde sosyal – görsel medya vasıtasıyla giriyor göze – kulağa ‘eski
bayramlar’…
Şimdilerde reklamlarda bile işleniyor bu konu. Yaşlı –
tonton bir çift, erkenden kalkıp, giyinip, şekerlerini hazır edip, torun
tombalak bekliyor ‘Umut fakirin ekmeğidir’ kıvamında. Biraz demagojik, biraz da
gerçek… Ne yazık ki davulcu çalıyor kapılarını bayramda sadece… Sevgi ile acıma duygusunu bir tutan, acizliğe
– yokluğa acımayı ‘sevgi’ zanneden insanlar olarak, damardan girmeyi biliyor
bizlerin kanına reklamcılar?!
Ya da tam tersi; aile büyükleriyle coşkuyla kutlanılan, amerikalı
gazlı içeceğin (!) su gibi içildiği sofralarda güle oynaya buluşulan bir
görüntü var… Sözde büyükler de unutulmamış ve en küçüğünden en yaşlısına sevgi
pıtırcığı bir aile resmedilmiş! Sanırım onların ‘çocuk’ yaşta evlatlarının
eline silah verilip; ‘Hadi bakalım, vur şu teröristi. Lakin kaderinde varsa
–şehit- de olabilirsin. Ama olsun varsın üzülme. Adı üstünde ‘kader’ bu!
Efendim? Benim oğlum mu? Ha, ona dizimin dibinde yaptırdım yahu. Şimdi de bir
elinde internet, diğerinde ne edersen et parası, dolanıyor işte –erkek- gibi!
Ne yapalım canım, onun kaderi şehit olmak değil ki sen varken?!’ Denmemiş henüz.
Sanırım onların ekonomik sorunları yok, sırtları pek karınları tok! Sanırım onların
şiddet görmüş, istismar edilmiş kız evlatları da yok! Sanırım onlar Türkiye’nin
genelinde olduğu gibi 3G modunda yaşayan, huzurlu mutlu bir aile! Keşke böyle
mutlu olsa herkes ama ben her zamanki gibi bize dayatılan, alttan alttan
bilincimize yerleştirilen ve bizi suskunluğa iten şeylere sinirleniyorum tabii…
Söyleyecek, konuşacak o kadar çok şey var ki, ne yazmakla
biter, ne de dinlemekle…
Nerde kalmıştık? Hah…
Şimdilerde sayfiye tercih ediliyor sessiz sakin olması
babından, bayram geçirilmek (!) üzere… Bir nevi saklanılıyor geçmişten?! Adı
üstünde ne de olsa, geçmiş – gitmiş – yok! Eskisi gibi değil ne de olsa artık
bayram dediğin!
O devri bir güzel devirmiş (!) tadını alabilmiş
büyüklerimizden dinlediklerimiz ne hoş değil mi?
Tiyatrolar, eğlenceler düzenlermiş… Kukla, meddah
gösterilerine ilgi çok olurmuş… Çocuk Esirgeme Kurumu kartlar bastırıp dağıtırmış
içinde sürpriz hediyeler olan… Aileler ihtiyacı olana vermek üzere hazırlıklar
yaparmış bir şeyler toparlamak için. Öyle eski püskü değil ha, yepisyeni
şeyler! Müthiş bir tevazu içinde huşu ile yapılırmış lakin tüm bunlar, göze
soka soka değil!!!... Panayırlar kurulurmuş çoluk çocuk gidilen…
Bu sene de haberler bilmem kaç kişinin yurt dışına
çıkacağını duyuracak bayram tatilinde. Yurt içinde ise trafiğin nasıl felç
olduğundan ve her sene olduğu gibi bayramlık kazaların sayısından dem vuracak.
Seyahatinden dönenlerin yol çilesi ve tatil eziyeti anıları dinlenecek. Gidilen
mekânlardaki garip yapaylık, tatsızlık ve ruhsuzluktan bahsedilecek. Ve bu
bayram da her bayram olduğu gibi ‘kös kös evde oturduk işte’ Diyenler olacak.
‘Deliye her gün bayram!’ Diyen çıkacak illaki. Ve tabii; ‘Nerde o eski
bayramlar’ geyiği boy gösterecek her sene olduğu gibi gözümüzün kulağımızın
önünde geçit töreni yaparak. Evet… Ve fakat sanıyor musun ki beş – on – on beş
sene sonra dahi çevrilmeyecek yine ilave soslarla bu geyik? Sen öyle zannet J O yüzden ‘geyik
muhabbeti’ Diyerek küçümsememek de lazım anlatılanları. Şimdi ‘yeni’ olan
bayram da eskiyecek çünkü ve kim bilir ne denilecek onun hakkında da?
“Terörün, şiddetin, geçimsizliğin, ayrımcılığın had safhada
olduğu; kardeşin kardeşi vurduğu; çocuk yaşta –kader- şehitlerinin kanlı gözyaşlarıyla
toprağa verildiği; bağnazlığın, yobazlığın prim yaptığı; mağdurun suçlu
sayıldığı; ‘özgürlük’ ve ‘hak’ kelimelerinin sözlükten bile silinmek istendiği;
insanların sürekli –mış-muş- gibi yaptığı ve asosyal bireylere dönüşüp itinayla
birbirinden kaçtığı; saygısız, sevgisiz, neşesiz, tatsız, tuzsuz günlerdi eski
bayramlar! Hey gidinin…” Diye anılırsa hiç şaşmam.
Tabii temennimiz her daim
dalgalanan bayrağımızın altında her türlü pisliğin kötülüğün son bulduğu,
huzurlu coşkulu kutlanan bayramlara erişebilmek…
Galiba tadımızı tuzumuzu Bayram’da değil, kendimizde arasak
fena olmayacak?! Hani mutluluk aranarak bulunacak bir şey değildir ya? Ve galiba değişen bayramlar değil, insanlar
ha ne dersiniz?
Eskidendi bayramlar, ‘Eski’ Dendi bayramlara!.. Bayramlar
eskimiyor aslında, insanların duyguları eskiyor.
Gençler ile ebeveynleri ve
büyükleri arasında uçurumlar açılıyor git gide. Birbirini anlamaya
çalışmıyorlar. Genç kişi, henüz daha az yaşanmışlığın verdiği tecrübesizlikle
küçümsüyor büyüğünü, büyük de kendini pek bir ‘büyük’ görüyor bazen kendinin de
bir zamanlar ‘genç’ olduğunu unutup ahkâm keserken! Uyuzlaşmaya değil,
uzlaşmaya başlamalı hâlbuki bir an evvel. Daha çekirdek ailede anlaşamazsa
bireyler, toplumda halimiz nice olur? Birbirine zıt, birleşeceğine kendi içinde
asıl gerekenler dururken birbirine kafa tutan, ruhsuz – yersiz - yurtsuz
insanlar topluluğu olma yolunda ilerliyoruz maşallah! Aferin bize!
Yaşadığımız günler, bayramın ruhuna ters bir zihniyette ve
karanlıklar içinde. Yalaka bir koyun sürüsü ile Ulusal birlikten uzak, kendi
başını kurtarıp ‘Yılan’ın başını kendine dokunmadığı sürece umursamayan,
saygıyı yitirmiş, sevgi’yi sadece bir isim zanneden, tembel, dar görüşlü, at
gözlüklü, ‘Hep Bana’cı, ruhsuz insanlar topluluğu ile hangi bayramı
kutlayacağız Allah aşkına?! Nesini kutlayacağız? Nasıl kutlayacağız?
Din-i bütün (!) görünüp, bütünlüğümüzü bölmeye çalışanların
varlığını bile bile hangi yüzle kutlayacağız ‘Oh be bayram geldi, her şey
güzel, her yer güllük gülistanlık!’ Deyip?!
Hz. Muhammed (S.A.V.) demiş ki; “Burçlarında kendi bayrağı
dalgalanmayan ulusların namazları da geçerli değildir!”
Sen önce bir güzel memleketine sahip çık, elden gitmesine
göz yumma, bayrağını anlı şanlı dalgalandır. Ondan sonra bak nasıl olacaksın
gerçek Müslüman?! Yeme – yedir, içme – içir, giyme – giydir, alma – ver! Bak
nasıl seviliyorsun sayılıyorsun milletçe.
Ama nerdeee?!
En güzeli; ‘eski’ ya da ‘yeni’ karşılaştırması yapacağımıza,
henüz geç değilken geleceği olumlu yönde değiştirmeye çabalamak olsa gerek.
Devir değişiyor, şartlar değişiyor, evren değişiyor. İnsanlar da değişip, o
anki duruma ayak uydurmaya çalışıyor aslında. Mesele bundan ibaret. Ve fakat
önemli olan; eski’ye ‘antika’ muamelesi yapıp muhafaza etmek ve yeniyi de bir
gün eskiyeceğini düşünerek yıpratmadan muhafaza etmektir. Bakınız ikisi de aynı
kapıya çıkıyor.
Evimiz olan ülkemizi ve içinde yaşayan ailemiz olan
insanları sevelim. Sevmediklerimizi, istemediklerimizi de söylemekten
kaçınmayalım. ‘Bugün bana, belki yarın da sana!’ Diyerek empati kurup, olup
bitene kulak tıkamayalım.
Allah’ın her günü özel ve kutsal. Ve her bir gün bayram
havasında, şükrederek yaşamak mümkün olsun inşallah.
Hadi bakalım...
İyi bakalım, iyi görelim.
Şeker gibi tatlı, huzurlu,
sağlıklı, aydınlık günlerin müjdecisi güzel bir bayram diliyorum.