Kategoriler

30 Haziran 2011 Perşembe

Her gönüle girebilseydi Aşk,sinirlenecek bir şey kalmazdı bu dünyada!

Yahu, sinirlendim!...

Anacım Ece Temelkuran twitter da;
"Havayollarında -silent flight- diye bir uygulama olsa. Ekstra ücret ödeyerek çocuksuz ve sessiz uçaklara binebilsek... İyi olmaz mı ey THY!" demişti gayet masumca ve doğal bir şekilde...

Bir tweetgil ki muhtemelen bi anne (?), ETemelkuran'a hitaben ve cevaben;

"Extra ücret ödeyenleri Mars'a gönderiyorlar . Gidin ve orda kalın. Allah size anne olmayı nasip etmesin" yazmış fütursuzca...

Ne acı değil mi? Bana mı öyle geliyor yoksa? Bu nasıl bi' sayko ruh hali ve iç dünyadır ki kadındaki;
 "Allah size anne olmayı nasip etmesin" diye bedduaya varacak bir cümle sarf edebiliyor?... 
Çocuğuna acıdım vallahi, başka da söze gerek yok aslında?!... Maazallah böyle insanlardan (insan mı dedim?) imtina etmek gerekir... 

Kadıncağızın (ETemelkuran) ölmesini dileyenler bile oldu yahu?! Yaftalanmadığı şey, yakıştırılmayan sıfat kalmadı yeryüzünde... Anlayışsız ve hoşgörüsüz bu tür insanlarla ki ben onlara "insan" olma payesini veremiyorum; aynı memlekette yaşadığım için uyuz oluyorum, kaşıntı basıyor her yanımı... Çok alerjik, hassas bir bünyem var ve tabii hassasiyet her zaman iyi olmuyor!

İllaki bir cevap yetiştirmek istiyorsan Vatan-Millet-Sakarya adına a be 'anne' müsveddesi kadıncık;
"Size katılmıyorum" de güzelce... (Ne mümkün?)
"Niye öyle diyorsunuz, tabii o sevgiyi bilemezsiniz o yüzden böyle konuşuyorsunuz...bla..bla.." de... (Ki ne alaka çocuğu yoksa empati yeteneği var?)
"Laf mı seninki de şimdi? Özel uçak tut çok paran varsa?" filan bile diyebilirsin cazgır ağzınla?! 

Nedir bu bedduaya, hakarete, aşağılamaya varan, içinizin pisliğini yansıtan cümleler?

Konu ETemelkuran değil... Ben de onun avukatı değilim. Ki; zaten gayet güzel konuşan ve yazan bir kadındır. Örnek; ETemelkuran, Konu; insanların nasıl bu kadar duyarsız, empati yoksunu, kendi doğrusundan başka bir fikre açık olmayan, terbiyesiz, saygısız ve kötü olabildiği! 
Saygı mı dedim? Bu memlekette, biri diğerine tasvip etmediği de olsa bir fikrinden dolayı saygı duyacak?! Haha... Güldürüyorum kendi kendimi akşam akşam?!

Bir kere, her kadın anne'dir! Tabii... Doğasında var bi'kere. Çocuğu yoksa yeğeni vardır, o yoksa komşusununki vardır, o yoksa bi'akrabasınınki vardır, o yoksa kankasınınki vardır, o yoksa sevgilisi/kocası vardır yahu?! Koca çocuklar değil midir onlar ömür boyu baktığımız? 

herkes çocuk yapmak ya da sevmek zorunda değil... Çocuk sevmemek ya da bilinçli bir şekilde veya elde olmayan sebeplerden yapamamak demek, ne tür bir şey olarak algılanıyor acaba, bilemedim?...

Siz pek güzel seviyorsunuz maşallah çıkarttığınız (e, yani?!) veya başka çocukları;

Sen, çocuğunu komiklik olsun diye ağlat, bağırt, videoya çek, koy youtube'a... Bu, çocuk sevmek olsun!

Sen, sokakta herkesin ortasında itip-kak, tokatı yapıştır anne olmanın verdiği (ne) hakla! Bu çocuk sevmek olsun! (Ağlayan çocuğu susturmak için dövüp ağlatmak diye bi'şey var yurdum annesinde?!)

Sen, sokakta mecburen ıvır-zıvır satan, dilendirilen çocuğun suratına bile bakma, azarla, küfrü çek... Bu çocuk sevmek olsun!

Sen, çocuk sevmenin çocuğu doğurmak olduğunu düşün, enik gibi at sokağa, pc başına, dadıya, komşuya, büyük anneye... Bu çocuk sevmek olsun!

Sen, canın istedi diye, canın sıkılmasın oyalanasın evde diye doğur... Bu çocuk sevmek olsun!

Sen, at TV karşısına çocuğu seni rahatsız etmesin diye, senin gibi embesil (e, rol model!) bi'şey olup çıksın bir örnek ve bu çocuk sevmek olsun!

Sen, çocuk yapmayanları aşağıla, çocuğu olmadığı için anneliğin ne demek olduğunu asla bilemeyeceğini çirkin bir şekilde savun ve onları terbiyesizce yargıla anneliğin 'doğurmak'tan ibaret bir vasıf olduğunu sanarak ve bu çocuk sevmek olsun. (Affedersin ama kedi köpek de doğuruyor patır patır ve inan senden daha iyi bakıp büyütüyor eniğini!) 

Sen, oturduğun yerden TV karşısında izle çocuk haklarını... Bu çocuk sevmek olsun!

Oldu canım...

Seninkinden çok daha masum bir duygu ve istek oysa ki bazı yerde çocuk yapmamayı ya da çocuk sesi duymamayı dilemek... 
Bazı şeyleri ya da varlıkları seversin ya da sevmezsin. Bu, bu kadar basit algılanması gereken ve saygı gösterilmesi gereken bir durumdur! Ayrıca bir insan çocuk yapar ya da yapmaz, anne olur ya da olmaz, sana ne? Ha, sana ne? 

Kaldı ki nice anneler tanıyorum, kendi çocuklarının varlığına katlanamayan zaman zaman! E, bu çok normal ve insani bir durum değil mi? Her saniye aynı ruh halinde olamaz ki insan, çekemeyeceğin anlar vardır! Anne de bir insan! Şimdi, annem sessiz olmam için yüksek volüm uyardı diye, beni sevmiyor manasına mı geliyor yani? Şimdi buna gülüyorum hem de sesli ama tabii sen duyamazsın!
Onu bırak, senin çıkartıp etrafa umarsızca saldığın çocuğunun bağırış-çağırışını da kimse dinlemek zorunda değil, sen bile dinlemezken!
 Anne (!) ol da, öğret "Hayır" dan anlamayı! Ama önce kendini eğitmen gerekecek ki bundan da ümitsizim?! Sen zaten doğru dürüst, güzel kalpli bir anne olsan; çocuğun kendiliğinden hayır'dan/evet'den anlayan biri olur çıkar.

Her yerde karşılaşabiliyorum böyle tiplerle yahu... Bıkmış artık, yorulmuş yumurcağın yaramazlıklarından... Tamam şirin de bir şey ama sen sıkıldın diye, benim kulaklarıma işkence mi etsin, huzurumun içine mi etsin herkesin ortak kullandığı bir yaşam alanında, bir yerde? Git evinde istediğin kadar bağırt-çağırt çocuğunu! (Çünkü muhtemelen öyle yapıyorsun?!)

Mesele direkt çocuk da değil aslında,  rahatsızlığı veren çocuk da olsa, yüksek volüm müzik de olsa, sigara içilmesi de olsa, ne olursa olsun benim huzurumu bozacak şeyi yapamaz-yaptıramazsın! Bu kadar basit işte! 

Ne kadar çok çocuk seven (!) varmış arkadaş bu memlekette? E, madem öyle, nasıl istismar ediliyor bu çocuklar? Nasıl hor görülüyor, çalıştırılıyorlar? Nerde o severler? 

Bazı insanlar çocuk yapamıyorlar ellerinde olmayan sebeplerden. Çok çabalasalar da kavuşamıyorlar işte bazen. Halbuki yapabilseler, ne de güzel 'anne' olacaklar bir bilsen? Ama nerden bileceksin? Bilmediğin şeyi nasıl anlatayım sana? Anlayamazsın!
Hem bazısının kafası gelmez, bünyesi almaz çocuk yapmayı ya da bakmayı... Ve çok doğru-yerinde bir kararla da yapmaz! Sadece kendine eğlence olsun diye yapan ve enik gibi ortaya atan kadınlardan ve maalesef annelik payesi alanlardan daha dürüst ve asil bir tavırdır bakamayacağı çocuğu yapmamak!!!
Ben de yapmadım, yapmayacağım da! Ve hep şaka babından;
 "Çocukları çok severim, benim olmadığı sürece ve 10 dk.lığına!" derim, dostlarımın ya da sokakta gördüğüm çocukların başını okşarken!
Ama bil ki kendini "anne" zanneden kadıncık; yapsaydım senden zirilyon kerre daha iyi bir anne olurdum ben! 
Vallahi bak!..

Bakamayacağı çocuğu yapmayan ya da çok istediği halde 'anne' olamayan veya kendi çocuğu olamadığı için 'O da masum bir yavrucak, evladım yapıp bağrıma basayım' diyerek bir bebişi evlat edinen tüm kadınları; aslında gerçek birer ANNE oldukları için sevgiyle kucaklıyorum.
Saygılar

Velhasıl,sinirlendim...
Hayır arkadaş anlamıyorum nasıl böyle kin-nefret barındırıyorlar bünyede? Şişiriyordur, ödem yapıyordur yahu bu duygular? Ödem sökücü de kar etmez bunlara ama?! Başka şeyler lazım!!!

Mevzu ETemelkuran değil yani, mevzu onun konu olduğu bir olaydan dolayı, bir daha düşünmek zorunda kaldığımız 'insanlık! 
Her insan, her insana saygı göstermek zorunda tasvip etmese bile! Bakınız;"saygı duymak" demiyorum?! Saygı duymak zorunda değilim kimseye, hiç kimse de bana! Amma ve lakin, edepli edepli saygısını göstermek zorunda illaki... 
Senin gibi düşünmediği, senin tarzında yaşamadığı, senin sevdiğin şeyleri sevmediği için hiç kimseyi aşağılayamazsın, yargılayamazsın! 

Sevmesen de olur eyvallah amma SAYGI GÖSTERECEKSİN!

Bitmez ama BİTTİ..

5 Haziran 2011 Pazar

Yeni kitabımda okuyacağınız türden bi' hikaye! Okuyuverin gari...

KADINCIK

Uzun sarı saçlarını atkuyruğu yaptı iki yandan. Beğenmedi, çıkardı tokalarını, ördü teker teker onları. İki sarı uzun örgüsü olmuştu şimdi. Aynaya baktı. ‘Ne kadar güzel oldum.’ diye geçirdi içinden. ‘Köyde kalsaydım Memet alırdı beni on dört olmadan.’ diye düşündü. Burayı pek sevmemişti. Köy yeri gibi rahat değildi ne de olsa. Büyük ve karışık bir yerdi. Kalabalıktı. Kim kime, dum duma… Kızlar minicik, açık saçık giysiler giyiyordu rahatça. Bir de ‘Gâvur karılar’ vardı tabii. Onlara ise bakamıyordu bile. Neydi o öyle ‘Cıbıl cıbıl’ dolanıyorlardı ortalıkta. Ayıptı, günahtı. Bir sahil kasabasını ilk defa görüyordu. Gezmeye bile gelememişti ki, babası burada iş bulduğu için beraberce yerleştiler aniden. Annesi, iki ağabeyi ve küçük kız kardeşi ile iki odalı bir evde kalıyorlardı şimdi. Oysa köydeki evleri ne kadar rahattı. Tek katlı, dört odalı, geniş bahçeli, serin yayla gibi evlerini bırakıp; iki odaya tıkılmışlardı cehennem sıcağında. Babasına çok kızıyordu. Hiç anlayışlı biri değildi. Anlamıyordu, nasıl çalışıyordu babasının kafası acaba? Köydeki iki kuruş neyine yetmemişti ki? Sanki dünyaları kazanacaktı burada. Alt tarafı, inşaatta amelelik yapıyordu işte. Ama neymiş? İki ağabeyi, kendisi ve annesi de çalışırsa, daha rahat geçinirlermiş. Biraz şehirli olsunlarmış. Sonra da daha çok kazandığında, büyük şehre gideceklermişmiş. Neyse ki o vakte kadar kocaman kız olurum da ‘Ben gelmiyorum’ diyebilirim diye düşünüyordu içinden. Şimdiden bunu babasına dillendirmesine gerek yoktu. Annesi Gülcekız, bir sera da meyve, sebze, ot işine girmişti. Küçük kardeşi Alyazı’yı da yanında götürüyordu bakacak kimse olmadığı için. Ağabeyleri Orhan ve Turgut da bir lokantada garsonluk yapıyorlardı. Gülyazı ise, hiç sevmediği bir patronunun olduğu, küçük bir mağazada çalışıyordu.
 On üç yaşında bir kıza göre oldukça iriydi. Memeleri çoktan büyümüştü. Güzel bir yüzü, uzun bir boyu vardı. Gelen müşteriler; ‘Ne kadar güzel bir kızsın sen!’ diyorlardı hep. Utanarak kızaran yüzünü saklardı ama içten içe hoşuna giderdi sözleri insanların.  O ise, patronunun kızı Badem’i beğenirdi. On altı yaşındaki Badem, çok güzel giyinir, makyaj yapar ve çarşıda şöyle salına salına bir yürürdü ki, bakmayan kalmazdı etraftan. Bir de yavuklusu vardı tabii. Olmaz mı? Ekrem… Upuzun boylu, esmer, yakışıklı bir delikanlı. Badem’e pek iyi davranmıyordu ama Badem; ‘Beni çok seviyor ve kıskanıyor, onun için böyle yapıyor.’ diyordu. Gülyazı ise bir türlü anlayamıyordu sevdiğini söylediği kızı itip kakan Ekrem’i. ‘Sevmek böyle oluyorsa, ben sevmeyeceğim. Böyle bir adam da beni sevmesin.’ diyordu sürekli kendi kendine. Köy yerindeki Memet’ten başka beğendiği bir çocuk olmamıştı bu güne kadar. O da biraz saf bir çocuktu. Bir türlü açılamamıştı kendisine. İşte, kavuşamadan ayrılmışlardı böylece. Kısmet değilmiş demekten başka çare yoktu. Oysa, Gülyazı erkek olsa, sevdiği kızı kaçırmaz, hemen alıverirdi nüfusuna…
Günler sıkıcı geçiyordu Gülyazı için. Sevmediği bir işte çalışıyor ve her ayın on beşindeki maaşını olduğu gibi babasına veriyordu kendine bir toka bile alamadan… Çok özeniyordu Badem’e. Bırak çalışmayı, habire para harcıyordu kız. Babasının yanına gelir; ‘Harçlığım bitti, sinemaya gideceğim arkadaşlarımla, para verir misin babacığım?’ derdi. O da hiç sesini çıkarmadan trink diye çıkarır verirdi bir tomar parayı.  İyi bir kızdı ama Badem, hatırını sorardı hep Gülyazı’nın. ‘Bir gün beraber takılalım, seni sinemaya götüreyim.’ Bile demişti. Takılalım; birlikte gezelim demekti belli ki… Yani, kendisini aşağı görmüyor, yanında gezdirebileceği bir arkadaşı olarak düşünüyordu demek ki… Böylelikle belki çevreyi daha iyi tanır, yeni arkadaşlar edinir ve sıkıcı hayatına renk gelirdi. O günü sabırsızlıkla bekliyordu Gülyazı. Günler geçiyordu fakat Badem bir türlü ‘Hadi gidelim’ demiyordu. Olsundu… ‘Nasılsın?’ı hiç eksik etmiyordu zaten. Sabırlıydı Gülyazı, elbet onun da hayatı güzelleşecekti. Yalnız bütün gün çalıştığı yetmiyor, eve gidince de iş yapmaya devam ediyordu. Yemek, çamaşır, bulaşık ne varsa ondan soruluyordu. Babası ve ağabeyleri, kalkıp bir suyu bile almazlardı mutfaktan. Çayıydı, kahvesiydi, meyvesiydi, her şeyi ayaklarına beklerlerdi. Hani şehirli olacaklardı ve onlar gibi yaşayacaklardı. Hıh… Bıkmıştı bu hayattan. Yapacak bir şey yoktu şimdilik ama en kısa zamanda güzel şeyler olacağına inandırmıştı kendini. Badem ile gezmeye bir başlasındı, gerisi gelecekti… Gelsindi…
Geçen günler ve aylar boyunca, işe alışmış, tekdüzeliği benimsemişti. Rutin hayatı aynı şekilde devam ediyordu. Bir buçuk senedir bu kasabadaydı ama hala sıkı arkadaşlık kurduğu biri yoktu. Komşu esnaflarda çalışan birkaç kızla laflıyordu ara sıra. Bir de Sabri vardı, karşı cafe’de çalışan. Hoş bir çocuktu ve Gülyazı’yı beğendiğini açıkça söylemiş, hatta gezmeye davet etmişti. Ama nedense o pek ısınamamıştı Sabri’ye. Biraz sessiz ve pısırıktı Gülyazı’ya göre ve aslında o aniden Ekrem’e sevdalanmıştı. Çünkü birkaç ay önce, Ekrem gelip şöyle demişti;
‘Sen ne kadar güzelleştin kız… Âşık oluyorum valla sana. Badem’den de sıkıldım zaten. Çok havalandı. Senin gibi hanım bir kız da değil. Onu terk edeceğim ama zaman lazım. Beni deli gibi seviyor, kendine kıymaya falan kalkar, yazık. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra söyleyeceğim artık. Ama o arada biz de buluşabilir ve birbirimizi tanımaya çalışabiliriz. Badem’den ayrılınca da, daha fazla uzatmaz evleniriz. Yaşatacağım seni kız. Çok güzel bir evimiz olacak, hizmetçilerin olacak. Arabalardan inmeyeceksin. Alacağım seni. Bundan sonra benimsin. Kimselere bakma.’
Çok heyecanlıydı Gülyazı. Sabri arada tekrarlıyordu teklifini ama onu da tersliyordu. Ekrem ‘Kimselere bakma, benimsin.’ Demişti ya. Artık işe güle oynaya gidiyordu çünkü arada dükkâna Badem ile birlikte Ekrem de geliyor, ondan iki yanak alıyor, göz kırpıyordu. Kimsenin görmediği anlarda da dudağına minik bir öpücük konduruveriyor, ‘Seviyorum seni kız.’ Diye ekliyordu. Badem ise onca zamana rağmen, hala bir yere davet etmemişti kendisini. Ekrem’in dediği gibi biraz havalanmış mıydı ne? Artık ‘nasılsın’ı bile çok görüyordu kendisine. Evet, Ekrem boşuna kaba davranmıyordu ona demek ki. Aslında Badem’i sevmediği apaçık görülüyordu. Kendisini seviyordu işte. Ayrıca da Badem’den ayrılır ayrılmaz evleneceklerdi. O da bu aptal dükkâna ve patronundan sürekli yediği azarlara katlanmak zorunda kalmayacaktı. Zaten ara sıra da kendisine bir tuhaf dokunuyordu bir şey söylemek bahanesiyle. Hiç sevmiyordu Metin Bey’i. Oysa Ekrem’e bir çıtlatsa, hemen oradan alırdı kendisini, çalıştırmazdı. Ama bir tatsızlık çıksın istemiyordu giderayak. Nasılsa kurtulacağı günler yakındaydı. Sabredecekti her zaman olduğu gibi. Babası ya da ağabeyleri de onu anlamazlardı. Hepsi kendi derdindeydi ve sadece aldığı maaşla ilgileniyorlardı. Evden de kurtulacağı için seviniyordu. Annesine çok acıyordu fakat o da yıllardır sesini çıkarmadan ezik bir kadın olarak yaşamına devam ediyordu. Böyle gelmiş, böyle gidecekti. Yalnız onun kaderi, annesine benzemeyecekti. Ekrem onu prensesler gibi yaşatacaktı. Onun ‘Beyaz Atlı Prens’i, Ekrem’di. Bunu biliyordu. Ve bunun hayaliyle sabrediyordu.
Yılsonuna doğru, Badem’in yaklaşan doğum günü telaşı sarmıştı herkesi. Sinir oluyordu Ekrem’in Badem’e sarılıp; ‘E, söyle bakalım, ne istiyorsun doğum günü hediyesi olarak?’ diye sürekli sormasına. Niye öyle yaptığını sorunca Ekrem; ‘Kızcağıza acıyorum, yazık bir hediye alırım artık. Kimseyi üzmek istemem. Anlıyorsun değil mi?’ diyordu. Anlamaya çalışıyordu ve o da üzülüyordu Badem için. ‘Bilse kendisini değil de beni sevdiğini nasıl yıkılır kim bilir? Ekrem de ne iyi bir adammış meğer, kızı üzmesin diye elinden geleni yapıyor.’ Diyor ve tekrar hayran oluyordu sevdiği adama.
Babası da, evde vereceği parti için Ekrem’i görevlendirmişti;
‘Al bakalım damat şu parayı, güzel bir şeyler yapın. Müzik falan da olsun ha… Ne istiyorsa yapılsın benim güzel kızım için. Bir defa girecek on sekizine, kolay mı?’ diyordu.
Damat da ne demek oluyordu şimdi? E, tabii… Adam nereden bilsindi aslında Gülyazı ile evleneceğini. Söyleyemiyordu henüz Ekrem. Korkuyordu Badem’in kendine bir şey yapmasından. Ne iyi kalpliydi. Sevmediği halde katlanıyordu, kendisine zarar vermesin diye kızcağız. Gülyağız da on beşine girmişti ama bir kez bile doğum gününü kutlayamamıştı. Ailesinde öyle bir gelenek yoktu. Çok kıskanıyordu Badem’i, ne kadar şanslı bir kızdı. Olsundu, Ekrem ona her yıl yapacaktı doğum günü partisi. Söz vermişti. Ve bu parti olayı da bitince söyleyecekti artık, Badem’e onu sevmediğini. Sabırsızlanıyordu Gülyazı.
“Gül’cüğüm, doğum günüme gelmek ister misin? Uzun zamandır çalışıyorsun bizim yanımızda. Arkadaş sayılırız artık, değil mi? Zaten ne zamandır da beraber bir şeyler yapalım istiyordum. Ha, hediye falan getirme sakın, kızarım. Tamam mı canım?”
“Badem abla ben gelmeyeyim. Hepsi senin arkadaşın, ben kimseyi tanımıyorum, sıkılırım orada. Sağ ol.”
“A… Duymamış olayım ya, olur mu öyle şey? İtiraz istemiyorum. Hem Ekrem’le nişanımızı da açıklayacağız, mutlaka orada olmalısın. Sen de artık aileden sayılırsın değil mi? Babam çok memnun senden, bırakmaz seni bundan sonra. Demek ki uzun yıllar daha beraberiz. Bizim evi biliyor musun sen?”
“Yok abla, bilmiyorum. Demek nişanlanacaksınız. Evleneceksiniz yani?”
“E, tabii… Hahaha… İlahi Gül… Evlenmeden önce olan nişan, evet… Niye şaşırdın sen bakayım?”
“Yok abla, şaşırmadım, sevindim. Hani ben de bir gün evlenmek istiyorum da, kendimi koydum senin yerine.”
“Hı… Tamam… Hahaha… İnşallah kız, var mı bir erkek arkadaşın?”
“Yok abla, ne erkek arkadaşı?”
“Ay bu da her şeye –yok abla- deyip duruyor ya! Hiç güleceğim yoktu kız. Hahaha… Neden yok ki sevgilin? Ne güzel kızsın. Duydum ki Sabri çok beğeniyormuş seni ama yüz vermiyormuşsun.”
“Yok abla… Yani şey… İstemiyorum ben onu. Bir garsona mı varacağım? Hem ben başka birini seviyorum.”
“Ay… İnanmıyorum… Bir sevdiğin mi var? A… Çabuk söyle bakayım, kim, kim?”
“Bizim mahalleden biri abla, tanımazsın.”
“İyi bakalım, söylemeyeceksin. Ne diyeceğim, Ekrem eve gelmeden alışveriş yapacak, o sırada seni de alır getirir, madem bilmiyorsun evi. Sana da kolaylık olur hem, hı?”
“Yok abla, istemem. Ben kendim gelirim.”
“Ay, bayılacağım şimdi. Yine –yok abla- demeye başladın. Tamamdır, Ekrem alacak seni anlaşıldı mı? Uğraşma şimdi bulacağım diye karışık yollarda… Hem o da senin enişten sayılır artık, çok seviyor seni kardeşi gibi. İstanbul’a okutmaya göndermeyi bile düşünüyor. Babama söyledi geçen gün ‘gönderelim’ diye. Sizinkilerle de konuşacak babam. Ya… Ne güzel haber değil mi?”
“???”
“Ay, tutuldun değil mi? Hahaha… Sevindin sen sevindin… Aa… Gözyaşımı onlar?”
“Yok abla, sevindim tabii… Ama ben gitmek istemem… Metin abiye söyleyiver de boşuna konuşmasın babamlarla. Zaten eve para lazım, göndermez beni oralara…”
“İnanmıyorum ya… Olur mu hiç öyle şey… Dur bakalım, neyse, acelem var şimdi, konuşuruz sonra…”
“Tamam abla.”
“Ay, hem bana abla deyip durmasana canım. Alt tarafı üç yaş var aramızda. Badem de sadece… Hadi gidiyorum ben, alışveriş yapacağım, doğum günüm için kıyafet alacağım. Bye…”
“Peki abla… Yani… Badem… Güle güle…”

Gülyazı kendini zor tutmuştu bağırıp çağırmamak, hıçkıra hıçkıra ağlamamak için. Nişan diyordu Badem, evlilik diyordu, İstanbul diyordu, göndermek diyordu. Diyordu oğlu diyordu! Neydi şimdi bu? Bu da Ekrem’in meşhur planlarından biri miydi acaba diye geçirdi içinden? Yoksa onu kandırıyor muydu habire? Niye de kandırsındı aslında? Yok, öyle biri değildi o! Asıl Badem kendi kendini kandırıyordu. Yazık… Ama yapacak bir şey yoktu. Üzülüyordu bazen de, Badem’e haksızlık edip etmediğini düşünüyordu. Elinden alacaktı hayal dünyasında yaşattığı adamı. Kendiliğinden oluvermişti zaten, Ekrem çıkagelip söylemeseydi o sözleri, aklına düşürmeseydi sevdayı, olmayacaktı bunların hiç biri. Ne kadar da çabuk gelişiyordu her şey. Teselli etti kendini Gülyazı, Badem’e ihanet etmediğine dair. İçi rahattı artık. Doğum gününe de gitmek zorundaydı. Belli etmemeliydi hislerini. Zor durumda bırakmamalıydı Ekrem’i. O nelere katlanıyordu onun için, yardımcı olmalıydı sabrederek.  Zaten sabır, en önemli özelliğiydi Gülyazı’nın. Bunu da atlatacaktı…
‘Şu doğum günü faslı da bir biteydi’ diye düşündü sıkıntıyla. Badem’in söyledikleri gerçekse ne yapardı ki? Olamazdı, Ekrem asla yalan söylemezdi ona. Kuaförde uzun dalgalı sarı saçlarını omuz hizasında kestirip, bir de fön çektirmişti. Biraz şehir kızlarına benzeyip, güzelleşmeliydi. Ekrem’in aklını başından almalıydı ki bir çabuktan, o yarım aklı başına geri gelmeden karısı oluvermeliydi. Gerçi öyle sinsi planlar yapabilecek tipte bir kız değildi Gülyazı. ‘Zaten deli gibi seviyor beni Ekrem, uğruma Badem’den ayrılacak kadar. Daha neyini düşünüyorum?’ diyerek kendini yeniden teselli etti…
“Hazır mısın, almaya geldim seni… Ne güzel olmuşsun kız, benim için giyindin değil mi?”
“Beğendin mi? He… Senin için giyindim tabii…”
“He demek… İyi… Gelinlikler için de çok güzel olacaksın Gülüm benim.”
“Badem abla öyle demiyor ama…”
“Sen ona bakma. Kendi kendine konuşsun dursun. Dedim ya, üzmek istemiyorum şimdi. Bugünler bir geçsin, geçeceğim karşısına, ‘Ben Gülyazı yı seviyorum, seninle bir geleceğimiz olamaz’ diyeceğim.”
“Gerçekten mi? E, babasına ne diyeceksin? Damadım deyip duruyor senin için.”
“Onun da karşısına geçip, ‘Metin Bey amca, gönül bu, ben Gülümü seviyorum’ diyeceğim. Rahatladın mı?”
“He… Rahatladım tabii… Sana inanıyorum ki ben zaten… Peki ama bir de İstanbul meselesi var, ona ne diyecen bakalım?”
“Yahu bu Badem’in de çenesi amma düşükmüş ya… Gidip kıracam o olacak…”
“Neler diyorsun Ekrem? Yazık kıza, ne yapsın duyduğunu söylüyor. Sakın gidip de kızma ona. Üzülürüm sonra.”
“Ne iyi bir kızsın sen öyle! Onun ağzından çıkanı duymuyor kulakları, sen ona bakma… Avutuyor kendini işte. Ben de mahsus suyuna gidiyorum, kalbini kırmadan ayrılabileyim diye. Tamam mı Gülüm benim… Ver bir yanak bakayım…”
J
“Hah şöyle… Gül hep böyle… Gülüm…”
“Ev uzak mı daha?”
“Hayır… Ama önce benim eve uğrayacağız, Badem’in hediyesini unutmuşum, onu alalım. Ayıp olmasın değil mi?”
“Tabii ya… Ama geç kalmayalım, şüphelenmesin yazık.”
“Yok canım, partiye daha çok var.”
“Ekrem, bende bir değişiklik görmüyor musun, iyice bak hele?…”
“Evet, daha da bir güzelleşmişsin işte. Elbisen de yeni herhalde.”
“Saçımı kestirdiydim senin için, bir de fön çekti Esmer abla, fark etmedin ama?”
“Gülüm benim fark etmez miyim hiç? Tam diyecektim ben de… Çok güzel olmuşsun, yakışmış. Benim karım da böyle güzel olmalı, kendine bakmalı zaten, aferin… Hah… İşte geldik… Gel sende arabada bekleme, paket yapacağım daha.”
“Iıh… Beklerim ben, sen acele etme.”
“Olur mu Gülüm öyle, kıyabilir miyim ben sana, arabada bekletir miyim hiç? Gel hadi.”
“Ayıp olmasın şimdi anangile filan.”
“Ah, ne kadar da düşüncelidir benim Gülüm. Kimse yok ama evde, memlekete gittiler birkaç günlüğüne. Müstakbel kocandan da çekinecek halin yok herhalde?”
“Yok tabii… de… İşte…”
“Gel hadi, beklerken müzik falan dinler ya da televizyona bakarsın. Ben hemen paketi yaparım, çıkarız… Tamam mı Gülüm?”
“Tamam… Sen öyle diyorsan!”
“Söz de dinlermiş benim güzel sevgilim. Karım olacaksın kız… Az sabret…”
J

Ekrem’in evi çok güzeldi. Maddi durumları iyiydi belli ki. Kim bilir kendi evlerini nasıl yapacaktı kocası. Çok mutlu ediyordu bunları düşünmek onu. Arabası da afiliydi. Camı açıp ön koltukta, herkesin görmesini sağlayacaktı kendisini kocasının yanında… Kıskananlar da çatlasındı. Ne kadar da iyi davranıyordu ona sevdiği adam. Badem kızdırıyordu demek ki sevgilisini. Boşuna köpek çekmiyordu kıza. Ama o hiç kızdırmayacak, bir dediğini iki etmeyecekti kocasının. Güzel güzel giyinip öyle karşılayacaktı evde. Dizilerdeki gibi. İzliyordu ki öğrenebilsindi nasıl davranması gerektiğini. Oradaki kızlar, parmağında oynatıyordu sevgililerini, kocalarını. Hayat da dizilerdeki gibi değil miydi zaten? Pamuk prenses olacaktı. Hem de en güzeli…
“Al bakalım, iç… Soluklanırsın. Dur ben de koyayım kendime. Paket hazır sayılır, çıkarız birazdan.”
“Yok, ben içki içmem.”
“İçki değil bu Gülüm, kola. Azıcık votka var içinde.”
“O ne ki?”
“Kolanın tadını güzelleştiriyor. Güven bana. Hem alış buna, ben karımla karşılıklı oturup içebilmek isterim.”
“Sen öyle diyorsan.”
“Hah şöyle, aferin benim kızıma. İç bakayım… Dik, dik, dik… Öyle zevki çıkar bu meretin.”
“Acı ama bu… Ay…”
“Dik bakayım kafana… Hah… Bak ben de içiyorum…”
“Ih… Acı be… Alışırım ama ne yapalım…”
“İşte benim Gülüm… Çok güzelsin kız… Memelerin de çok güzel.”
“Ne yapıyorsun Ekrem? Dur, yapma…”
“A… Sevgilime dokunamayacak mıyım ben? Dayanamayacağım Gülüm. Benim olacaksın. Gel kaçırma dudaklarını. Korkma, sana zarar vermem. Öpeceğim sadece. Hem güzel öpüşen kadın isterim ben, öğreteceğim sana her şeyi. Benim karım bir tane diyeceğim herkese.”
“Gerçekten mi? Ne zaman evleneceğiz peki? Hemen istiyorum ben.”
“Hemen istiyorsun demek? Buracıkta karım ol öyleyse, kimse itiraz edemez o zaman bize. ‘Ben Ekrem’in oldum, alacak beni.’ dersin göğsünü gere gere. Mecburen bana vermek zorunda kalırlar seni. Böylece Badem’den de kurtulmuş oluruz.”
“Nasıl olur? Telli duvaklıyken hayal etmiştim ben seni. Peki ya sonra vazgeçersen, almazsan?”
“Delisin… Aynaya bakmıyor musun hiç? Senden başkasını gözüm görüyor mu ki benim? Böyle bir şeyi aklına nasıl getirirsin Gülüm? Çok kırıldım sana. İstemiyorsan tamam, bir şey yapmayız. Ama o zaman daha günlerce, belki aylarca beklemek zorunda kalırız. Badem’e en uygun zamanda söyleyebilmek için yani…”
“Yok… Artık sabrım kalmadı benim, ne olacaksa olsun… Sen öyle diyorsan…”
“İşte benim Gülüm… Beni nasıl sevdiğini de göstermiş oldun… Çok seviyorum seni. Bebeğimsin…”
“Çok canım yanacak mı Ekrem, korkuyorum…”
“Ben hiç senin canını yakar mıyım Gülüm. Seveceğim seni, okşayacağım. Hissetmeyeceksin acı… Çok güzel olacak. Gel yatağımıza gidelim… Hadi… Kavuşalım artık birbirimize. Ayıramasın kimse…”
“Ayrılmayalım… Korkuyorum Ekrem. Doğru mu yapıyoruz?”
“Sevgilim benim. Korkma artık, ben yanındayım ve hep öyle olacağım…”


……………………………………………….


Düşlediği bir gerdek değildi ama sonunda Ekrem’in olmuştu. Canı yanmıştı çok ani bir sızıyla. Fakat değmişti. Artık, hiçbir kuvvet onları ayıramazdı. Ne kadar yakışıklıydı Ekrem. Upuzun boyu vardı. Bakmaya utanmıştı ama vücudu da filmlerdeki çocuklarınki gibiydi. O da (!) ne tuhaftı. Küçücüktü az önce, devleşmişti birdenbire onu alırken içine. ‘Demek buymuş, acık acıtıyormuş yalnız, hep böyle mi olacak ki?’ diye düşüncelere dalarken, koyuvermişti gözyaşlarını. Engel olamıyordu. Çok mutluydu da niye ağlıyordu bir türlü anlam verememişti. Yok, mutluluk gözyaşı dedikleri türdendi bu!
“Ağlamayı kes… Karım olacaksın benim, bana aitsin artık. Yalnız, henüz kimseye bir şey söyleme. Ben uygun zamanı sana söylerim tamam mı?”
“Ama zaten hemen söyleyebilelim diye yapmadık mı bunu? Neyi bekleyeceğiz yine?”
“Şu doğum günü geçsin. Pat diye olmaz. Hem seni eve bırakayım, bu halde gelme. Hastalanmış derim. Yarın da normal saatinde işine gidersin, tamam mı canım?”
“İyi de, çalışacak mıyım ben daha. Gitmek istemiyorum artık oraya. Senin olmadım mı? Niye gidiyorum ki yarın?”
“Bak… Ne diyorsam onu yapacaksın. Ben ikimiz için de en iyi olanı yapıyorum. Güven bana anladın mı? Ne diyorsam o!”
“Sen öyle diyorsan…”

İki hafta geçmişti o günün üzerinden. Gülyazı, rutini yaşamaya devam ediyordu. Bu arada Ekrem ile birkaç kez daha buluşup birlikte olmuşlardı. Çok seviyordu onu. İlk erkeğiydi ne de olsa ve kocası olacaktı yakında. Her seferinde daha da bağlanıyordu. Ne güzelmişmiş meğer sevişmek sevdiğin adamla olunca. Demek filmlerde, dizilerde onun için habire öpüşüp koklaşıp duruyorlardı. O da erkeğini mutlu etmek ve elinde tutmak için, her istediğinde birlikte olmalıydı. Süslenip püslenmeli, her daim yine oradaki kadınlar gibi bakımlı ve cilveli görünmeliydi. Hem Ekrem, bir yüzük alıp takmıştı. Artık karısı sayılırdı. Gerçi nikâh yüzüğü değildi ama çok güzeldi. İkisinin birlikteliğini simgeliyordu. Kimsenin bilmemesi lazımdı şimdilik. O yüzden altın bir nikâh yüzüğü takamazdı parmağına. Bu arada Badem’in parmağını ise, bir tek taş süslüyordu. Ekrem’in dediğine göre, Badem kendisi almıştı o yüzüğü. Çünkü hala onunla evleneceğini sanıyordu yazık. Ekrem, her şeyi planladığını, kendisine güvenmesini istediğini söylüyordu sık sık. Ancak ne planlıyordu bir türlü anlayamıyordu Gülyazı. Hala kimselere bir şeycikler söyleyememek miydi plan?
Ayın ikinci haftası da çoktan geçmiş, diğer ayı bile neredeyse sonlandıracaklardı fakat Ekrem’den henüz ses seda yoktu. Gülyazı da zaten kendini hiç iyi hissetmiyordu. Hastalanmıştı. Yemek yiyemiyor, yerse de hemen istifra ediyordu. İşe zor gidiyordu sürüne sürüne. Annesi nane limon kaynatıyordu her akşam ama bana mısın demiyordu mide bulantısı. ‘İyice bir üşüttüm herhalde!’ diye geçiriyordu içinden. Çünkü bazen, Ekrem ile arabada ya da ormanlık alanda birlikte oluyorlardı bu serin havada. ‘Annemler evde!’ diyordu Ekrem. Gidemiyorlardı sıcak yataklarına. Gerçi bu gizli kapaklı sevişmelerden de usanmıştı Gülyazı. Bir karar verdi. Ekrem’e şöyle diyecekti;
“Benim canıma tak etti artık Ekrem. Ya hemen evleniriz, ya da ben gider herkese bağıra bağıra anlatırım her şeyi. Hasta oldum senin derdinden. Hiç acımıyor musun bana? Artık doğru düzgün evimiz olsun istiyorum. Sana doyasıya sarılmak istiyorum. Ne olur… L
“Saçmalıyorsun… Kime bağıra bağıra anlatıyormuşsun bakayım sen benim iznim olmadan? Gebertirim seni dayaktan. Deli misin? Bela mı olacaksın benim başıma? Ne diyorsam onu yapacaksın. Ben de zamanı gelince gerekeni yaparım. Şimdi zırlamayı kes de evine bırakayım seni, işim gücüm var…”
“???...”
“Ne bakıyorsun aval aval? Zoruna mı gitti? İyi davranınca tepemize çıktın hemen. Kimi tehdit ediyorsun sen?”
L… Yanlış anladın… Tehdit ne demek? Fakat bıktım artık bu hayattan. Kavuşalım diyorum sadece. Kızma hemen! L
“Kızdırıyorsun sen de ama… Hadi sil gözünün yaşını da gel bakayım yamacıma. Soteye çekmiştim arabayı, kimse görmez burada. Gel bakayım… Aç bakayım ağzını kocaman… Başka türlü susmayacaksın sen!!!”

……………………………………

Yine kandırmıştı Ekrem tatlı sözleriyle. Yine sevişmişlerdi hararetli hararetli. Kocaman bir kadın olmuştu Gülyazı Ekrem’le. Büyümüştü, daha da güzelleşmişti, karısı olmuştu sevdiği erkeğin. Belediye nikâhını bir türlü yapamamıştı ama Badem’i değil, kendisini seviyordu işte… Onunla değil,

2 Haziran 2011 Perşembe

-Zırrr.... :)
-Aloo... Ah canım...Nasılsın? Ben de iyiyim sağol...(Tanıyo muyum yahu? Kim ki bu saatte?)
-.......
-A... 11 Haziran Cumartesi mi? Tabii biliyorum, şeycim... Ha... İklimcim (bu kim la?) İmza günün war!... Hım...
-.......
-Hıı... Ay gelmez miyim ayol? Bütün kitaplarını okudum! (Kim la bu kadın, Allaalla?)
-.......
-İlk kitabın??? Ha... Tabii canım, bütün yazılarını okudum yani diye şeyettimdi ben... Bayılıyorum sana. (Puhaha...Aha da şimdi bayılıcam!) Ay neydi  kitabının adı? Dur söyleme, dilimin ucunda...
-.......
-Ay dur... Bilicem, sus sus... :)
-......
-Ama ipucu ver sen yine de! Kendim de hatırlarım da, aklım oğlanda... Yoksa ohoo...Bendeki hafıza fil de yok! (Fil miydi la o?) Onu diycem, oğlanı okula şeyettiydim, o da tabii öğretmenine şeyetmiş...Ben de tabii kafa kalmadı...Yoksa...piiii...
-.......
-Hıı... Anladım...Hatırlıycam şimdi...Dur dur...Hııı...
-.......
-Ölümü ye söyleme... Bulucam, hırs yaptım... (?)
-.......
-Yalnız yalnız muhallebi yiyorum! Yok...
-.......
...Muhallebinin dibi mi tutmuştu ne? Iıh...
-.......
...Muhallebinin Yalnızca Kıvamında olanını Sewerim mi? O da değil! 
-.......
-Bulucam şimdi Allahının aşkına söyleme, bulucam! And verdim bak, günah...  (Nerden tanıyorum ki ben bu kadını acep? Dur dur, ayıp olmasın şimdi, oğlanın okuldan mı ki yahu? Ocakta da fasülye kaynadıydı, hamur olmasın!?)
-.......
-Ne?... Haa... Ewet, şimdi diyordum ben de "Yalnızlığın... ..."
-.......
- Hah... Yalnızlığın Muhallebi Kıvamı" diye... Hahaha... Ay, alemsin ayol, Allah seni napmaya? Güldürdün akşam akşam... ( :P)
-.......
-Ewet... Aldım ayol, almaz mıyım? İmza günü de alıcam iki-üç tane daha, seneye de okuruz! Sana imzalatıp, bizim şeye vericem birini hatta, hani şeye...bilirsin...komşuya...hah.. O da bayılıyo sana! Biz de ailecek bayılıyoruz zaten sana! Necip elinden düşürmüyo walla... (Hayatında kitap okudu mu acaba? Niye ewlendiysem ben bu adamla zaten? Odun geldi odun gidicek!)
-......
-Ne dedin canım, kaçırdım... Kapı çaldı da ona bakmaya gidiyorum bende... E, malum akşam oldu, oğlan gelicek, adam gelicek, yemek filan... Aa... Kaç olmuş saat hakikaten, görüyo musun sen?
-......
-Ayol açarım ben kapıyı mapıyı, sen anlat! (Öff...)
-......
-Ha... Telefona şeyettim zaten ben hatırlatmaya... Hatırlatınca, şey yapıcam ben, sen kafanı yorma... Aslında telefonun hatırlatmasının hatırlatmasına gerek yok da, işte bakma, oğlan... Kafa kalmadı ki?!
-.......
-Oldu, ben şey yaptım, aldım not... Hafızamda... 11 Haziran Cumartesi, Yakın Kitabevi... 14.00/16.00 arası... (Ay, bayılıcam... Amma uzattı ya...:)
-.......
-Yok, gelirim ben iki elim kanda olsa! Aa... (İki elim kan da olsa mı? :)
-.......
-Tamam canım görüşürüz 11inde... Hıhı... Saat 14.00-16.00 arası... Öptüm şeycim... Canım...Bye... (Kimle konuştum ki ben şimdi? Muhallebinin nesiydi ayol? Deli mi ne kadın?...)

Popüler Yayınlar

Bendeniz

Fotoğrafım
Yazıyorum, paylaşıyorum... Hayatın sevmek ve inanmak olduğunu düşünüyorum... Az ve öz dostum ile kitaplarım olduğu sürece benden mutlusu yok... Dünyalıyım... İçi-dışı bir, özü-sözü bir olmak, istediğim...

Hürriyet Spoa

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

Hürriyet