Kategoriler

25 Mayıs 2011 Çarşamba

ÖLDÜM ÖLDÜM DİRİLDİM, ÖLÜYORUM SANDIM GERİLDİM!

Su ne kadar soğuktu yarabbi… Normalde yüzmek için girdiğim bir su olsa, ‘Popom dondu be!’ deyip fırlardım dışarı. Yazın sıpsıcağında bile zor giriyorum yüzmeye tırsa tırsa, bir de istemeden içinde bulunduğum bu buz gibi ıslaklıkta, panik içinde canhıraş bağırırken, bilmem kaçı suyla dolu olan vücudumun tamamı dolmak üzereydi. Ya su yatağı gibi şiş bir halde yüzecektim ya da diplere gömülecektim kukla bebek gibi şapşal bir suratla! Gerçek hayattaydık ve beni kurtarmak için suya atlayacak bir babayiğit bulunması ihtimali çok çok azdı. Şahsen ben atlamazdım! Atlayamazdım yani… Derin bir havuza asla giremem ve denizde de boyumu geçmeyen yerlerde takılırım. Kaldı ki, denizin ortasında vapurdan atlayacağım da kurtarmaya çalışacağım zavallıyı. Kendim boğulmamaya çalışırken, onu ben boğardım bir güzel çırpınırken... J E, arkamdan birinin daha atlaması lazım bu durumda. Öyleyse ben boşuna atlamayayım da çifte kavrulmuş durumu olmasın diyorum. J
Paniklemesem, iki kulaç atsam ya da suyun üstüne yatsam, hiçbir şey olmayacak. Nasıl yapacaksam gerçi tüm bunları o korkuyla?! ‘İmdat’ diye bağırırken bir yandan da su yutuyordum tabii… Deli gibi çırpınıyorum. Batıp çıkarken de nefesimi tutmaya çalışıyorum bir yandan, e bu sefer ekstra daralıyorum. Suyun içinde kalma sürem uzamaya başlıyor böylelikle. Ne halim ne nefesim kalmıyor bir süre sonra. Zaten normalde de hiç nefesimi tutamam suda. Şakayla biri kafamı suya gömse, çıkıp okkalı bir tokat gömerim ben de suratının orta yerine ‘Sıkıyorsa bir daha yap!’ diyerek. Sulu ve yahut kuru eşek şakası hiç sevmem, seveni de sevmem… Adı üstünde ‘eşşek şakası’… Normal insan şakası değil ki!  Ha, onu da sevmem gerçi, öyle şaka maka anlamam!… 
Bana çok çok uzun gelen bu süreç, sonradan öğrendiğime göre alt tarafı birkaç dakika sürmüş. Bilimin dediğine göre de, panikle nefesi tutmaya çalışıp öksürerek daha da su yutmaya başlama en fazla doksan saniye sürermiş. Tabii hava kanallarına da girmeye başlayınca su, nefes alamamaya başlıyorsun. Göğsümde çok hafif bir yanma veya acı gibi bir his olduğunu hatırlıyorum. Bilmem belki de hatırlamıyorumdur da, bu konuda okuduğum şeylerden psikolojik olarak etkilenip, hatırlıyormuş gibi hissediyorumdur! Neyse ne de, hatırladığımı bildiğim en net şey, birazdan ölecek olduğumu sanmaktı. Çok pis bir duygu. Biri öldüğünde; ‘Allah rahmet eylesin!’ demek çok kolay. İki gün üzülürsün, için burkulur… ‘İyi biriydi’ dersin, ‘Hayat işte, bir gün biz de gideceğiz’ dersin öylesine gibi, ‘Öldü kurtuldu’ dersin hastaydıysa acıyarak!…
Kurtuluş mudur gerçekten ölüm? Bir son mudur, yeni bir başlangıç mıdır? İnanca göre değişir tabii… Hangisi doğru bilinmez. Ancak ölmek lazım öğrenebilmek için herhalde! Bu cevabı bilmek için de ölmek istemem doğrusu bir çabuktan. Her sorunun da illaki cevabı yok ki canım şu hayatta… ‘Ölmek istiyorum ben de şekerim, merak ediyorum var mı şu cennet ile cehennem, bakayım bakalım başka bir hayat var mıymış, öğreneyim!’ diyecek birini bilmiyorum?! Tabii beyni yıkanıp, sözde Allah uğruna kendini ve başkalarını öldürenler de var ki onlar başka bir boyut!
Neyse, ‘Öldüm öldüm dirildim!’ cümlesini artık ziyadesiyle kullanabilecek yetkili bir ağızım! J Bu arada bir ‘babayiğit’ varmış vapurda meğerse?! Kendisini tanıyamadım ve teşekkür edemedim maalesef! L O beni çıkardıktan sonra, büyük şans eseri aynı vapurda işine gitmek için bulunan bir doktor da hayatımı ikinci şanslı kişi olarak kurtarmış! J Doktor hanımı tanıma şansım oldu. Vapur, rutin duraklarına uğramadan direkt o hanımın çalıştığı hastaneye yakın olan durağına ilerlemiş ve beni ambulans ile acil olarak yetiştirmişler. Şansa bak be?! Bir filmde olsa; ‘Yok artık, doktor da varmış orada tesadüfe bak, bir de hastaneye yetişiyor üstüne üstlük. Gerçek hayatta olacak şey değil!’ derdim… Artık mucizelere inanıyorum!
Yaşamın kendisi bir mucize zaten ona bakarsan! Bu ülkede ve hayatta tesadüfler eseri, şans eseri, Allah’a emanet yaşıyoruz. Tabii canım, trafikte ayrı manyaklar var; ‘terörist’ dediğimiz başka manyaklar var; düğün dernek deyip, mermisini oraya buraya savuranlar var fütursuzca ve umarsızca; malzemeden kısıp binayı tepemize yıkan geri zekâlılar var; sokağını, elektrik direğini, kanalizasyon çukurunu, onunu bununu kontrol edemeyen belediyecisi var… Say say, anca çenen yorulur… Bitmez! Talihsizlikler bitmez, adına ‘kader’ deriz sonra iki heceyle… Yolda yürürken kafana bir şey düşer; minibüse binersin canını emanet edip, taklalar atar gereksiz manevralarla hız yapıp; yağmurlu havada sele kapılırsın her sene aynı dertten muzdarip; balkonda bir sigara yakayım dersin, ömrünü yakarsın dengesiz ve cahil bir mermi ile… Bitmez…
‘Ölümün de güzeli vardır!’ der annem hep. Ben de dalga geçerim hep ama hep! ‘Geçerdim!’ demeliyim aslında, şimdi yapmıyorum çünkü. Pek de güzel olmayan bir ölüm şekliyle tanışma fırsatım oldu ya yakından! J Anneannem de uykusunda huzur içinde vefat etmişti de annem; ‘İşte bu güzel bir ölüm!’ diyerek örneklendirmişti sağ olsun. J L Şu an anlıyorum ve diliyorum ki, ben de mışıl mışıl ölmek istiyorum. Tıpış tıpış gitmek istemiyorum kendi ayağımla ya da sürüne sürüne tırmalamak istemiyorum kalayım diye zorla… Ya, hiçbir şekilde ölmek istemiyorum ki ben… Yok mu bir yolu bunun?! Ölmek zorunda mıyız adamını satayım?!    
Ölüm… Nedir, ne değildir? Nasıldır? Öncesi, sonrası, sırası nicedir? Kelime itibariyle bile yeterince ürkütücü… Bildiğin yok olup gidiyorsun işte! Dönmemecesine… Bedenle ruh birbirinden ayrılıyor nasıl oluyorsa? Et yığını haline geliyorsun can çıkınca… İşe yaramaz bir yığın… Kıpırdayamaz, konuşamaz, gülümseyemez, bir halt edemez… Ruh’u gören yok! Neye benzer, nereye gider, nasıl gider et öylece çürüyüp giderken?! Derin düşünmek beni hasta ediyor. Karnıma bir şeyler doluyor, ağrı yapıyor. Midem bulanıyor eriyip gitmiş bedenimi düşününce! Olamaz, olmamalı… Nasıl ya? Öylece ‘kefen’ denen bir bez parçasına sarılıp yatamam toprağın altında! Hayır!... Ayrılamam annemden, babamdan, kardeşlerimden, Keşif’ten, zeytinyağlı sarma’dan, playstation’ımdan!… J Bu gözler bir daha göremeyecek, bu kulaklar bir daha duyamayacak… Çok acayip…
İnsan öldüğünü biliyor mu acaba? Ruh, pırt diye çıkı mı veriyor; ‘Kusura bakma, seninle işim kalmadı, gitmem lazım!’ mı diyor nazikçe? Peki, gidiyor da, nereye gidiyor? O ölmüyor mu hiç? Bu durumda milyarlarca, trilyonlarca, katrilyonlarca ruh ve bunların yaşadığı bir mekan olmalı bir yerlerde?! Yüzyıllar boyu biriken bu ruhları alabilecek kadar geniş bir mekan?! Orası neresi ve nasıl bir yer? Eğer onlarda bir gün gelip ölmüyorlarsa, yaşıyorlar demektir. Yaşıyorlarsa, canlılar demektir. Canlıysalar, görüyorlar ve duyuyorlar demektir. E, o zaman ‘ölüm’ diye bir şey yok demektir!!! Sadece boyut değiştiriyoruz demek ki?! Bunu da farklı bir şekle girerek yapıyoruz. Yani beden dediğimiz et yığını olmadan!
Belki de orası gerçek dünyadır ve buraya gelip bir ete büründüğümüz bu yer sanaldır?! Belki de bunu sürekli yapıyoruzdur. Ben şimdi ‘Safir’im ama belki boyut değiştirdiğimde, ‘Ayşe’, ‘Fatma’, ‘Serap’, vs. olacağım! Kocam Keşif; ‘Ahmet’, ‘Mehmet’, ‘Adnan’ olacak belki de… Ve biz o bedendeki kimliklerimizle, eski bizi hatırlamadan, yeni bizle tanışacağız. Hani olur ya bazen, birini görür tanışırsın da, sanki uzuuun yıllardır tanıyormuş gibi hissedersin. ‘Daha önce karşılaş mıydık?’ dersin… ‘De ja vu yaşıyorum galiba!’ dersin… Eski hayatımızdan tanıdık birileri demek ki?!…
Sürekli seyahat eden birer ruhuz o halde. Bize çok uzun gelen bir ömür, ruhlar için saniyelerdir belki de?! Altmış yaşında ölen biri için, koskoca altmış yıl geçmiştir fakat ruhu altmış saniyede terk ediyordur onu bir başka bedene geçmek üzere! Biraz saçma geldi şimdi ama! Yok, olmadı. Hahaha… Hım… Belki de diğer boyutta zaman kavramı olmadığı için, bizim ‘altmış yıl’ olarak tanımladığımız zaman dilimi gerçekten altmış yıl olarak geçiyordur! Sonsuz ve uçsuz bucaksız bir boyut için, altmış yıl sorun olmasa gerek! Kendi kafamı karıştırmakta üstüme yok! Derin düşünemiyorum çok… Dengem bozuluyor… Ne diyorum ben Allah aşkına? ‘Ölüm’ kelimesini korkunç olmaktan çıkarmaya çalışırken, beynim yerinden çıkacak! J
Ben bir ruhum! Ölümsüzüm yani! Bedenim bana ait değil. Değişik değişik bedenlere giriyorum zamanı geldiğinde. Peki, o bedeni kendim seçebiliyor muyum acaba? Mesela, TR.de değil de, Amerika’da olabilir miyim? Shakira’nın vücuduna girebilir miyim? Hahaha… Bu da olmadı. O da şu an benimle beraber var olan bir bünye. Eş zamanlı yaşayan birinin bedeninde olamam ki… Olabilir miyiz ki? Yok yav... Tamam… Çok güzel, sarışın, doksan altmış doksan, uzun boylu bir kadını seçebilir miyim o halde? Yok… Bu da çok Amerikanvari bir film senaryosu gibi oldu. Hem ben sarışın kadın sevmem ki! Kumral olur ama bak... E, ne yapsam olmuyor?! J Gerçek dünyaya dön Safir!
Ben bir ölümlüyüm! ‘Ölüm’ diye bir acı gerçek var… Var… Nasıl bir ölüm şekli beni bekliyor acaba? Boğularak olmadığı kesin… Oradan yırttım! Acı çekecek miyim ki? Ölüm şekli ısmarlanamadığına göre, düşün düşün kafayı yemeye devam edeceğim! Peki, niye bu kadar düşünüyorum? İstemiyorum oysaki… Deli olacağım yakında…
Keşif, benim tanıdığım ölümden korkmayan tek insan! Bir de extrem sporlar yapar zaten manyak! J Korkusuzuz ya?! Atlar, zıplar, uçar, kaçar! Bir de o ölüverecek diye üzülüyorum diğer yandan kendi korkum yetmezmiş gibi… Ha, tabii tüm sevdiklerim için üzülüyorum benden önce ölürlerse diye… Kimselerin vefatını görmeden gidecek olursam da çok genç gitmiş olacağım diğer tarafa! E, ben ne yapacağım yahu?! İçinden çıkılması çok zor bir durum vallahi… 
Bir insan kişisi, ölümden nasıl korkmaz, aklım almıyor?! Ya ölüm ya bu; 
"Gitmek ve dönememek, yok olmak, fıs olmak, tarih olmak, ‘bir zamanlar’ olmak, di’li geçmiş olmak, miş’li geçmiş olmak, ‘mefta’ olmak, toprak altı olmak, beyaz olmak, bir deri bir kemik olmak ve hatta sadece kemik olmak, ‘ruhsuz’ olmak, mezar taşına sahip olmak, ex olmak, ‘çok gençti’ olmak, ‘çok çekmişti’ olmak, ‘şimdi cennette’ olmak ve ‘yukarıdan bakıyor’ olmak, ‘zamansız gitmiş olmak’!!! Olmamak!!!"
Sanırım Keşif benim kadar ince eleyip sık dokumuyor. Akışına bırakıyor hayatı… ‘Geldiyse, ‘buyur’ demek zorundasın. Seni de alıp gidecekse gülümsemelisin. Sessizliğini bozmamalısın ölümün, sesini çıkarmamalısın. Kabullenmelisin…’ gibi müthiş düşünceleri vardır aşkımın filozofik felsefik! Deli mi ne?
“Ben ölsem, üzülmeyeceksin demek ki, kolaycacık kabulleneceksin. Gidene bay bay, gelene hay hay durumu yani! Yeni bir Safir ararsın artık!” diyorum, gülüyor karnını tuta tuta…
“Olur mu canım öyle şey? Üzülmez olur muyum hiç? Ama hayatın bir gerçeği de ölümdür. Gelecek bir gün… Eğer kabullenemezsek yaşayamayız. Elbet acısı da hafifleyecek ister istemez, unutacağız ne kadar acı çektiğimizi… Hem belki ben senden önce öleceğim, nereden biliyorsun? Senin de kendini harab etmeni istemiyorum o zaman! Söz ver bakayım!”
Hasta ediyor beni bu rahatlığı… Yoksa gerçekten hasta mı? Bir psikoloğa gitmeye ikna etsem mi? 
Bir arkadaşım da, hayatta ne kadar aksilik ve keder varsa başına gelmiş biridir. (?!) Hep;
“Acaba ben öldüm de farkında mı değilim? Ya da 'O' bile mi farkında değil? Unuttu mu beni bu boşlukta? Bu ne derttir ya? Yaşamaksa bu, aman kalsın istemiyorum… Öleyim de kurtulayım ya!” der!!!… J
Bir de bu modeller var yani, ölümü kurtuluş gören! L J Yoksa öyle mi? Orası daha mı huzurlu acaba? Vee… Orası neresi??? L

11 Mayıs 2011 Çarşamba

YALNIZLIĞIN MUHALLEBİ KIVAMI'NDA İMZA GÜNÜ :)

TARİH: 11 HAZİRAN 2011 CUMARTESİ
SAAT : 14.00 - 16.00 ARASI
YER   : YAKIN KİTABEWİ 

ŞEHİR: İZMİR (ALSANCAK-K.ŞEHİTLERİ 104/A)
BİLGİ : 0232 421 81 69


                                                   www.yakinkitabevi.com.tr
                                                   iletisim@dijitalsanat.com.tr
                                                   www.kitapbas.com
                                                   www.kitapyurdu.com
                                                   www.iklimdora.com
                                                   iklimdora@gmail.com
                                                   iklimdora.blogspot.com
                                                   iklimdora.twitter.com

10 Mayıs 2011 Salı

YALNIZLIĞIN MUHALLEBİ KIVAMI KULLANMA KILAVUZU

NOT: PROSPEKTÜSÜ OKUMADAN KULLANMAYINIZ!
FARMAKOLOJİK ÖZELLİKLERİ: Seratonin hormonunu tetikleyici içeriğe sahiptir. Çeşitli mutsuzluk ve kabızlık modellerinde yapılan klinik çalışmalar, gülümsetici ve hayata bağlayıcı etkisi olduğunu göstermiştir. İçeriğindeki muzır bileşenler ile analjezik aktivitenin başlaması bazı deneklerde birkaç satır sonra, bazı deneklerde ise ilk saniyelerde elde edilmiştir. Analjezik etkisi ömür boyu sürmektedir!
ENDİKASYONLARI: Kıvamında yalnızlar… Tadında yalnızlıklar… Yalnız olmaktan değil, yalnız kalmaktan korkanlar… Aşk için yananlar… Arayıp da bulamayanlar… Ruhunun gemisine atlayıp, huzura yolculuk yapanlar… Vize almadığı için, yarı yolda kalanlar… Atanlar tutanlar, kovalayıp kaçanlar… Ölüme bile gülücük katanlar… Ölmeden önce yapılacak 101. şeyi keşfetmeye çalışanlar… Gelmişini geçmişini sorgulayanlar… İçi geçmişler… Kendinden geçmişler ve hayatı –ti-ye alamayanların semptomatik tedavisinde kullanılır.
KONTRENDİKASYONLARI: Şu gibi olgularda uygulanmamalıdır: *Abuk sabuk, at gözlüklü, dar görüşlü, bilmem neyin altında bilmem ne arayan hastalar… *Cinselliğe şahakulade yönünden bakamayıp, bünyede ödem oluşturan hastalar… *Kronik Salaklık Sendromu hastaları… *Orta ve şiddetli Tribal Enfeksiyon hastaları…
YAN VE ADVERS ETKİLERİ: Klinik araştırmalarda gözlenen herhangi bir olumsuz etkiye rastlanmamıştır. BEKLENMEYEN BİR ETKİ GÖRDÜĞÜNÜZDE YAZANA BAŞVURUNUZ!
ÖNERİLEN KOMBİNASYONLAR: *İnce bellide tavşan kanı çay… *Filtre kahve… (Kahvem filtreli, internetim filtresiz ossun!)… *Bir kadeh Cabarnet Sauvignion *Cillop gibi bir sewgili… *Tiramisu tadında bir seks…
KULLANIM ŞEKLİ VE DOZU: Keyfinizin kâhyasına göre, günde yaklaşık 30 sahifelik ve 10 günlük bir kür halinde kullanılmalıdır! Asla tüketilmemelidir! Evirip çevirip belirli dozlarda ve aralıklarda uygulanmalıdır!
DOZ AŞIMI: Dalıp giderek veya bilinçli fazla alınımda, acilen gargara yapılmalı veya gerekiyorsa bir kuple sewişmek için alınıma ara verilmelidir. Yalnızlığın muhallebi kıvamındakiler ise üzülmemeli, A4 boyutundaki kâğıda dileklerini belirten yazı ve çiziler karalayıp, itinayla gül ağacının dibine bırakmalı ve sabırla sonucu beklerken kıvamında bir sakızlı muhallebi yemeliler!...
SAKLAMA KOŞULLARI: Her türlü hava koşulunda, steril bir ortamda, başucunda, çocukların da ulaşabileceği yerlerde ve aydınlıkta saklayınız. Sadece kendinize saklamayınız, itinayla paylaşınız. Paylaştıkça etkisi artacaktır… Şifa niyetine… Bitte… J
REÇETESİZ SATILIR!
RUHSAT SAHİBİNİN İSİM VE ADRESİ:
*Dijital Sanat Yayınevi (iletisim@dijitalsanat.com.tr)
 *www.kitapbas.com

Popüler Yayınlar

Bendeniz

Fotoğrafım
Yazıyorum, paylaşıyorum... Hayatın sevmek ve inanmak olduğunu düşünüyorum... Az ve öz dostum ile kitaplarım olduğu sürece benden mutlusu yok... Dünyalıyım... İçi-dışı bir, özü-sözü bir olmak, istediğim...

Hürriyet Spoa

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

Hürriyet